Tahran’dan Soçi’ye İdlib anlaşması

idlib

İdlib 17 Eylül’de Rusya, İran ve Türkiye’nin Soçi’de vardığı anlaşma ile savaşın eşiğinden döndü. Anlaşmanın detayları konusunda hâlâ tam bir netlik yok. Ancak net olan tek bir şey var o da tarafların zaman kazanmış olması. Anlaşma İdlib’deki silahlı gruplarla Suriye ordusu ve müttefikleri arasında Rusya ve Türkiye’nin öncülüğünde bir tampon bölge oluşturulmasını öngörüyor. 15-20 km. kadar derinlikteki bir alanın, ağır silahlardan ve tarafların terörist olarak gördüğü örgütlerden arındırılması planlanıyor. HTŞ (El Kaide ile bağlantısını reddeden ama tüm taraflarca El Kaide’nin uzantısı bir terörist grup olarak tanımlanan çatı örgütü) ve Hurras El Din (El Kaide’ye bağlılığını sürdüren grup) tasfiye edilmesi planlanan örgütlerin başında geliyor.

Türkiye’nin finanse edip yönlendirdiği ÖSO grupları ile Ahrar-Üş Şam gibi örgütlerin anlaşmaya uyması ve zaman içinde Türkiye’nin garantörlüğünde siyasi sürece entegrasyonu planlanıyor. Bazı örgütler bulundukları pozisyonları terk ederek tampon bölge dışına çıkıyor. Birçok örgütten ise çelişik açıklamalar geliyor. Tampon bölgeden tamamen mi çekilecekler, silahlarını mı bırakacaklar sadece ağır silahlarını mı verecekler tam olarak belli değil. Henüz sürecin nasıl işleyeceği de bilinemiyor.

İstihbarat operasyonları devrede

İstihbarat örgütlerinin son derece aktif olarak çalıştığı bir ikna çabası söz konusu. Bu iknanın sadece konuşarak mümkün olmadığı açık. İkna çabasının tehdit ve teşvikin çeşitli kombinasyonları ile desteklendiğini düşünebiliriz. Anlaşma gereği silah bırakmak örgütler açısından ciddi bir güvenlik zaafı demek. Ancak belli ki anlaşmaya yanaşmamanın da pek güvenli olmadığını göstermek için her yol kullanılıyor. Son 4 ayda İdlib’te suikast sonucu öldürülen çete liderlerinin sayısının 300’ü geçtiği belirtiliyor.

Çok yönlü ikna sürecine belirli bir zaman tanındığı görülüyor. Ancak bir aşamada ne kadar sonuç alınıp alınmadığına bağlı olarak silahların konuştuğu kritik bir evreye tekrar gelinecektir. Soçi anlaşması İdlib’teki çözüm ihalesini Türkiye üzerine bırakmış görünüyor. Yani bir süre sonra silah bırakmayan ve pozisyonlarını terk etmeyen HTŞ, HD ve benzeri gruplarla TSK’nın doğrudan karşı karşıya gelmesi söz konusu olabilir. Muhtemelen bu çatışma TSK’nın, taşeron kullanarak başa çıkamayacağı kadar sert olacaktır.

Tahran’da canlı yayın diplomasisinin anlamı

Soçi’den önce üç ülkenin liderleri Tahran’da buluştu. Zirvenin canlı yayınlanması bir ilk olarak diplomasi tarihine geçti. Üstelik canlı yayında İdlib’de ateşkes ilan edilmesi konusunda Erdoğan ve Putin arasında son derece gergin anlar da yaşanmıştı. Türkiye canlı yayından haberdar olmadığını söylese de sonuçtan memnundu. Tabii ki buna inanmak güç. Son derece hassas konuların konuşulduğu bir toplantının, (taraflar arasında gizli diplomasiyi reddeden sosyalist bir işçi devleti yoksa!) canlı yayınlanmasından daha garip olan bir tarafın bundan haberdar olmadığını söylemesidir. Akla yatkın olan tüm bunların planlanmış olmasıdır. Erdoğan ve Putin arasındaki gerilimli atışmanın özellikle yapıldığı bile söylenebilir. Çünkü İdlib’deki anlaşma çabasının merkezinde Türkiye’nin bölgedeki örgütler üzerindeki nüfuzunu kullanabilmesi vardır. Türkiye’nin masadaki resmi sıfatı bile “muhalefetin garantörü”dür. Süreç içinde Türkiye’nin Rusya ve İran’la fazla içli dışlı olması bu örgütler nezdinde Türkiye’ye güveni ciddi şekilde sarsmıştır. Eğer Erdoğan canlı yayında Putin’le atışmasa, hatta Putin tarafından teröristleri himaye etmek imasıyla eleştirilmese silahlı örgütlerin kuşkuları artardı. Sonrasında dönüp bu örgütlere silah bırakma çağrısı yapmasının etkisi de son derece zayıf olurdu.

Soçi’de kim kazandı? Trump, Türkiye’yi neden övdü?

Soçi’de henüz bir kazananın olmadığını söyleyebiliriz. Hiç kimsenin istemediği ve hazır olmadığı kapsamlı bir silahlı çatışmadan dönülmesi dar anlamda anlaşmanın başarı hanesine yazılabilir. Ancak Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte bağımsız ve çözücü bir eksen oluşturduğunu iddia eden ve bunun bir başarı olduğunu söyleyen yorumlar doğru değil. Her şeyden önce Türkiye’nin NATO üyesi sıfatıyla fiilen ABD’yi de sürece dâhil etmiş olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu Rusya ve İran açısından da kabul görmektedir. Rusya ve İran, örgütler üzerinde nüfuzu ve ABD ile bir tür diyalog köprüsü oluşturma kabiliyeti olmayan bir Türkiye ile muhatap olmayı asla tercih etmezdi. Türkiye’nin Suriye’de emperyalist Batı siyasetinden koparak Rusya ve İran’a yaklaştığını düşünen hem iktidar hem de muhalefet saflarındaki değerlendirmeler yanıltıcıdır. Soçi sürecinde Çavuşoğlu her adımı öncelikle ABD Dışişlerine, daha sonra Fransız ve Alman mevkidaşlarına bildirmiştir. Eğer ABD donanmasının, Fransız ve İngiliz müttefikleriyle Doğu Akdeniz’de yaptığı yığınak ve Suriye’yi vurma tehdidi olmasaydı Rusya ve İran kolay kolay bu anlaşmayı kabul etmezdi. Zaten ABD Başkanı Trump da, New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler toplantısında İdlib mutabakatı için Türkiye’nin rolünden övgüyle bahsetmiştir. Türkiye’nin Soçi masasında oynadığı rol genel hatlarıyla Amerikan çıkarlarıyla uyumlu olmuştur.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2018 tarihli 109. sayısında yayınlanmıştır.