Yunan trajedisi, Perde I

Solda bazı dostlarımızca “umudun ve çözümün partisi” olarak nitelenen Syriza, Yunanistan’ı çok değil beş ay içinde iflasın eşiğine getirdi. 25 Ocak’ta seçim zaferi… 25 Haziran’da iflas haberi! “Eşik” demek de doğru değil. Bir ülkede şimdi olduğu gibi banka paniği yaşanmışsa, bankaların ve borsanın kapıları bir hafta boyunca kapatılmışsa, o ülke resmen iflas ilan etmiş olmasa da batmış demektir. Bugün, tam da 30 Haziran günü Yunanistan İMF’ye olan 1,6 milyar dolarlık borç taksidini ödeyemeyecek. Bu, adı konsa da konmasa da iflastır! Eski kuşaklar iyi bilir. Demirel 1970’li yılların sonlarında Ecevit hükümetini eleştirmek için “ülkeyi 70 sente muhtaç hale getir”mekle suçlamıştı. Günümüzde Yunan ekonomisi değil, ama Yunan halkı “60 avroya muhtaç hale” geldi!

Şimdi Çipras ve arkadaşları, hem ekonominin toptan iflasını hem de kendi siyasi iflaslarını önlemek için bir “çözüm” buldular: Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve İMF’den oluşan Troyka üçlüsünün kendilerine dayattığı çok ağır yeni kemer sıkma paketini halka götürüyorlar. Hafta sonu referandum var. Halka, “dayatılan kemer sıkmayı kabul ediyor musunuz?” diye soracaklar. Halk referandumda “hayır” derse, ülke resmen iflas ilan edecek, ardından avrodan çıkmak zorunda kalacak, ardından muhtemelen Avrupa Birliği’nden. Syriza’nın vaadi, kemer sıkmaya son verirken bunu ülkeyi avro ve AB içinde tutarak yapmaktı. Şimdi beş ay sonra bu vaadi bütünüyle boş çıkmış olacak. Hem ciddi bir ekonomik sarsıntı, hem de avro ve AB’den çıkış. Ama “halk böyle buyurdu” diyecek Syriza! Öte yandan, halk referandumda "evet” derse, Yunan işçi ve emekçilerinin tepesine ciddi bir yeni kemer sıkma kâbusu çökecek. Syriza halka kemer sıkmaya son verme vaadi ile iktidara gelmişti. Ama şimdi “halk böyle buyurdu” diyecek!

“İkilem” kelimesi Türkçe’de hep yanlış kullanılır. İki yol varsa “ikilem” der insanlar. Oysa “ikilem” hangisini seçerseniz canınızın yanacağı bir durumla karşı karşıya kalmak demektir. Yani geleneksel dilimizdeki “ya kırk satır, ya kırk katır” ya da “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal” deyimlerinin yarı-felsefi ifadesidir. Syriza referandumla Yunan halkını gerçek bir ikilemle karşı karşıya bıraktı: “Evet” derse de ekonomik sefalet, “Hayır” derse de ekonomik sefalet. Syriza ise hem “demokrat” olmanın keyfini sürecek, ben kararı halkıma bıraktım diyecek. Hem de kendi eliyle ülkeyi eşiğine getirdiği bu korkunç durumun sorumluluğundan sıyrılacak!

Referandumda ne yapmalı?

Okur bu durumda şaşırabilir: Peki, Yunan işçi sınıfı öncüleri, Yunan sosyalistleri ne yönde oy çağrısı yapmalı? Hiç kuşku yok ki Yunanistan Komünist Partisi (KKE) gibi boykot anlamına gelen bir oy çağrısı değil. Yunan halkı bugün kendisini işsizliğe, sefalete, açlığa mahkûm eden bir emperyalist güce, AB ile İMF’nin el ele vererek oluşturduğu ortak emperyalist iktidara ve onun Yunanistan içindeki uşaklarına karşı hayat memat mücadelesi veriyor. Bu mücadelede proletarya devrimcilerinin tarafsız kalması söz konusu olabilir mi? Tabii ki “hayır” denecek! Boykot, “ben oynamıyorum” demektir. Boykot, daha da kötüsü, AB-İMF emperyalizmi Yunan halkını soyup soğana çeviriyor, ama ben ona karşı mücadele etmiyorum demektir. KKE, tarihi bütün sorunlarını bir yana bırakın, son yıllarda kendini halktan kopararak, emperyalizme ve Yunan burjuvazisine karşı bir birleşik işçi cephesi oluşturmaktan kaçınarak yürüttüğü korkunç politikanın yeni bir şahikasına ulaşmış bulunuyor. Öyleyse, ne Syriza, ne KKE! Yunanistan işçi sınıfının ve emekçi halkının bir üçüncü odağa, bir proleter devrimci ve enternasyonalist odağa ihtiyacı vardır.

Devrimci İşçi Partisi’nin Yunanistan’daki kardeş partisi EEK büyük halk kitleleriyle el ele, onların içinde yürümekte ve referandumda “hayır” oyu çağrısı yapmaktadır. Bunun anlamı Syriza’nınkinden çok farklıdır. EEK, halkı “hayır” oyuna çağırırken, aynı zamanda bugün doğan iflasın yükünü halkın sırtlamaması, faturayı ülkenin buraya kadar gelmesinde, böylesine derin bir krize düşmesinde gerçek sorumlu olan kapitalistlerin ödemesi için bir geçiş talepleri programını savunuyor: dış borcun reddi; bankaların işçi denetiminde kamulaştırılması; emperyalist AB’den kopuş; Avrupa halklarını Avrupa Sosyalist Devletler Birliği’ni kurmak için mücadeleye çağırma. Ocak ayında Syriza seçilirken yazmıştık: Dış borç reddedilmedikçe, Yunan halkının başındaki bela bitmez. Bugün aynı sorun karşımızdadır. Demek ki emperyalizmden kopmadan, NATO’ya, İMF’ye, AB’ye sırtını dönmeden Yunan halkı düze çıkamaz.

Geleceğin sarsıntıları

Yunanistan henüz yolun başında. İşçi sınıfı öncüsü, Yunan halkına enternasyonalist bir program temelinde bambaşka bir rotayı sunacak bir devrimci partiyi veya cepheyi oluşturana kadar, Yunanistan kaygan bir zeminde gittikçe daha zorlu koşullara yönelecek. Bizim tahminimiz odur ki, Çipras’ın ve Syriza’nın en sağ unsurlarının umudu, kendi dışındaki partilerin tabanının zaten “Evet” oyu kullanmasının yanı sıra, kendi tabanının bir kısmında da AB konusunda var olan yanılsamalar dolayısıyla “Evet” oyunun referandumu kazanacağıdır. Bunun sonucu, ekonominin resmi iflasın kenarından dönmesi, ama Yunan halkının 2010’dan beri süren sefaletinin artarak devam etmesidir. Şayet “Hayır” oyu kazanırsa, Yunanistan avrodan ve muhtemelen AB’den çıkmak zorunda kalacağı için ekonomi çok büyük bir sarsıntıya uğrayacak, ülke dışına muazzam bir yasadışı sermaye kaçışıyla birlikte yatırımlar duracak, işsizlik bugünkü yüzde 25 düzeyinden de çok daha yükseğe tırmanacaktır. Burada iki yol vardır: Ya Syriza gibi kapitalizme boyun eğerek halkı uzunca bir süre sefalet içinde yaşamaya mahkûm etmek; ya da sosyalist bir yola girmek.

Bu işin ekonomik boyutu. Ama bu denli büyük ekonomik sarsıntıların politik düzeyde büyük çalkantılara yol açmamasını beklemek saflık olur. Burada da en az iki olasılığı göz önüne almak gerekir. Birincisi, Syriza içinde çok büyük gerilimler, giderek çatlaklar, en sonunda da bölünmeler doğacaktır. Burada, Syriza’nın solundaki Andarsya ittifakı ve kardeş partimiz EEK gibi odakların izleyeceği politika ve Syriza’dan sola doğru kopanların Syriza’nın sağcı çizgisinin beş kısa ay içinde yarattığı felaket konusunda doğru dersleri çıkarması, solda yeni ve daha devrimci bir güçler cephesinin oluşmasını sağlayabilir. İkincisi, burjuvazi şimdiden hareketlenmiş durumdadır. Bu cephede Altın Şafak faşistlerinin güç kazanması işten bile değildir. Öyleyse, Yunanistan’da siyasi kutuplaşma artacak, çok daha büyük siyasi gerilimler yaşanacaktır.

Yunanistan’ın iç gelişmeleri dışında, Yunan krizi muhtemelen Avrupa, hatta dünya çapında da çok büyük etkiler yaratacaktır. AB burjuvazisi, Yunanistan’ın iflasın eşiğine ilk kez geldiği 2012’den bu yana bu ülkenin iflas ederek avrodan çıkması halinde krizin başka ülkelere yayılarak bir Avrupa iflası haline gelmemesi için birçok tedbir aldı. Bugün Yunan yangınının AB’nin geri kalan ülkelerine yayılmaması için daha korunaklı bir ekonomik ve finansal yapı var. Buna rağmen, Yunan iflasının ilk gününde, yani 29 Haziran Pazartesi günü, bütün dünya borsalarında yaşanan düşüş, özellikle bankaların hisselerinin her yerde baş aşağı gitmesi, bunun sorunlu güney Avrupa kuşağında (İtalya, İspanya, Portekiz) daha da belirgin olması, AB ve dünya ekonomisinin nasıl etkileneceği konusunda ciddi soru işaretlerini şimdiden doğurmuş durumda. Uzun zamandır vurguluyoruz: Dünya kapitalizmi, 2008’den bu yana tarihinin Üçüncü Büyük Depresyonu’nu yaşıyor. AB bu depresyon içinde dünya ekonomisinin, Yunanistan ise AB’nin zayıf halkası. Yani Yunan krizi, depresyonun bir ürünü. Ama aynı zamanda Üçüncü Büyük Depresyon’un yeni bir evresinin açılışını haber veriyor.

Üstelik bu Üçüncü Büyük Depresyon’un politik ve askeri sonuçlarının da Avrasya ve Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgelerini azgınca kasıp kavurduğu bir döneme denk geliyor. Kuzey’de Ukrayna iç savaşı ve Rusya ile Batı arasındaki gerilim; Ortadoğu’da bir günde üç kıtada (Tunus, Kuveyt ve Fransa) ortalığı sarsan tekfirci-mezhepçi canilerin yarattığı cehennemi dinamik.

Bunun içindir ki “Yunan trajedisi, Perde I” diyoruz. Dünya solunun büyük desteğiyle Syriza’nın halkın sorunlarına bir çözüm gibi gösterilmesi bir komedi idi. Bu Yunan komedisi dönemi bitti, şimdi trajedi mevsimi. Aristofanes, yerini Aiskhylos, Sofokles ve Öripides’e bırakıyor. Ama bu daha Birinci Perde. Neler yaşanacak daha, neler!

İşin Türkiye’de bizim için de çok ilginç bir yanı var. Beş yüzyıla yakın birlikte yaşamış, ama hâkim sınıflarınca düşman ilan edilmiş iki kardeş halkın coğrafyasında gelip yoğunlaşıyor kriz. Yunanistan iflasa giderken Türkiye’de müflis bir AKP iktidarı ülkeyi Ortadoğu’da savaşa doğru sürüklüyor. Aynı günlerde! Öyleyse, kapitalizmin yarattığı sefalet ve savaşa, işçi sınıfının güçlerini enternasyonalist bir doğrultuda harekete geçirerek cevap vermek de bizim, Yunanistan ve Türkiye komünistlerinin boynunun borcu olsun!