Pasifistler, şiddet karşıtları, susup durmayın, dökülün, Sudan’ı konuşun!

Pasifistler, şiddet karşıtları, susup durmayın, dökülün, Sudan’ı konuşun!

Dünya haftalardır Sudan’ı tartışıyor. 2023 baharında General Abdülfettah el Burhan liderliğindeki Sudan Silahlı Kuvvetleri ile “Hemeti” adıyla ünlenen Muhammed Hamdan Dagalo adlı çakma “general”in liderliğindeki Çevik Destek Güçleri olarak anılan çete/milis gücü bir iç savaşa tutuşalı beri, iktidarı elinde tutan Müslüman Araplar ile kara Afrikalıların birlikte yaşadığı Doğu Afrika ülkesi Sudan tam bir katliam yaşıyordu. Sivil ve asker ölü sayısının 700 bine ulaştığı hesaplanıyordu. Ama Ekim’de Hemeti’nin güçleri silahlı kuvvetlerin Darfur eyaletindeki tek kalesi el Faşir kentini ele geçirince 2000’li yılların başında bu zavallı eyalette yine Hemeti’nin güçlerince işlenen soykırımın yeniden başladığına ilişkin haberler (belki Gazze savaşı çok muhtemeldir ki geçici olarak bir sessizliğe büründüğü için) Sudan’ı bir kez daha dünya sahnesinin merkezine getirdi. Biz de o zamandan bu yana bir fırsat bulup bu katliamın, hatta soykırımın tarihî anlamını anlatacak bir yazı yazmayı planlıyorduk. Ama işlerimizin yoğunluğu bir türlü buna izin vermiyordu.

Biz bir boş an ararken gazetemiz Gerçek Kasım sayısında son derecede yerinde vurgularla Sudan’da yaşanan felakete okurlarımızın dikkatini çekti. Bunun üzerine biz de o yazıda verilen arka plan bilgisine yaslanarak esas anlatmak istediğimizi tek bir nokta olarak vurgulamak üzere bu yazıyı yazmaya giriştik. Bu yazıyı sindirerek anlamayı arzu eden okurumuza önce o üç paragraflık yazıyı okumasını tavsiye ediyoruz. (Biz de 2023’te üç yazılık bir dizinin ilk yazısında Sudan’ın bugünkü duruma nasıl geldiğini özetlemiştik. Dizinin ikinci ve üçüncü yazıları ise bu acıklı durumun iki ana sorumlusuna işaret ediyordu.)

Gazetemizde son yayınlanan yazı bu sorumluları da mükemmelen işaret etmiş: Emperyalizm, Sudan’da kitleleri uyuşturmakta çok önemli bir görev gördüğü ve bugün savaşın sorumlularına, en başta soykırımcı Hemeti’nin banisi ve hamisi Birleşik Arap Emirlikleri’ne en ufak bir basınç uygulamadığı için bu katliamın baş sorumlularındandır.

Ya bizim taraf?

Ama bizim esas vurgulamak istediğimiz başka bir şey. Marksizm 20. yüzyıl sosyalist inşa deneyimlerinin ve tabii en başta tarihte bir çığır açmış olan Büyük Ekim Devrimi’nin ürünü olan Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve kapitalizmin bu ülkelerde restorasyonu dolayısıyla büyük bir itibar düşüşüne uğrayınca, bu tarihî olayın aslında o ülke yönetimlerinin Marksizmin programını ayaklar altına almasının ürünü olduğu uyarısını dinlememekte ısrar eden bir koca güruh Marksizmin ne ana fikri varsa (sınıf mücadelesi, proletaryanın tarihî rolü, proletarya hegemonyası ve iktidarı, emperyalizmle mücadele görevi, dünya devrimi vb.) hepsine sırt çevirdi. Bu arada elbette insanlığın kurtuluşunun devrimlerle gerçekleşeceği fikri de bir yana bırakıldı.

Yıllardır, on yıllardır, pasifistler, şiddet karşıtları, “non-violence” yanlıları, ne ad kullanırsanız kullanın, kitlelerin her büyük atılımında “aman, şiddete hayır” buyuruyor. 2011-2013 ve 2018-2019 Arap devrimlerinde de bu güruh büyük bir rol oynadı. Bunun öyküsünü, Devrimci Marksizm dergisinde yayınlanan, Arap devrimlerinin ortak sorunları konusunda dersler çıkardığımız bir yazımızda ayrıntısıyla anlattık. “Slim” (barış) Arap devriminde çok sık duyulan bir slogandı. Devrimci Marksizm yazısında bu slogan karşısındaki tavrın da farklı sınıf ve katmanlar arasında farklı bir tutumla karşılandığını, Arap devriminde kitlenin devrimci şiddeti kısmi olarak kullandığını, ama özellikle emperyalist ülkelerin solunda yoksul ülkelere “akıl hocalığı” yapan kimlikçi solun “şiddet karşıtı” tutumunun mürekkep yalamış, Batı ülkelerinde öğrenci ya da başka bir konumda yaşamış insanlar üzerinde epey etki bırakmış olduğunu da örnekleriyle anlatmıştık. Buna yukarıda emperyalizmin güçlerinin, özellikle kıta Avrupası’nın, daha da belirgin olarak İskandinav (ya da Kuzey ülkeleri) hükümetlerinin halk hareketini uyuşturarak nasıl katkıda bulunduğunu da yine somut örnekleriyle ortaya koymuştuk.

Burada bir tek anekdot anlatacağız. Sudan halkı 30 yılın diktatörü İhvancı Ömer el Beşir’i devirmek üzere başlatmış olduğu dev devrimci hareketin bir aşamasında Genelkurmay binası önünde muazzam kitlesel bir oturma eylemi başlatmıştı. Bu eylem epey sürdü. Eylemin ilk günlerinin birinde, meydanı ve binayı halka karşı “koruyan” askerî birliklerden halka ateş açıldı. Ama halk dağılmadı. Şaşırmış olmalı okurumuz. Silahsız bir halk ateş altında nasıl dağılmaz?

Halk dağılmadı çünkü ordunun alt kademeleri ve erlerden bir bölümü halkın üzerine açılan ateşe, karşı ateşle cevap verdi. Ordunun komuta heyeti askerlerin içinde bir bölünme yaşanmasının kurulu düzen açısından ne kadar tehlikeli olacağını hesaplamış olmalı, ordu bir daha bu dev topluluğun üzerine ateş de etmedi, günlerce baskı da yapmadı.

Biz bu olay üzerine bir ülkenin silahlı kuvvetleri içinde devrim konusunda böyle bir çatlak doğmasının devrimin zaferi için en önemli unsurlardan birinin gerçekleşmesi olduğunun altını çizdik. Sudan solunun, devrimci hareketin önderliğinin bu fırsatı kullanarak ordu tabanında kendisine yakın unsurları bir askerî savunma mantığıyla örgütlemeye başlaması gerektiğini, ama önderliğin bundan uzak durduğunun anlaşıldığını ifade ettik. Devrimin önderliği kabaca iki unsurdan oluşuyordu: biri özellikle başkent Hartum’da merkezî eylemlerin başında bulunan Sudan Meslek Örgütleri; öteki ise başkent dâhil kentlerin çeperindeki yoksul mahallelerde ve küçük yoksul kent ve kasabalarda örgütlenmiş “Mahalle Komiteleri”. Sudan Meslek Örgütleri, Mahalle Komiteleri karşısında merkezde çalışmanın, eğitimli kitlelerin örgütleri olmanın, çeşitli becerilere ve yurtdışı ilişkilere sahip olmanın avantajlarından yararlanıyordu. Bir bakıma küçük burjuvazinin (kısmen modern küçük burjuvazinin ve eğitimli proletarya ya da yarı-proletaryanın) temsilcileri, yoksul proleter ve emekçi diğer katmanların temsilcilerine göre üstün konumdaydı. Küçük burjuva devrimcileri şiddeti reddetti.

Ya şimdi?

Önderliğin, aydın katmanların, pasifistlerin neye yol açtığını görüyor musunuz? Şayet devasa halk kitlelerini harekete geçirebilen Sudan devrimi kendisi silahlansa ve ordunun tabanından bazı askerî güçleri kendi yanına çekebilse, 2021’de Burhan ve Hemeti’nin ortak diktatörlüklerini kurmalarına kolay kolay yol vermezdi. 2021, o zaman da yazdığımız gibi, karşı-devrimin zaferi demektir. Önderlik ve aydınlar maalesef kuzu kuzu evlerine çekilmek zorunda kaldılar.

Emperyalist Batı’nın akıldâneleri, “büyük teorisyen”leri, kendini herkesten daha akıllı sanan çokbilmişleri de emperyalizme tâbi ülkelerde onların aklına uyup “non-violent action” yapanlar! Siz Sudan devriminin en güç anında insan hayatını koruma kisvesi altında “slim” dediniz, şiddete lanet okudunuz. Şimdi ne oldu?

700 bin insanın kanının dökülmesinde sorumluluğunuz var mıdır acaba? Devam eden iç savaşta daha ölecek olan belki yüz binlerin, belki milyonların? Savaş dolayısıyla doğan ileri düzeyde kıtlık sonucu aç kalarak çarpık gelişen ve sonunda bir kısmı hayatını yitiren bebelerin, çocukların yaşadıklarında payınız olabilir mi? Darfur’un, Kordofan’ın, kara Afrikalıların yaşadığı bütün coğrafyaların kadınlarının ailelerinin gözü önünde tecavüze uğramasının sorumluluğu kimdedir sizce? Konuşun.

Konuşun. Susmayın. Ne yaparsanız yapın, isterseniz bize lanet okuyun, ama susmaya devam etmeyin. Yakanızı bırakmayacağız. Çünkü siz bu tavrınızla, yarın sadece yoksul ülkelerde değil, Amerikan şehirlerinde Ulusal Muhafız adını taşıyan ordu birlikleri göçmenlere, yoksul Amerikan vatandaşlarına, sonra New York’un onurlu siyahlarına ve Latino/Latinalarına, Yahudilerine ve başka her renkten cesur yürekli insanlarına saldırırken de aynı suçu işleyeceksiniz. Onların kendilerini ve mücadelelerini savunmalarına karşı çıkacaksınız.

Yalan söyleyerek sıyrılmaya çalışmayın. Biz kitle hareketleri olmasın, mücadele daha ilk günden şiddete başvurarak başlasın demiyoruz. Kitlelerin öz savunmasına, devrimin kendini savunmasına karşı çıkanların iflasından söz ediyoruz. Haydi Sudan’da devrim yoktu deyin, size hemen yüz yüze tartışma önerisi yapalım. Çokbilmişsiniz ya, dökün ortaya bilginizi. Hatta “bütün dünyada devrimin günü bitti” deyin, “devrim olmuyor ki şiddetten dem vuruyorsun” deyin, biz de 21. yüzyılın devrimlerini ve isyanlarını (şimdilik zafere ulaşmayan devrimlerini ve isyanlarını) anlatalım.

Sudan devrimini Suriye ile korkutmak

Sudan devriminden bir başka anekdotla bitirelim. 2018’in sonu ya da 2019 başları olmalı. Ömer el Beşir daha başta. Onun her yerde hâzır ve nâzır istihbarat örgütünün başında kudretli bir şahsiyet var. Goş adını taşıyan bu adam, bir defasında devrimci kitleyi tehdit etmişti. “Böyle devam ederseniz ben size ne olacağını söyleyeyim: Sudan Suriye olur.” Demek istiyor ki, nasıl Esad Suriye’yi kontrol için halkı kırıyor, biz de acımayız aynı şeyi yaparız. (Suriye için anlattığı hikâyenin çarpıklığını burada ele alamayız. Sadece orada esas savaşı İslamcı muhalefetin başlattığını belirtip geçelim.)

Goş’un tehdidine bir de bugünün bilgisiyle bakın. Ne oldu? Sudan devriminin önderleri, halkı Sudan generallerinin, milislerinin, istihbaratçı takımının gazabından korumak için “uslu” durmaya karar verdi… ve Sudan Suriye’den kat kat beter oldu!

Bir toplumun gelişmesi büyük sınıfları ve kitleleri boğaz boğaza getirecek tarzda geliştiyse orada yarım iş yapan, halka en büyük kötülüğü yapmış olur.

Marksizm, devrimci hareketlere bunu derinlemesine öğretmişti. Trotskiy, İspanya İç Savaşı esnasında bunu şöyle formüle etmişti: “Devrim sırasında en düşük direniş çizgisi en büyük felaket çizgisidir.” (“İspanya Dersleri. Son Uyarı”, Aralık 1937).

Marksizmi unutanlar, aynen başka alanlarda olduğu gibi, burada da Hemeti’nin Cancavid adlı çetesinin karşısında böyle cascavlak orta yerde kalakalırlar.