Mısır’da Bonapartist darbe!
Mısır’da ordu yenişemeyen iki kamp arasındaki dengeden yararlanarak iki tarafı da birbirine karşı oynadı ve Bonapartist bir darbe yaptı! 30 Haziran günü devrim kampının milyonlarıyla sokağa çıkmasına karşılık, yüz binlerle toplanan Mursi taraftarlarının devlet iktidarının bir boyutunu, hükümeti elde tutuyor olması, iki kampın, karşılıklı birbirini yenilgiye uğratamadığı bir pat durumuna girmesi anlamına geliyordu. Ordu, bu durumdan yararlandı: biçimsel olarak bakıldığında devrim kampından yana tavır alarak bir hükümet darbesiyle iktidara yükseldi. Tabii darbe başarıyla gerçekleştirilebilirse.
Ordu yaklaşık iki buçuk yıl önce, 11 Şubat 2011’de Mübarek’in devrimin basıncı altında yıkılmasına nezaret ediyor, ama aynı zamanda Yüksek Askeri Konsey adı altında iktidarın iplerini kendi eline alıyordu. Tarihin garip bir cilvesiyle devrim burada bir üstü örtülü askeri darbe ile birleşmişti. Bu olaydan bir buçuk yıl sonra, bundan neredeyse tam bir yıl önce, Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi’nin, seçimin ikinci turunda eski rejimin temsilcisi, Mübarek’in eski başbakanlarından Ahmet Şefik karşısında seçimi burun farkıyla kazanmasından sonra, Yüksek Askeri Konsey’in başkanı ve Savunma Bakanı Mareşal Tantavi’yi ve genelkurmay başkanını görevden almasıyla askeri yönetim son buluyordu. Tarihin ironilerinin sonu yok. Bugün askeri bir darbe yapan General El Sisi, eski darbecilerin iktidarına son verilmesi sırasında göreve getirilmişti!
Bugün askeri bir darbe yapan ordu, birincisi, Mursi’den intikamını almış oluyor. Yani ordu kurumunun yaralanan prestijini yeniden tesis etmiş oluyor. İkincisi, ordu bu hareketiyle birbiriyle ne yenişebilen ne de uzlaşabilen iki büyük kamp arasında bir iç savaşın patlak vermesini engellemiş oluyor. Başarıya kavuşursa elbette. İç savaş belirli bir sınıfın hâkimiyetini korumak için var olan devletin en profesyonel gücü olan ordu için kolay kolay razı olunacak bir şey değildir. Bunun önemsiz görülemeyecek bir nedeni, iç savaşın orduyu da mutlaka içine çekeceği gerçeğidir. Kötü olasılık ise ordunun iç savaşta birliğini koruyamaması olasılığıdır.
Ama bu Bonapartist darbe, zafere kavuşursa, bundan çok daha önemli bir şey başarmış olacaktır: devrimi engellemiş olacaktır! 30 Haziran’da Mısır sokaklarında kendini gösteren sosyal güç her hâkim sınıf temsilcisini ürkütecek türdendi. Bütün bir ülkeyi salt insan gücüyle hâkimiyeti altına alabilecek bir insan seliydi. Ordu, bu adımıyla hem onun yanında görünmüş ve böylece en azından bir bölümünün desteğini almış, hem de onun kendi başına daha ileri gitmesini engellemiş oluyor!
Burada devrim kampını burjuvazinin ve ordunun yedeğine bağlayan Ulusal Selamet Cephesi’nin, onun ana gücü konumunda olan Ulusal Halk Cereyanı’nın ve onun önderi Hamdin Sabbahi’nin devasa bir sorumluluğu vardır. Yoldaşımız Sungur Savran, bundan yaklaşık altı ay önce yazılmış bir yazısında Ulusal Selamet Cephesi’nde sosyalistlerin ve sol Nasırcıların burjuvazinin partileriyle bir araya gelerek ellerini kollarını bağlamalarını ağır bir şekilde eleştiriyordu. (Bkz. Sungur Savran, “Arap devriminin sorunları”, Devrimci Marksizm, sayı 17-18, Kış/İlkbahar 2013.) Bugün ortaya çıkan tablo tam da güya devrim kampında yer alan burjuva “liberal” güçlerin devrimi orduya teslim etmiş olmasıdır. El Sisi’nin konuştuğu basın toplantısında, Müslümanları temsilen El Ezher Üniversitesi Büyük Şeyhi Ahmed El Tayyip ve Hıristiyanları temsilen Kıpti Papası II. Tawaros ile birlikte Ulusal Selamet Cephesi’nin sözcüsü, burjuva “liberal” El Baradey de bulunmuş ve böylece darbeye destek vermiştir. Böylece, Mısır devrimi kendi ipini kendi eliyle ordunun eline teslim etmiş oluyor.
ABD, genel olarak durumdan şaşkınlığa düşmüş olsa da son tahlilde darbeyi mahkûm etmekten kaçınmıştır. Bu da gösteriyor ki, Mısır ordusunun darbe yoluyla devrimi engellemiş olması ABD emperyalizmini memnun etmiştir. Ordu darbesinin devrimin aleyhine bir sonuç doğuracağı buradan da belli olmuştur.
Şayet askeri dengelerde beklenmedik bir gelişme olmaz, Mursi taraftarları orduyu püskürtecek gücü kendilerinde bulamazlarsa durum şudur: üç kamptan biri kazandı, biri yenildi, biri de kenara itildi. Devrim kampının durumu acıklıdır: 11 Şubat’tan kısa süre sonra devrimci kitleler ordunun Yüksek Askeri Konsey aracılığıyla kurduğu iktidara karşı ardı arkası kesilmeyen bir mücadele başlatmıştı. Ana slogan “Yaskut yaskut hükm-ül asker!” idi. Yani “Yıkılsın, askeri rejim!” Şimdi asker o rejimi devrim kampının bir bölümünün, özel olarak da önderliğinin desteği aracılığıyla yeniden tesis ediyor!
Kimileri daha şimdiden sonuçsuz halk hareketlerinin nasıl darbe ortamı yaratabileceğini vurguluyor. Türkiye’deki halk isyanını yatıştırmak için halkın ruh durumunu istismar ediyorlar. Mısır’daki gelişmeyi Türkiye’deki halk isyanının aleyhine kullanmaya çalışıyorlar. Yağma yok! Kimse isyana “darbe gelir!” öcüsüyle yaklaşmasın! Kimse darbeden devrim kampının kazançlı çıktığını ileri sürmesin. Darbe devrimin önünü almak için yapılmıştır.
Mısır devrimi modern tarihin gördüğü en güçlü devrimlerden biridir. Muazzam bir kitle katılımı üzerinde yükselmiş, toplumsal desteğini iki buçuk yıl boyunca sürdürmüş, müthiş kahramanca mücadelelerin ürünü olmuştur. Mısır devrimi ordunun bu darbesini de atlatmayı başaracaktır!