Kapitalizm Trump’la ray değiştirirken devrilir mi?

Trump’ın 20 Ocak’tan itibaren görevine ne kadar hızlı ve keskin tedbirler uygulayarak başladığı kimsenin gözünden kaçacak gibi değil. Obama’nın adıyla bilinen sağlık yasasını hedef alan ilk direktifinden başlayarak Meksika duvarı için ilk girişimi yapması, ABD’nin Transpasifik Ticaret Antlaşması’ndan çekildiğini açıklaması, Çin, İran ve Kuzey Kore’ye tehditler yağdırması, her türlü mülteci işlemini 120 gün durdurması, nüfusu ağırlıkla Müslüman yedi ülkenin vatandaşlarına ABD’ye giriş konusunda koyduğu (bir mahkeme kararıyla geçici olarak zora giren) toptan yasak, ABD merkezi basınına savaş açması, danışmanlarının saldırgan demeçleri, bu ve daha birçok uygulama, yolunu belirlemiş, kararlı, inatçı bir başkanla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Yaygın çevrelerde, daha seçim öncesinden başlayan, seçim ile görevi devralma töreni arasında gittikçe yoğunlaşan bir özlem ve beklenti vardı: Trump’ın “normalleşme”si, her politikacı gibi seçim öncesinde söylediklerinden yan çizmesi. Trump'ın tutumu, bunlara ağır bir tekzip oldu. Yeni normal bu! Bunu anlayamayanlar önümüzdeki dönemin mücadelelerinden hiçbir şey anlamamaya, dünya sarsıntı içindeyken bunu dualarla geçiştirmeye çalışan çaresiz seyircilere dönüşmeye mahkûm.

Küreselciliğe alternatif bir politika

“Trump da öteki politikacılar gibi düzelir” hayalleriyle oyalananlar, dünyada ne olup bittiğini anlayamıyorlar. Bugün her yerde aynı türden bir milliyetçilik-korumacılık-saldırganlık-istibdad kırması ideoloji ve politika yükseliyorsa, bunun ardında uluslararası burjuvazinin sözcü ve aydınlarının ve onların ayak izinde sayısız solcu aydın ve partinin on yıllardır öve öve bitiremediği “küreselleşme” diye anılan sürecin, kapitalizmi bir çöküntünün içine fırlatmış olması yatıyor. Burjuvazinin çok geniş kesimleri, uluslararası işçi sınıfının ve emekçilerin uluslararası rekabetin kamçısı altında sömürülmesine dayanan bu yönelişin, sermaye açısından devasa finansal çöküşlerin yuvası olduğunu artık görüyor. Her ülkenin burjuvazisi, batan gemiden kaçmak için yüzünü milliyetçi ve korumacı politikalara dönüyor. Uluslararası ticaret anlaşmalarına, serbest bölgelere, ekonomik bloklara (AB, NAFTA vb.) sırt çevirmek, her ülkenin sermayesinin kendi ulusal ekonomisine dönük faaliyetler yürütmesini sağlamak bu yeni yönelişin ekseni.

Elbette küreselci politikaların sermayeye işçi sınıfı karşısında sağladığı avantajların yerine yeni birtakım politikalar geliştirmek gerekir. Burjuvazinin oluşturduğu yeni iktidar bloğu, her ülkenin işçi sınıfının yabancı kökenli işçilere karşı (bunlar on yıllardır o ülkede oturuyor olsa bile) düşmanlığını kışkırtarak işçi sınıfını bölmeye ve bu temelde büyük burjuvazinin boyunduruğunu sürdürmeye yöneliyor. Bu yüzden, burjuvazinin yeni bloğu milliyetçilik ne demek, ırkçılığı hortlatan bir ön-faşist yönelişe (yani koşullar gerektiğinde faşizme dönüşmeye hazırlığı ve yeteneği olan parti ve örgütlenmelere) yaslanıyor.

Tabii, herkes “gemisini kurtaran kaptan” görevine soyununca, savaş olasılığı da yükselecektir. Bir kere, emperyalizm eski “sosyalist” olarak anılan rejimlerin çöküşünden bu yana, Rusya ve Çin’i köleleştirmek için elinden gelen her hazırlığı zaten yapıyordu. Şimdi Üçüncü Büyük Depresyon döneminin içinden çıkılmaz çelişkileri, emperyalizmin bu ülkelere karşı saldırganlığını keskinleştiriyor, “işi” bitirmeyi acilleştiriyor. Trump yönetiminin Çin’e karşı saldırganlığı bundandır. Trump ile Putin’in yakınlaşması masalı ise Rusya-Çin cephesini bölme operasyonudur. Ama şimdi buna başka çelişkiler de ekleniyor. Trump’ın ilk on beş günü içinde ABD-AB çelişkilerinin aniden tırmanması, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’un adaşını Rusya, Çin ve İslamcı terör ile birlikte AB’ye tehditler arasında sayması, bunun sadece minicik bir ilk ifadesidir.

Bunu anlamayanlar, Trump’ı başıbozuk, hırsına yenilmiş bir başkan, bir sapma olarak görüyorlar. Oysa artık biliyoruz ki, ufkumuzu emperyalist ülkelerle sınırlasak dahi, Avrupa’nın neredeyse tamamı bu yönelişi benimseyen rejim ve partilerle dolu. 2017 içinde seçim yaşayacak üç Avrupa ülkesi (Hollanda, Fransa ve Almanya) bu bakımdan kilit roller üstlenecek.

Alternatifin sefaleti

Bu, çıkar yol değildir. Bu yol tek tek bazı ülkelerde ekonominin canlanmasına, işçi sınıfının da aldatıcı biçimde geçici olarak rahatlamasına yol açabilir. Ama çok kısa süre içinde görülecektir ki, belirli ülkelerin rahatlaması ötekilerin sefalete sürüklenmesiyle (örneğin ABD ile Meksika’nın yakın geleceği böyle görünüyor), giderek dünya ekonomisinin kendi içine kapalı bloklara parçalanması, dünya çapında büyümenin daha da düşük düzeylere gerilemesi sonucunda, ilk başta başarılı görünen ülkelerin dahi eskisinden bile daha kötü bir duruma düşmesiyle sonuçlanacaktır.

Kısacası, uluslararası burjuvazi şu anda ray değiştiriyor. Neredeyse 40 yıla yakın süredir yürüdüğü yoldan, “küreselleşme” diye andıkları piyasa rekabetine dayanan taarruzdan uzaklaşmaya başlıyor. Tabii, bu kötüleşmenin dünya savaşı olasılığı ve faşizmin mi, yoksa 2011’den itibaren önce Akdeniz havzasında, sonra Anglo-Sakson ve Latin Amerika ülkelerinde büyük mücadelelere giren işçi, emekçi ve gençlerin mi güçlenmesine yol açacağı ucu açık bir sorudur. Her durumda dünya kapitalizminin tam ray değiştirirken treni devirmesi yüksek olasılıktır. Aman altında kalmayalım!

Trump’ın “serseri mayın faşizmi” kapitalizmin ihtiyacına cevaptır!

Ama çelişkileri dosdoğru anlamak esastır. Trump sadece uygulayıcıdır. Onun temsil ettiği yöneliş, kapitalist dünya ekonomisinin derinlerinde yatan, uluslararası burjuvazinin ta bağrından fışkıran çelişkilerin ürünüdür.

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2017 tarihli 88. sayısında yayınlanmıştır.