İktidar Bloğunun Çatlağından Çıkan Ses: İlhak!
Egemen Bağış’ın, 28 Şubat öncesi İslamcı hareketinin Kıbrıs yaklaşımlarını yansıtan, “...KKTC’nin Türkiye’ye bağlanması da mümkün olabilir.” sözü çeşitli şekillerde tepkilere sebep olsa da ardında yatan belli başlı somut durumlar vardır. Sadece TC’nin “gerçek niyetini” göstermesi, ya da “fetihçi zihniyet”e indirgenemeyecek bir durum. Çünkü TC burjuvazisi içerisinde süren politik iç savaşın taraflarından TÜSİAD’ın ilhak gibi bir yaklaşımı hiçbir zaman olmamıştır. Kıbrıs’ı ilhak sloganı MSP geleneğinin siyasetidir, yani İslamcı burjuvazinin!
Kaldı ki Kıbrıs sadece Kıbrıs değildir. Bu sebeple, biz, iki sömürge Kürdistan ve Kıbrıs’ı birlikte ele aldık şimdiye kadar. Kıbrıs’ta kurmaya çalıştığımız devrimci Marksist hattı, TC’nin çifte sömürgeciliğine karşı oturttuk. KCK davası ile başlayan Newroz yasağı ile taçlanan “Kürt Açılımı”, İlhak sloganın siyasal iklimidir. Bu süreci Suriye’ye savaş, Newroz’a yasak, Kıbrıs’ı ilhak olarak okumak daha doğru olacaktır. Kıbrıs’a kadar kırılan bu savrulma TC burjuvazisinin önderlik krizinden başka bir şekilde açıklanamaz.
İç Savaş’ın Kıbrıs’ı: (1) Batıcı Laik Burjuvazi ve CHP
TC burjuvazisinin iç savaşının Kıbrıs’a yansıması üzerine netleşmiş noktaları özetlersek, nerden başladığımız ve nereye vardığımız daha anlaşılır olacaktır:
1969 yılında TOBB başkanlığından İslamcı burjuvazinin baş temsilcisi Necmettin Erbakan’ın TOBB Başkanlığı’ndan def edilmesi üzerine görünür kılınan bu politik iç savaş, TOBB liderliğindeki batıcı-laik burjuvazinin ve TÜSİAD’ın ‘74 Kıbrıs işgalinden sonra “ekonomik harekât” için harekete geçmesi ile İslamcı burjuvazi ile aralarında bir cepheye dönüşür. Ekonomik yüzü ile daha çok TOBB ve TÜSİAD ilgilense de bu cephenin en görünür özneleri CHP ve MSP’dir.
‘74-‘78 Döneminde batıcı-laik burjuvazi için Kıbrıs, ilkel birikim olanağı ve sermaye birikimi olarak militarizmin sürdürülmesidir: Önce ekonomik seferberlik, Kıbrıs’ın milli ekonomi ile bütünleşmesi, daha sonra Kara Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı ve Milli Savaş Sanayi TÜSİAD ve TOBB’un Kıbrıs üzerine yoğunlaştırdığı başlıca sloganlar ve politikalardır.
1978 Sonrasında ise yaşanan “dış yardım fonu” krizi ile TÜSİAD Avrupa merkezli bir Kıbrıs çözümünün sözcüsü olur. Hatta TÜSİAD’ın Kıbrıs konumlanması o kadar keskindir ki “ilhak tehlikesi” karşısında sürekli bir uyarı halindedir. Tuncay Özilhan, Cem Boyner ve Ali Koçman gibi TÜSİAD başkanlarının Kıbrıs konusundaki tavırları nettir: Kıbrıs sorunu AB ve ABD ile koordinasyon halinde çözülmelidir. Türkiye’nin ilhakta gözü olmamalıdır. Kıbrıs’ın bütününü alsa bile Türkiye, TC’nin dış dünyada kaybedeceklerine değmez! 1995’te Avrupa merkezli çözüm, Yeni Demokrasi Hareketi ile de TÜSİAD’tan çıkarak seçim malzemesidir. Hatta ’80-’84 döneminde TÜSİAD başkanlığı yapan Ali Koçman, ’86 yılında Özal İle yaptığı bir Kıbrıs ziyaretinde KKTC’nin 1983’teki bağımsızlık ilanına açık tepki göstererek “150 bin kişilik devlet olmaz” vurgusu yapar. 90’lı yıllarda ise Sabancı, Kıbrıs’a yapılacak yatırımların ölü yatırımlar olduğunu vurgular.
TÜSİAD’ın Kıbrıs konusundaki bu politikasına paralel olarak da CHP’nin görüşünü Turan Güneş’ten okumakta fayda var: “Politikada ‘milli dava’, ‘milli dava’ demek hiçbir şey ifade etmez. Dış politikada neyin ne olduğunu bilmek gerekir. Görülüyor ki, uzun tereddütlerden sonra Kıbrıs konusunda federal sistemin tek çıkar yol olduğunu diğer partiler de anlamışlardır. (…) Diyelim ki, Kıbrıs’ı taksim ettik. Bu, bir bölgenin Yunanlılar’a verilmesi anlamına gelmeyecek mi? Yani, Yunanlılar bizim Akdeniz sahillerimize yerleşmiş olacaklar. Halbûki, Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde stratejik bir hedefi olamaz. Çünkü ada bize stratejik açıdan bir şey kazandırmaz. Eğer, taksim edecek olursak, Yunanistan Türkiye karşısında önemli bir güç kazanır. O halde bağımsız kalmasını istememizin nedeni budur. Ada’nın bölünmesi Türkiye’ye bir şey kazandırmaz, Yunanistan’a çok şey kazandırır.” (Akın Simav, Turan Güneş’in Siyasal Kavgaları, Agora, s. 234-235)
İç Savaş’ın Kıbrıs’ı: (2) İslamcı Burjuvazi, MSP ve AKP
Ayrıca İslamcı kanadın Kıbrıs’a bakışını anlamak için Ali Bulaç’ın 14 Temmuz 2010 tarihli Zaman gazetesinde çıkan yazısına bakmakta fayda var:
“Türklerin Kıbrıs çıkarmasının niçin büyük bir heyecan dalgasına yol açtığını çok sonraları bana bilge bir Halepli yaşlı amca anlatacaktı. Kıbrıs çıkarması 1974’te yapılmıştı, bir sene önce Arap- İsrail savaşı yapılmış, bir kere daha bütün Batı-Hristiyan alemi İsrail’in arkasında saf tutmuştu. Daha önemlisi, Müslüman dünyanın son 300 seneden sonra ilk defa Hristiyan dünyanın elinden küçücük de olsa toprak almasıydı Kıbrıs’ın bu açıdan büyük sembolik anlamı vardı.” (akt. Niyazi Kızılyürek, Birikim sayı 263, s. 70)
28 Şubat 1997’ye kadar İslamcı hareket için Kıbrıs yarım bir zaferdir. “Amerika engellemese Kıbrıs’ın tamamını alırdık; esas Kıbrıs fatihi Ecevit değil Erbakan’dır.” Yine bu gelenek için “bağımsız KKTC” gereksizdir. Adı konmamış bir sömürge yerine, “Yedi düvele meydan okuyan” bir ilhak tercih edilendir. 28 Şubat’tan sonra ise genelde TÜSİAD’ın özelde de Yeni Demokrasi Hareketi’nin, yani batıcı-laik burjuvazinin sloganları ile konuşur İslamcı burjuvazi. Burjuvazinin çıkarını kitlenin sosyal hak talepleri ile yoğurup, kitle hareketlerinin soğurulması ile burjuva liderliklerin pasif devrim yöntemleri kullanıldı Kıbrıs’ta da: Özal’dan başlayarak, hükmü olmasa da Yeni Demokrasi Hareketi, TÜSİAD ve en son da AKP, Kıbrıslıların nezdinde bu zokayı hep yutmuşturlar! Eski bütün talepleri İslamcı burjuvazi soğurmuş, kitlenin yeni talepleri de şimdilik sendikal bürokrasinin iki dudağı arasında tutsak durumdadır. TC devleti açısından da Kıbrıs’taki bu liderliksiz kitle şimdilik tehdit unsuru değildir. Bu duruma binaen de AKP de 28 Şubat öncesi İlhak sloganına dönmüştür.
Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri döneminde batıcı-laik burjuvazinin onca basıncına rağmen partiler arasında birbirlerine karşı kullanacakları ‘koz’ oluşmaması için Kıbrıs konusunda ‘taviz’ vermeye kimse cesaret edememiştir. Hatta “Kıbrıs zaferi”ni kullanmak için erken seçim 1. MC hükümetinde iki tarafın da talebidir, ne de olsa Ecevit de Erbakan da fatihtir kendince! 2. MC Hükümeti’nde de silah ambargosundan dolayı zor durumda kalan MC, yine de partiler arası şovenizm yarışından dolayı taviz vermedi.2. MC hükümetinde yer alamayan CHP de TÜSİAD’a taviz vermeye hazır olduğunu çıtlatıyordu. Daha sonra da batıcı-laik burjuvazinin “gülme sırası bizde” dediği 12 Eylül’den sonra, Denktaş uluslararası konjonktürden faydalanarak KKTC’yi ilan etmiştir. TÜSİAD sonradan ne kadar dövünse de olan olmuştur.
Kutsal Soğurma: TÜSİAD-MÜSİAD ortak bildirisi!
İstanbul Borsası, Ticaret ve Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Uluslararası Nakliyeciler ve İthalatçılar Dernekleri, TÜSİAD, MÜSİAD, ve İşadamları Dernekleri’nin imzacıları arasında olduğu 14 Nisan 2004 tarihli “Kıbrıs’ta çözümü destekliyoruz” bildirisi, batıcı-laik burjuvazinin cunta dönemleri dahil, savunduğu Avrupa merkezli Kıbrıs çözümünün bütün TC burjuvazisi tarafından kabul gördüğü önemli bir tarihtir. Daha sonra ise, bu bildirinin de Annan Planı sürecinin de politik ve ekonomik rantını İslamcı burjuvazi yemiştir. Burjuvazinin iç savaşının o tarihten itibaren Kıbrıs cephesindeki görünür kazananı İslamcı Blok’tur. Batıcı-Laik kampın sloganını İslamcı kamp soğurmuştur, üstüne üstük Kıbrıs’ta 90’ların sonunda başlayan sınıf hareketini de soğurarak emperyalizmle birlikte “AB ve Çözüm” sloganı altında referandum yenilgisine uğratmıştır tüm Kıbrıslıları.
İslamcı burjuvazi ve onun temsilcileri açısından daha açık konuşmak gerekirse, MÜSİAD’ın soğurduğu sloganlarla AKP, Türk ve Rum Kıbrıslıları uzun bir süre Kıbrıs’ta çözüm istediğine inandırmıştır.
28 Şubat öncesi sloganlara dönüş!
Bizim açımızdan anlamlı olan, bu ilhak sloganının dile getiriliş şekli ile iktidar sistemindeki çatlağa pansuman olmasa da müdahale olmasıdır. Egemen Bağış gibi, “Türkiye’nin Avrupa’ya dönük yüzü” olan bir kişinin bu sloganı dile getirmesi de ilginçtir. Kıbrıslıların nefret ettiği, eski Kıbrıs işlerinden sorumlu devlet bakanı, yani sömürge bakanı Cemil Çiçek veya şimdiki bakan Beşir Atalay dile getirseydi etkisi daha farklı olurdu.
TC burjuvazisinin iç savaşının yarığında kaybolan Türkiye soluna paralel bir de yarıkta Kıbrıs var: Kıbrıs Türk liderliği, Sosyal Demokrat ve Sendikal Sol liderlikler bu yarıkta kaybolmuştur. Bir kesim İslamcı burjuvaziye, bir kesim ulusal sola soğrulmuştur. Yarıkta kaybolanlar ve tamamen AB hattına oturanlar da cabası. Burjuvazinin iç savaşı ile farklı yönlerde derinleşen Kıbrıs Sorunu, 2012 yılı ile başlayan burjuvazinin önderlik krizinin de eklenmesi ile slogansız kalmıştır. Geçmişte TÜSİAD’ın sloganlarını kitleselleştiren ve soğuran AKP, batıcı-laik burjuvazinin Kıbrıs sloganlarını ve siyasetini tüketmiş ve 28 Şubat öncesi sloganlara dönmüştür: İlhak!
Kıbrıs’ı 28 Şubat günlerinde “Kışla ve Kilise”den ibaret gören İslamcı hareketin iktidar döneminde Kıbrıs yeniden 6-7 Eylül meydanıdır. Gayri Müslimlerin mallarını yağmalamak, canlarına kast etmek kadar helaldir Kıbrıs! Kışla’dan da artık rahatsız değildirler, çünkü 28 Şubat günlerinde rahatsız oldukları ‘kışla’ iç savaşta yenilmiş bir askeri bürokrasidir. Cami ve ilkel birikim olanakları ‘kilise’ toprağı olarak gördükleri Kıbrıs’tadır. Üç dönemlik AKP iktidarının en azından yarısında tamamen Türk Kıbrıslıları ve hatta Rum Kıbrıslıları kendi imajı altında soğurmuş ve önce KKTC liderliğini, daha sonra da sosyal demokrat-sendikal liderliklerinin varoluş sebeplerini ortadan kaldırmıştır AKP.
Sendikal iflas!
Depresyonla birlikte yoğunluğu din/gericilik karşıtlığı üzerinden kurulan yeni muhalefet, sınıf sendikacılığı ile alakasız bir popülist dönem yaşamaktadır. DİSK-TÜSİAD ilişkisi gibi adı konmamış bir Sendikal Platform ilişkisi vardır. Bizde TÜSİAD’ın yerini AB almıştır! Sınıf mücadelesi dışında “Sivil Toplum” alanında çaba harcayan Sendikalar, ilhak sloganı karşısında AB’ye mektup yazarken Özelleştirme Yasası için de mi AB’ye gidecekler, orası meçhul! Sendikaların geçen yıl 4 genel grev yaptığı ve ilk grevle dördüncü grev arasında büyük bir güç kaybı yaşandığı düşünülürse, sınıf mücadelelerinin nasıl sürdürülmesi gerektiği ve tabandan örgütlenmesi gerektiği üzerine daha çok tartışması ve tartıştırması gereken sendikalar burjuvazinin sınıf taarruzları arasındaki zamanlarda nekâhet dönemlerine çekilerek yeni taarruzları bekliyorlar. Kısacası Sendikal Platform, DİSK’in Kıbrıs’taki gölgesi gibidir. TÜSİAD da Kıbrıs Sorunu için AB’ye mektup yolu ile seslenmektedir, Sendikal Platform da!
AB-TC çelişkisine karşı ‘ilhak’ı sloganlaştırmak!
Bağış’ın ağzından çıkan ‘ilhak’ çözümünün arkasında bir süre önce yaşanmış doğal gaz ve petrol krizi ile TC’nin yasal Kıbrıs hükümetini tanımama ısrarı yatmaktadır. Kısacası Türkiye’nin var olanı inkâr etme alışkanlığı! Bir de buna tanımadıkları bir hükümetin AB dönem başkanlık sırasının gelmesi eklenince Egemen Bağış sömürgeci histerisine hakim olamamıştır.
146 devlet tarafından kabul gören 1982 Tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne Mısırla birlikte taraf olan Kıbrıs’ın 17 Şubat 2003 tarihli bir anlaşmayla sınırlarını belirlemiş olmasına, 2 Mart 2004’ten beri TC çeşitli bahanelerle itiraz etmektedir. Yani yaşanan doğal gaz krizi ilk ’bunalım’ değildir!
İki ülke (Mısır ve Kıbrıs), aralarında anlaşılmış olan çizgiyi, üçüncü ülkelerin haklarını etkileyebilecek olan bölgelere kadar uzatmaktan bile sakınmışlardır. Bir başka deyişle, sınır belirlemenin bütün resmi işlemleri ve gerekliliklerine uyulmuştur. (Kıbrıs-Önümüzdeki Yol, Dr.Kypros Chrysostomides; çev: Ahmet An, Say:125-6 )
İş böyle olunca tanımadığı hükümetin anlaşmasını da tanımayan TC, AB dönem başkanlığını da kendince tanımayarak işgal ve istila ederek sömürgeleştirdiği Kıbrıs’ın uluslar arası haklılığını ortadan kaldırdığını sanmakta ve ‘ilhak’ı bir tehdit aracı olarak kullanmayı seçmektedir.
Daha düne kadar AB anayasası tartışmaları sürerken bugün Avrupa iflas etmiş durumdadır. TC’nin ilhak çıkışı, bugün bu kırılma noktasından faydalanma isteğinden başka bir şey değildir.
Burjuvazinin liderlik krizine karşı işçi sınıfı ile tüm ezilenlerin birliği!
İslamcı burjuvazinin liderlik krizi daha da derinleşeceğe benziyor. İlhak sloganını da bu minvalde okumak mümkün. Suriye’ye savaş, Kürtlere KCK davası, Newroz’a yasak, Kıbrıs’ı ilhak… Yasal Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımamak, aslında kendi işgalini tanımamak iç TC burjuvazisi inkâr politikasında ısrar etmektedir Kıbrıs konusunda. Savaşa hazırlanan bu inkârcı Türkiye için de şovenizmi yükseltme olanağı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dönem başkanlığına rest çekmek için 28 Şubat öncesi “Kıbrıs’ı ilhak” sloganının dirilmesi burjuva liderliğin krizinin en açık göstergesidir. Kıbrıs’ta sloganda 28 Şubat öncesine dönen AKP, Kürdistan’da 90’lara dönmüştür ve Suriye’ye girmek için sancı çekmektedir.
TC burjuvazisi İslamcısıyla ve batıcı- laiki ile Kürdistan’da ve Kıbrıs’ta sömürgecidir, anti-demokratik uygulamaların sözcüsüdür. Kıbrıs’ta batıcı-laik burjuvazinin Avrupa merkezli ve İslamcı burjuvazinin ilhakçı olmak üzere slogan farkı vardır; ama iç savaşta galip taraf İslamcı burjuvazi olduğuna göre Avrupa merkezli çözümler hiç olmadığı kadar uzaktır. Yukarda belirttiğimiz gibi ilhak sloganına dönüş de iktidar bloğundaki çatlaktan, Cemaat-AKP ayrışmasından kaynaklıdır. Bu noktada İslamcı hareket için Kıbrıs nostaljidir. Kürdistan’da Newroz’a karşı sürdürülen askeri harekât, Suriye savaşı ve Kıbrıs’ı ilhak sloganı da Gramsci’nin kullandığı manada bir “tarihsel iklim” üçlemesidir. Avrupa’nın iflasının ve Arap devriminin yarattığı “tarihsel iklime” karşı bir iklim!
Kıbrıs Kongresi’nde iki sömürgeyi ve TC’nin çifte sömürgeciliğini birlikte ele aldık. Demokratik hakların savunulduğu Türkiye’de ne gayri müslimlerin başına bir şey gelir, ne Newroz yasaklanır ne de Kıbrıs’ı ilhak sloganı gündeme gelebilir. Antidemokratik uygulamaların bütünlüğü Türkiye Cumhuriyeti’nin politik uygulamalarının sürekliliğidir!
Biz Kıbrıslılar, ilhak sloganına karşı çıkarken Newroz’u savunmak zorundayız, Newroz’u savunurken Ragıp Zarakolu’nun özgürlüğünü de savunmak zorundayız ve Bursa’daki Bosch işçisiyle Amed’de Newroz alanını dolduran Kürtlerin birliği ile Arap devrimini savunmak için Suriye’ye savaşa karşı çıkmak zorundayız!
İslamcı burjuvazi, TC burjuvazisi içerisinde süren iç savaşta batıcı-laik burjuvazi karşısında kazanırken TSK’nın elindeki Kıbrıs mevzisini de ele geçirmiştir. Batıcı-laik burjuvazi de kazansa İslamcı burjuvazi de, biz Kıbrıs’ta Avrupa merkezli çözüm ile İlhak arasına sıkışmış durumdayız. Buradan çıkmanın tek yolu Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye işçi sınıfı ile birlikte Kıbrıslıların öznesi olacağı bir Birleşik İşçi Cephesi’dir!
Bu perspektifi koymak da biz devrimci Marksistlerin işi. Herkes kendi alanında bir diğerinden habersiz çarpışırsa kimse kurtulamayacak!