Hamas yalpalıyor!

Filistin direniş örgütlerinden Hamas,  üzerinde iki yıldır çalışma yapmakta olduğu söylenen yeni “siyaset belgesini” 1 Mayıs akşamı kamuoyuna duyurdu. Açıklanan metin her ne kadar örgütün 1988 yılında yayınlanan programının yerini alacak bir metin olarak deklare edilmemiş olsa da, Hamas’ın izleyeceği hattı göstermesi açısından önemli.

Hamas’ın açıkladığı yeni belge, özellikle bir süredir beklendiği şekilde örgütün Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altına girme isteğini açıkça gösteriyor. Filistin halkının ulusal birliğine yapılan vurgu da bu anlamda metnin önemli unsurlarından. Metinde ayrıca FKÖ’nün yapısının yeniden kurgulanması, adil ve özgür seçimlerin yapılması da isteniyor ve FKÖ, tüm Filistinlilerin ulusal çatısıolarak niteleniyor. Ayrıca, Hamas açık bir şekilde Siyonizm ve Yahudilik arasında bir ayrım yaparak, mücadelesinin Siyonizme karşı olduğunu vurguluyor.

Hamas’ın metni, Siyonist işgale ilişkin hiç de uzlaşmacı olmayan bazı ifadelere yer veriyor. Filistin’in nehirden denize tüm tarihi Filistin topraklarını kapsayacak şekilde tanımlaması, Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tarif etmesi, geri dönüş hakkını vurgulaması, Filistinlilerin başka bir toprak parçasına yerleştirilmesine karşı çıkması, İsrail’in kuruluşunun kanunsuz olduğunu belirtmesi, 100. yılına girdiğimiz Balfour Deklarasyonu’nu hükümsüz sayması ve İsrail’in gayri meşru bir oluşum olduğunu ifade etmesi, Hamas’ın metninin Siyonizm ile uzlaşmayan unsurları. Bunlara, Oslo sürecini ve bunun bir sonucu olan “güvenlik koordinasyonunu” tanımadığını belirtmesi ve Kudüs başkent olmak üzere Filistin topraklarının tamamında kurulmuş tam bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını hedef olarak göstermesi de eklenmeli.

Lakin, bu belgeye, sanki “Hamas yeni kuruluyormuş ve bunun için bir program yayınlamış” gibi bir yaklaşımla bakıldığında, Hamas’ın açıklaması özellikle de Siyonizm ve Yahudiliği ayırması ön plana çıkarılarak olumlu bir gelişme gibi algılanabilir. Oysa içinde bulunduğumuz konjonktür bağlamında bu belge, Hamas’ın bölgedeki “müttefiklerince” ikna edildikten sonraki açık bir geri adımı ve uzlaşmacılığa açtığı bir kapı olarak da okunabilir.

Önce, açıklanan metnin 20. maddesine bakalım. Burada Hamas, “Siyonist oluşumun reddi konusunda bir taviz vermeksizin” ve “Filistin halkının hiçbir hakkından vazgeçmeksizin”, “mültecilerin evlerine geri dönüşünü de içerecek bir biçimde”, 1967 sınırlarında, Kudüs başkentli bir Filistin devletinin kurulmasını bir ulusal konsensüs formülü olarak görmektedir diyor. Aslında Hamas liderleri, daha önceleri de 1967 sınırlarında bir devletin kurulmasına yanaşması durumunda İsrail ile uzun süreli bir anlaşmaya varabileceklerini açıklamışlardı.

1967 sınırlarında bir Filistin Devleti’ni kabul etmek ve bunu tarif ederken mültecilerin geri dönüş hakkından bahsetmek bir hayli çelişkili. 1948 - 1967 arasındaki dönemde topraklarını yitiren Filistinliler ne olacak? Bunlar, bir apartheid rejimi altındaki “İsrail’e” mi dönecekler? Bu soruya Hamas’ın yanıtı, çelişkilere bir yenisini ekliyor. Hamas’ın mücadelesi tüm Filistinliler topraklarına dönene kadar sürecek, ancak örgüt artık İsrail’in yok edilmesine yönelik çağrısını da geri çekecek.

Hamas açıklamalarının bize anlattığı, örgütün, İsrail’i yıkma hedefini belirsiz bir geleceğe havale ettiği. Ancak bunu yaparken de açık davranamıyor. Öncelikle ve daha az önemli olarak, kitle desteğini yitirmemek için bu önemli açıklamayı, zaten daha önceleri de savunduğu açık olan bir dizi ilkeyi sıralayıp, bunların arasına sıkıştırarak yapıyor. Sonra da çıkıp, kurucu tüzüğümüzü yürürlükten kaldırmış değiliz diyor. Kendilerine sormak gerek: Madem yürürlükten kaldırmadınız, neden sadece “yeni” olanı yazmakla yetinmediniz?

Tüm bu çelişkilerin arkasında, Hamas’ın özellikle siyasi kanadının, Siyonistlerle dost bazı bölge ülkelerinin oyuncağı haline gelmiş olması yatıyor. Hamas lideri Halid Meşal, bu değişikliğin dört yıldır tartışıldığını belirtmiş. Bu dört yıl, hangi dört yıl? Hamas, 2012 yılının Şubat ayında (Ürdün’den kovulmasının ardından 13 yıldır faaliyetlerini sürdürdüğü) Suriye’den ayrıldı ve Katar’a yerleşti. Katar’ın Suriye iç savaşındaki gerici rolünü burada tekrarlamaya lüzum yok. Demek ki, bu “yenilenme” projesi, örgütün Katar’a yerleşmesinden bir süre sonra gündeme geldi. O halde bu dönemi iyi anlamak gerek.

Hamas Katar’a yerleştiği bu yeni dönemde bir yanda kendisine Siyonizme karşı mücadelesinde en büyük desteği sunan İran, diğer yanda ise Suud-Katar-Türkiye kampları arasında yalpalamaya başlamıştı. Örgütün askeri kanadı, İran ile daha yakın durulmasını isterken, siyasi kanat, mukim olduğu Katar ve Türkiye ile ilişkilerin sıcak tutulmasını istemekteydi. Aralık 2015 sonrasında Suudi Arabistan’ın önderliğinde oluşturulan “Teröre Karşı İslam İttifakı” adlı emperyalizm ve Siyonizm yanlısı birlik, Hamas açısından işleri daha da karmaşık bir hale sokmuş olmalı. Düşünsenize, müttefikleriniz (hatta artık neredeyse hamileriniz) düşmanınızla ittifaka yöneliyor! Daha yakın zamanda Türkiye’nin Dışişleri  Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, Hamas’a yönelik olarak silah bırakıp İsrail ile müzakerelere başlaması yönünde baskı yapmış olduğunu, aksi istikamette ise, İran’ın son dönemde Hamas ile olan temasını yeniden arttırdığını hatırlarsak, Hamas’ın yalpalaması daha iyi anlaşılır.

Bu yalpalama, yeni siyaset belgesinde Hamas’ın kendisini, tarihsel olarak parçası olduğu Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinden ayırmasında da kendisini gösteriyor. Bu manevranın özellikle “Teröre Karşı İslam İttifakı” bileşenlerinden Suudi Arabistan ve Mısır’ın gönlünü hoş tutmak için yapıldığı da açık. Keza, Suud’un Hamas’a yaklaşımı, özellikle İhvan bağlantısından dolayı hep olumsuzdu. (Vahhabi Suud ile bütün Arap dünyasında iktidarı hedefleyen İhvan arasında derin çelişkiler olduğu biliniyor.)

Sonuçta, her ne kadar uzlaşmaz sözlerin arasına gizlenmiş olsa da, Hamas’ın 1967 sınırlarını baz alacak bir “ara çözüme” ikna edildiği anlaşılıyor. Bunun arkasında Suud-Katar-Türkiye üçlüsünün (Suud daha geri planda olmakla beraber) olduğu bariz bir şekilde hissediliyor. Suriye’de İran’ın ve Hizbullah’ın askeri anlamda giderek daha etkili olmasıyla Siyonistler açısından gerçek bir felaket senaryosu haline gelen “İran ile komşu olma” olasılığı belirmişken, ve İsrail bunu engellemek için Suriye’ye neredeyse her gün saldırmaya başlamışken, Filistin halkı, örgütlerin hareketsizliğini bıçak intifadaları ile aşmaya çalışırken, bir “ara çözüme” yönelmenin hiç bir ilerici yanı yoktur. Hele ki, emperyalizmin oyuncağı haline gelmiş olan El Fetih ile uzlaşmak için, hiç! Hamas, siyasi İslam’ın genelde “Ortadoğu” halklarına, özelde ise Filistin halkına verebileceklerinin sınırını bizlere yeniden hatırlatmıştır.

Hamas’ın başkan yardımcısı ve Gazze’deki siyasi lideri İsmail Haniye, açıklamanın örgütün prensiplerini değiştirmeyeceğini belirtirken, yapılan değişikliklerin bölgesel gelişmelerle ilgili olduğunu ve dönemin ruhuna uygun olduğunu söylüyor. Oysa dönemin ruhunu bıçak intifadası ve Filistin halkının kahramanca eylemleri yansıtıyor; Hizbullah kuzeyde, Suriye savaşında, ileride Siyonist işgalciye karşı kullanacağı önemli bir deneyim elde ediyor. Dahası, gayri meşru İsrail, Gazze ve Batı Şeria’daki baskılarını günden güne arttırıyor.

“Dönemin ruhu” ile kastedilenin ne olduğunu biz söyleyelim: Trump’ın, Siyonistler ile Suud-Katar-Türkiye üçlüsü ve bunların hempalarının arasını yapma girişimleri! (Zaten Hamas’ın Müslüman Kardeşler ile bağını kopardığını açıklaması da, Trump’ın bölgedeki “aşkı” Sisi yönetimine yapılan bir jest!) Neticede, Hamas’ın 1988 yılında yayınlanan ilk tüzüğü, 1. İntifada’nın damgasını taşırken, bu yeni belge ise, Suud-Katar-Türkiye ile işbirliği ihtiyacının örgütte yarattığı yalpalamaların izlerini taşımakta. İlk belgenin 1. İntifada’nın ateşten günlerinde, çok zor koşullarda yayınlanmasına karşılık, bu yeni siyaset belgesinin Doha’daki Sheraton Oteli’ndeaçıklanmış olması da, bizler için çok şey anlatıyor.

Hepsinden daha tehlikelisi, Mahmud Abbas’ın 3 Mayıs’ta Washington’a yapacağı ziyaret ve burada yeni bir “barış sürecinin” hazırlanması olasılığı. Her ne kadar bu siyaset belgesi, Oslo sürecine açık bir karşı duruşu içeriyorsa da, Hamas’a bundan sonrasında kefil olmak için hiçbir gerekçe yok. Hamas’ı bu sürecin sonunda ayakta tutabilecek tek faktör, askeri kanadın baskısını arttırması olacaktır. Yakın zamanda Hamas’ın Gazze’deki liderliğini El Kassam Tugayları’nın liderlerinden Yahya Senvar’ın seçilmesi, bu doğrultuda bir eğilimin göstergesi olabilir, göreceğiz.

Ama uzun vadede Filistin halkının haklarını koruyacak olan, zaten geçmişte emperyalizme ve Siyonizme teslim olmuş olan El Fetih’ten epeyce sonra, onunla aynı yola girmeye yönelen Hamas değildir. Filistin halkının gerçek kurtuluşu, başta Filistin’in işçileri ve yoksul köylüleri olmak üzere emekçi halkının, daha sonra da Arap proletaryası ve yoksul köylülerinin çıkarlarının gerçek temsilcisi olan devrimci sosyalist hareketler olacaktır. Tarihi Filistin toprakları üzerinde, hem Filistinli’yi hem Yahudi’yi kucaklayacak olan laik, demokratik, sosyalist bir Filistin devleti bu sosyalist hareketin İsrail proletaryasının devrimci güçleriyle el ele vermesi sonucunda kurulacaktır. Bu devlet, gerçek ve tam bir zafere bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu kurulduğunda kavuşmuş olacaktır.