DEYK/CRFI Genişletilmiş Uluslararası Sekretaryası Kararı (Aralık 2012)

Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu (DEYK/CRFI) Genişletilmiş Uluslararası Sekretaryası, 12-19 Aralık 2012 tarihlerinde Atina’da toplanarak dünyada ve çeşitli bölgelerde ekonomik ve politik durumu tartışmış, örgütlenmeye ilişkin meseleleri görüşmüş ve önümüzdeki dönemin faaliyetlerini bir plana bağlamıştır. Bu planın en önemli unsuru, DEYK/CRFI’ın sınıf mücadelelerinde yer alan bütün güçlere ve devrimci sosyalist partilere “Avrupa’da Kriz Üzerine Uluslararası Konferans” adıyla özetlenebilecek bir toplantı düzenleme yolunda yaptığı çağrıdır. Genişletilmiş Uluslararası Sekretarya toplantısı, aynı zamanda dünya durumuna ilişkin bir siyasi sonuç bildirgesi kabul etmiştir. Devrimci İşçi Partisi, Ocak ayında Kürt sorunundaki yeni İmralı süreci ve Paris suikastının yanı sıra Mısır devriminin yeniden alevlenmesi sonucunda çok ağır bir uluslararası gündemle başa çıkmak zorunda kaldığından, ayrıca RedMed (Kızıl Akdeniz) sitesi bu zaman dilimi içinde yayına sokulduğundan dolayı, aşırı yoğunluktan söz konusu bildirgeyi yayına hazırlama fırsatını bulamamıştır. Aradan geçen bir buçuk ay içinde, bu bildirgede ne Avrupa’ya, Arap devrimine, Latin Amerika’ya, Çin’e ve genel olarak ekonomik ve politik krizlere dair yapılmış olan tahlil ve öngörülerde, ne de krizin işçi sınıfı ve ezilenler lehine çözümü için ileri sürülen acil programda herhangi bir değişiklik gerektiren bir gelişme olmadığı için, karar metninin bütün geçerliliğini koruduğu kanısındayız. Devrimci bir enternasyonalist örgütün gerek dünya sorunlarına, gerekse bizim de içinde bulunduğumuz Avrupa ve Ortadoğu bölgelerine yaklaşımını ortaya koyan, bu önemli metni bütün okurlarımıza tavsiye ederiz.

Kahrolsun kemer sıkma politikalarının, işsizliğin, ırkçılığın ve sosyal yamyamlığın Avrupa Birliği!

Kahrolsun Merkel, Monti, Samaras, Rajoy hükümetleri ve bütün kapitalist hükümetler!

Bütün iktidar işçilere! İşçi hükümetleri ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri için ileri!

 

Avrupa Birliği ve Avro bölgesi, kapitalizmin tarihinde görülen en vahim dünya krizinin merkez üssü haline geldi. Beş yıl önce bu kriz dünya kapitalist sisteminin merkezi olan ABD’de patlak vermişti.

Lehman Brothers’ın çöküşünün ardından dünya mali sisteminde yaşanan erime, dünya ölçeğinde Büyük Depresyon’a batış, her yerde hükümetlerin ve merkez bankalarının, özel bankaları kurtarmak üzere onlara devasa miktarlarda para enjekte etmesine rağmen bütün bu çabaların boşa çıkışı, Avrupa devletlerinde borç krizinin patlak vermesine yol açtı. Bu kriz, ilk olarak AB’nin en zayıf halkası Yunanistan’da baş gösterdi. Şimdi ise giderek yayılıyor ve bütün bir Avro bölgesini ve bizzat AB’yi parçalanma tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor.

Halk düşmanı acımasız tedbirler içeren Memorandum bağlamında yapılan bitmek bilmeyen AB Zirveleri ve paketleri yalnızca “Yunan tragedyası”nı sona erdirme konusunda değil, en büyük korku olan, krizin diğer Güney Avrupa ülkelerine “sıçramasını” engelleme konusunda da tamamen başarısız oldu ve kriz AB’nin kalbi Fransa ve Almanya’yı da vurdu. Yunanistan, İrlanda, Portekiz’in ardından, kıta Avrupası’nın sırasıyla dördüncü ve üçüncü büyük ekonomik güçleri İspanya ve İtalya da aynı uçurumun eşiğinde duruyor. Bu durum bütün bir Avrupa ve dünya ekonomisi için hesap edilemeyecek kadar kötü sonuçlar doğurma potansiyeline sahip.

AB ekonomisi, lokomotifi Almanya da dahil olmak üzere resesyona girdi ve bu resesyon 2013’te daha da derinleşecek. 

Avrupa’da sanayinin çöküşü

“Kimin çıplak yüzdüğü deniz alçalınca belli olur”. (ABD’nin ünlü zenginlerinden Warren Buffet’in bir sözü. Ç.N.) Mali balonun sona ermesi ve uluslararası ölçekte kredilerin daralması, kapitalizmin iflasının temel nedenini gözler önüne serdi: sermayenin ve malların aşırı üretimi. Otomobil, çelik, inşaat ve bir dizi başka sektörde şirketlerin fabrikalarını kapatmak, kitlesel ölçekte işçi çıkarmak zorunda kaldığı ve uluslararası şirketlerin sürekliliğinin sorgulanır hale geldiği İtalya ve Fransa’da olan bu. İtalya’da Fiat ve yan sanayii, Fransa’da Peugeot, Arcelor Mittal, yarım yüzyıllık sınai gelişmenin tamamen yeniden yapılandırılmasını gündeme getiren bir dönüm noktasına gelmiş vaziyetteler. Fransa’da yalnızca son üç yılda 900 fabrika kapılarını kapattı. Sanayi sektörünün Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’daki payı yüzde 25’ten yüzde 13’e geriledi. Sermaye ve Hollande hükümeti için büyük şirketleri kurtaracak bir manevra anlamına gelen sanayinin kamulaştırılması ülke gündemindeki tartışmaların merkezine oturdu. Fransız basını, Obama’nın GM ve AIG’e yaptığının aynısının yapılmasını istiyor: büyük ölçekte personel azaltma ve maaşları düşürme yoluna gidebilmeleri için iflas eden şirketlere toplu olarak fon transfer edilmesi. DEYK/CRFI, Fransa ve İtalya’da işçi sınıfının öncülerini sanayi tekellerinin tazminatsız kamulaştırılması için bir kampanya başlatmaya ve bu amaç doğrultusunda işletmelerin işgal edilmesi için gerekli şartları hazırlamaya çağırıyor. Fransız “sosyalizmi” tarafından yayılan “Keynesçi” yanılsamalar, dünya çapındaki aşırı üretim krizinin ağırlaşması ve benzeri görülmemiş bir ticaret savaşına yol açması karşısında eriyip gittiler. Buna karşılık, Financial Times’ın öne çıkan yazarlarından Wolfgang Münchau, Monti tarafından uygulamaya konan kemer sıkma çözümünün İtalya’yı bütünüyle ekonomik dağılmaya götürdüğü uyarısında bulunuyor. Münchau’ya göre İtalya’nın Avro’dan çıkması “ehveni şer” olur!

Avrupa’nın mali krizden çıkışı için ortak bir çözüm olması amacıyla ortaya atılan “bankacılık alanında birlik” projesi, krizde yeni bir cephenin açılmasına yol açtı. Fransa Merkez Bankası başkanı Londra’nın mali piyasadaki merkezi konumunu değiştirme niyetinde olduklarını duyurunca, İngiliz Başbakan Cameron, İngiltere’yi AB’den çıkarma tehdidinde bulundu. Diğer taraftan, Avrupa Merkez Bankası’nı banka krizleri konusunda tek karar mercii haline getirme niyeti, ulusal merkez bankalarının direnci karşısında boşa çıktı. Bir kez daha görülüyor ki Avrupa’nın birliği konusundaki büyük tarihsel sorunu kapitalist temellerde çözüme kavuşturmaya çalışmak “gerici bir ütopya”. Yunanistan, büyük bölümü Yunan bankalarına ait olan kamu borcunu, özel yatırım sahipleri adına, Financial Times’a göre %200 kârla yeniden satın almaya zorlandı.

Merkezkaç ve merkez yönündeki toplumsal, siyasi, finansal, ekonomik, mali ve parasal kuvvetler, parçalanma ve birleşme yönündeki çelişkili eğilimler, ilk ortaya çıktığı haliyle AB projesini paramparça ediyor. Mali parçalanmanın ve üye devletler arasındaki dengesizliklerin yarattığı felaketlere göğüs germek için ortaya atılan, örneğin bankacılık alanında birlik veya mali birlik türünden bütün adımlar, daha da fazla parçalanma yaratıyor. Almanya ve Kuzey bloku ile Güney Avrupa ülkeleri arasında; Almanya ile Fransa arasında; İngiltere ile bütün kıta Avrupası güçleri arasında vs. bütün ulusal ve emperyalist çelişkileri ateşliyor. Dağılma sürecini derinleştiriyor.

Almanya’nın baskın rolü ve ekonomik bağımsızlıktan eser bulunmayan bir dizi AB protektorasından oluşacak birleştirilmiş bir “Alman Avrupası” üzerinde acımasız Ordo-liberalismus’unu empoze etme çabası, bir dizi karşıt emperyalist ulusal çıkarla, güçlü işçi ve halk direnişleriyle, ayrıca Alman kapitalizminin kendi tarihsel sınırlılıklarıyla karşı karşıya geliyor. Almanya diğer Avrupa ülkelerinin her birinden güçlü olsa da, hepsinin toplamından daha zayıf. İhracata dayalı ekonomisi Avrupa ve Çin de dâhil olmak üzere dünya pazarındaki daralmadan büyük zarar görmüş durumda. Avro bölgesinden çıkış veya Alman Markı’na geri dönüş Alman kapitalizmi üzerinde yıkıcı etkiler doğurur.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ve Doğu Avrupa ve Çin’in kapitalist restorasyon yoluna girmesinin üzerinden geçen yirmi yılı aşkın bir süreden sonra, Avrupalı kapitalistlerin eski işçi devletlerini dünya kapitalizmine “entegre etmek” için Alman-Fransız ekseni etrafında, Maastricht Antlaşması ve ortak bir Avrupa para birimi temelinde yarattıkları emperyalist blokun dağılmasına şahit oluyoruz. Onlar kapitalizmin gerilemesine bir çözüm bulmayı umarken, dünya kapitalizminin krizinde yeni bir sayfa açılmış durumda.

Çin

Çin’in 2008 yılında -GSYİH’sinin %25 değerinde- uyguladığı devasa mali “canlandırma” paketi ekonomiyi harekete geçirecek bir faktör özelliğini yitirmekle kalmadı, aynı zamanda ülkenin sınai aşırı kapasitesini daha da kötüleştirdi ve ABD’deki ipotek krizinin ürettiği “balon”a benzer boyut ve özelliklerde bir gayrimenkul spekülasyonuna yol açtı. Avrupa’daki sanayi krizi Çin’deki talep azalması ile bağlantılı; aynı şey maden ithalatında da görülebiliyor, bu da Brezilya’yı çok şiddetli bir biçimde vuruyor. Çin, köylülerin mülksüzleştirilmesi ve işçilerin hiçbir yasal güvence olmadan sömürülmesi yoluyla tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişinin bir sonucu olarak büyük bir toplumsal krizin basıncı altında bulunuyor. İşçi mücadeleleri bütün ülkeye yayılmış durumda; farklı tempolarda, devletten ve bürokrasiden bağımsız bir işçi hareketi şekilleniyor. Köylülerin topraklarına el konmasına ve polis kuşatmasına direnen Wukan Komünü deneyimi Çin’deki siyasi ve sosyal devrim eğiliminin sembolik bir ifadesi.

DEYK/CRFI, Çin’de işçi sınıfı taleplerinin öneminin altını çizer; köylülerin topraklarına el konmasına karşı yerel otoriteleri devirmek ve halk komünleri kurmak suretiyle siyasi devrim yöntemleriyle mücadele edilmesi gerektiğini belirtir ve güçlü bir uluslararası dayanışma aracılığıyla bağımsız bir işçi hareketinin oluşturulmasını desteklemeye çağırır.

Ortadoğu

Avrupa sınırlarının hemen kapısında, onun kriziyle etkileşim halinde Arap dünyasında da bir kriz yaşanıyor.

Mısır’da Mursi hükümetinin, dar kapsamlı ve gerici bir “kurucu meclis” tarafından hazırlanan gerici Anayasa’yı yürürlüğe koyma girişimine karşı gerçekleşen son başkaldırı, devrimde yeni bir aşamaya yol açarak, İslamcılığın kitleleri kontrol etme konusundaki gücünün sınırlı olduğunu apaçık gösterdi. Bu çok önemli bir veri, zira Müslüman Kardeşler, Arap dünyasındaki bütün direniş hareketlerinde, çatışmalarda, krizlerde ve iç savaşlarda temel direk olarak ortaya çıkıyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler Mübarek’ten kalan yapıyla bir uzlaşma hükümeti kurdu, kapitalist sınıfın desteğini elde etti ve emperyalizmin bir aracına dönüştü. Arap devriminin çıkış noktası Tunus’ta işçi sınıfı şimdi de geçici İslamcı hükümet Ennahda’ya karşı mücadele ediyor. Müslüman Kardeşler’in İMF ile tüketim mallarına verilen sübvansiyonların kaldırılması ve devlet kaynaklarının yerel burjuvazi yararına harcanması yönünde anlaşmaya varması ekonomik krizi patlayıcı bir noktaya taşıdı. Öyle ki hükümet, ülke çapında bir başkaldırı tehlikesinden çekindiği için bu anlaşmanın yürürlüğe konmasını birkaç hafta ertelemek zorunda kaldı.

DEYK/CRFI, Mısır halkının hür ve bağımsız bir Kurucu Meclis toplanması yolundaki mücadelesini destekler; işçi sınıfının Mısır devrimindeki öneminin altını çizer ve demokratik devrimin zafere ulaşmasının, yalnızca, sürekli devrim süreci içerisinde, kent yoksullarının ve yoksul köylülüğün desteklediği bir işçi hükümetinin kurulmasıyla mümkün olduğunu belirtir.

DEYK/CRFI, bölgedeki ve Avrupa ve Amerika’daki işçi sınıfını ve halk kitlelerini, ABD, AB, Siyonist emperyalizm, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan gelecek askeri-siyasi müdahalelere, Suriye’deki halk ayaklanmasını çalma girişimlerine ikirciksiz bir biçimde karşı çıkmaya çağırır. Esad’ın istibdat rejimine karşı, emperyalizmden ve ülkedeki gericilikten bağımsız bir devrimci halk hareketi için çağrı yapar. Etnik ve mezhep temelinde bölünmeleri, özellikle de Sünni/Şii ayrılığını derinleştirme yönündeki bütün gerici girişimlere ve İran’a karşı emperyalist Siyonist saldırı hazırlıklarına karşı mücadele etmeye çağırır. Devam etmekte olan Arap devrimlerini yenilgiye uğratarak bütün bir Ortadoğu’da emperyalist denetimi yeniden sağlamayı amaçlayan bütün bu müdahaleleri ve entrikaları yenilgiye uğratmak için mücadele eder.

DEYK/CRFI, kalıcı bir kuşatma altında bulunan Gazze’deki Filistin halkına yönelen Siyonist saldırganlığı mahkûm eder ve Filistinli savaşçıların cesur direnişini selamlar. Devrimci Arap Baharı’nın patlak vermesiyle birlikte Ortadoğu’daki bütün jeopolitik, siyasi ve toplumsal çerçeve dramatik bir biçimde değiştiği için, Siyonist devlet derin bir krize batmış durumda. Netanyahu rejiminin kararıyla Batı Şeria ve Kudüs’te yeni Siyonist yerleşimlerin kurulması, sağlamlaşma yönünde bir adım olmaktan ziyade, panik anında ileriye doğru kaçma çabası anlamına geliyor. Her halükarda, tam da bu çaba, sözde “iki devletli çözüm”ün olanaksızlığını kanıtlayarak, hem Filistinlilerin, hem de Yahudilerin bu kanlı kapandan adım adım çıkmasının tek yolunun, bütün Filistinli mültecilerin ülkelerine dönme haklarını garanti altına alan, hem Filistinli Arap, hem de Yahudi halklarının beraberce barış ve eşitlik içerisinde yaşayabileceği, birleşik, laik ve sosyalist bir Filistin’in kurulmasından geçtiğini bir kez daha kanıtlıyor.

Kendi kaderlerini tayin hakları tamamen güvence altında kalmak üzere Kürt halkını da içeren bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nun kurulması için mücadele görevi, bugün her zamankinden daha güncel.

Latin Amerika

Latin Amerika ve buradaki ulusalcı hükümetler, krizden kaçınmaya veya çıkmaya yarayacak herhangi bir “alternatif model”i temsil etmiyorlar. Latin Amerika, 2008-2009 resesyonunun da gösterdiği gibi, dünya krizinin dışında kalmış değil. O dönemde Meksika, Brezilya ve Peru’yu ABD Merkez Bankası, Arjantin’i ise Çin Merkez Bankası kurtarmak zorunda kalmıştı. Bu kurtarma operasyonunun ardından, diğer kapitalist çevre ülkelerinde olduğu gibi Latin Amerika’da da, kapitalist kriz kendisini çelişkili bir biçimde gösterdi, çünkü 30’lu yıllardaki krizde yaşananların aksine, tarımda kriz yerine fiyatlarda ve hammadde ihracında ciddi bir artış görülüyor. Bu, Çin’in dünya pazarındaki varlığından ve tarım ürünlerinin devlet desteğiyle biyo-yakıt üretiminde kullanılmasından kaynaklanıyor. Ancak bu sürecin yarattığı büyük miktarlardaki toprak rantı yerel bir sanayileşmeye yol açmayıp, metropollerde iflas eden sermayenin, sermaye kaçışı yoluyla kurtarılmaya çalışılmasına hizmet etti. Diğer yandan sanayi üretimini dış rekabete maruz bıraktı: Sanayinin GSYİH içindeki payı her tarafta düştü. Sonuç olarak, genel üretimde ve ticarette geçici bir artış yaşanırken, azgelişmiş ekonomilerin asalaklık rolü daha da derinleşti. Ulusal burjuvaziler, dünya krizinin sunduğu yerel üretici güçleri geliştirme fırsatını kelimenin tam anlamıyla boşa harcadı; bu fırsatı kullanabilmeleri için ilk yapmaları gereken bankaları ve dış ticareti kamulaştırmak, bir tarım devrimi gerçekleştirmek ve Latin Amerika’nın birliğini sağlamaktı. Yatırımlar artmıyor, tüketimdeki artış ise ailelerin sırtına bir ipotek gibi yükleniyor. Mercosur geri çekilmiş durumda; ABD Merkez Bankası’nın para basmasının ve doların değer yitirmesinin yarattığı etkinin bir sonucu olarak dolar bazında enflasyonda da artış yaşandı. Kıtanın bütünleşmesi yönündeki iki temel proje de –kıta çapında boru hattı ve Banco del Sur- iflas etmiş durumda. Çin’den gelen talepteki daralmanın ilk belirtileri, yeni bir mali krizin şartlarını hazırlıyor.

Latin Amerika’da ulusalcı hükümetler devri sona erdi. Latin Amerika çapında grevler ve gençlik mücadeleleri yaşanıyor. Arjantin’de yaşanan son genel grev, işçi sınıfının Kirchner hükümetinden kopuşunu ifade ediyor. Brezilya’da PT’ye yönelik yolsuzluk davası, Brezilya’yı uluslararası mali sermaye ile daha fazla bütünleştiren bir parti için artık son nokta. PT örneğinde de görüldüğü gibi, sözde işçi partilerinin (merkezci işçi partilerinin) sınıfın bağımsızlığını sağlama konusunda yetersiz oldukları, kafa karıştırıcı ve karşı-devrimci rolleri uzun zaman önce açığa çıktı. DEYK/CRFI, Latin Amerika’nın birliğinin yalnızca sosyal devrimle sağlanabileceğini ilan eder. Burjuva milliyetçiliğinin karşısına, devrimci sol ile kendisini sendikal bürokrasiden kurtaran işçi hareketinin birleşmesi yoluyla proletaryanın siyasi bağımsızlığını koymaya çağırır. Arjantin’de Solun ve Emekçilerin Cephesi’nin yükselişi, seçimler de dâhil, devrimci solun kitlelere nüfuz edebilme olanaklarını gösteriyor. Ancak burada söz konusu olan yalnızca bir cephe taktiği değil: Partido Obrero’nun Arjantin’de devrimci bir parti inşa etme politikasının bir sonucu ve sistematik ürünü.

Kriz ve iktidar krizi

AB’nin dağılma süreci, ulus-devletlerin ve sınırların aşıldığı, Avrupa tipi bir “ultra-emperyalizm” mitini çürüttü. Aksine, Avrupa’nın ulus-devletleri kendi aralarında çatışma halindeler; bunların bazıları ise İskoçya’dan Bask ülkesi ve Katalonya’ya, çözüme kavuşturulmamış tarihsel sorunların ve kendi kaderini tayin yönündeki meşru ulusal taleplerin var olduğu yerlerde ulusalcı ve ayrılıkçı merkezkaç eğilimlerle karşı karşıya.

Avrupa emperyalizminin ve büyük sermayenin bir aracı olan AB, Avrupa işçilerinin ve halklarının çıkarına “reforme” edilemez veya bir “sosyal Avrupa”ya dönüştürülemez. Kendisi iflas ederken bizi de enkazı altında bırakmadan önce yok edilmesi gerekiyor. AB hapishanesinden kurtulurken çözüm, iflas etmiş bir kapitalist ulus-devlet gömleğini yeniden giymek değil, alternatif bir enternasyonalist perspektif için mücadele etmektir: yani, Avrupa’nın bütün işçileri ve ezilenleri ile birlikte kıtanın sosyalist temellerde birleşmesi, Rusya’yı da içine katacak şekilde Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’nin kurulması için verilecek ortak bir mücadele.

AB, bir çıkmaza girmiş, adım adım ölüyor. Borç-kemer sıkma-resesyon-daha fazla borç şeklinde devam eden kısır döngü milyonlarca işsizden oluşan bir ordu yaratırken, nüfusun geri kalanı da neredeyse kölelik koşulları içerisinde güvencesiz şartlarda aşırı sömürünün boyunduruğu altında yaşıyor. Avrupa’daki toplumsal mimari yıkıma uğramış halde. Genç nesil müzmin işsizliğe mahkûm. Sağlık ve eğitim harap vaziyette. Spekülatif emlak balonu döneminde kredilerle alınan evlerinden çıkarılanlar kitleler halinde evsizlerin ve yoksulların arasına katılıyor. Zalim kemer sıkma politikaları ve güvencesiz çalışma, ücretleri ve emekli aylıklarını hızla düşürüyor. Devlet baskısı şiddetini arttırıyor. Göçmenlere ve azınlıklara yönelik ırkçı tacizler giderek daha zalim bir hal alıyor. Faşist çeteler çoğalıyor. Yunanistan’daki göçmen topluluklarına, Yahudilere, Romanlara, eşcinsellere, solcu örgüt ve bireylere yönelik sistematik saldırılar düzenleyen Nazi “Altın Şafak” örgütünün hücum kıtaları, aşırı sağcı Le Pen’in “ulusal cephe”sinin bir kopyası değildir; Avrupa siyasetinde yeni bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Bunlar, toplumsal çözülmeden kaynaklanan çaresizliği istismar ediyor, büyük sermayedarlar tarafından parasal olarak destekleniyor, burjuvazinin ana akım medyasında teşvik ediliyor ve sürekli bir “Olağanüstü Hal”in yarattığı şartlar altında, giderek yoksullaşan, öfkeli, haksızlığa uğradığını düşünen, diğer bir deyişle gözden düşmüş bir burjuva parlamenter parti sistemi tarafından kontrol edilemeyecek durumda bulunan bir nüfusu denetim altında tutmaya çalışan kapitalist bir devletin himayesi altında hareket ediyor. Bu durum, bütün bir Avrupa için tehlike çanlarının çalması anlamına geliyor.

Burjuva hükümetleri, ister Yunanistan’daki Samaras hükümeti veya İspanya’daki Rajoy hükümeti gibi kısa süre önce seçilmiş olsunlar, isterse Yunanistan’da daha önce başta olan Papadimos’unki veya İtalya’da şimdi görev yapmakta olan Monti’ninki gibi “teknokratlar” hükümeti olsunlar, hepsi bir biçimde başarısızlığa uğramış durumdadır.

Seçimle başa gelmemiş olan, Kasım 2011’de AB tarafından rastgele dayatılan bu “teknokratlar” hükümetleri, burjuva parlamenter demokrasisinin gerilemesinin net bir göstergesi ve açık bir “Olağanüstü hal” ilanıdır. AB’nin ve Yunan hâkim sınıflarının Papadimos hükümetini iktidarda tutma ve “Troyka ile imzalanan Memorandum’u hayata geçirme görevini tamamlayana” dek seçimleri süresiz olarak erteleme girişimi, toplumsal direncin hükümeti destekleyen partileri dağılma tehdidiyle karşı karşıya getirdiği için başarısız oldu. Nihayet, 2012’nin Mayıs ayında erken genel seçim yapılması kaçınılmaz hale geldi ve gerek bir sonuç alınamayan bu seçimlerde, gerekse de Haziran 2012’de yapılan seçimlerde, Yunanistan’ı 1974’ten beri yöneten iki burjuva partisi Yeni Demokrasi ve PASOK’un sırayla iktidara geldikleri iki partili siyasi sistem dağıldı, Papadimos hükümetinin üçüncü ortağı aşırı sağcı LAOS darmadağın oldu. Eskinin hâkim partilerinin yıkıma uğradığı bu seçimlerle birlikte kitlelerin çoğunluğu yüzünü sola döndü ve küçük bir reformist koalisyon olan Syriza’yı ana muhalefet partisi konumunu taşıdı. Ancak diğer yandan, seçmenlerin diğer bir bölümü de Nazi “Altın Şafak” örgütünün tehlikeli yükselişine katkı sağlamış oldu.

Papadimos’un İtalya’daki benzeri Monti ve onun “teknokratlar hükümeti” bir yandan İtalya’da İkinci İtalyan Cumhuriyet’in dağılmaya başladığını ifade ediyor; diğer yandan, giderek daha kötü bir hal alan mali, ekonomik ve siyasi krize herhangi bir çözüm getirememiş bulunuyor.

Herkesin nefret ettiği Troyka’ya ve onun hizmetindeki hükümetlere karşı isyan halindeki Yunanistan’dan kargaşa içerisindeki Rajoy’un İspanya’sına, en başta Güney kıyılarında olmak üzere Avrupa çapında rejim krizleri patlak veriyor.

Kıta ölçeğinde, toplumsal çalkantılar, siyasi rejim krizleri, sınıf çatışmaları, devlet baskısına karşı mücadelenin yanı sıra, Aşırı Sağ’ın faşist hücum kıtalarını ortaya sürecek düzeyde yükselişiyle, iktidar sorununun objektif bir biçimde gündeme geldiği ve işçi hükümetleri için mücadelenin güncellik kazandığı ön-devrimci ve devrimci durumların ortaya çıkışı ile belirlenen bir geçiş dönemi açıldı. Kriz, siyasi iktidar sorununa dönüştü.

Yunanistan’da Syriza, Bask Ülkesi’nde Bildu, Katalonya’da Esquera Republicana ve CUP gibi örneklerde görüldüğü üzere, Sol’un son dönemdeki seçimlerde birçok yerde yaşadığı yükseliş, halk kitlelerin içinde bulundukları vahim koşullara Sol’u iktidara getirerek son verme arayışlarını apaçık bir biçimde gösteriyor.

Ne yazık ki solun çeşitli eğilimleri Yunanistan’daki deneyimden oportünist sonuçlar çıkarıyorlar. Örnek olarak alabileceğimiz Portekiz’deki Bloco de Esquerda, Sol Hükümet şiarını tamamen seçimlerle sınırlı ve parlamenter bir içerikle doldurdu ve Avrupa Birliği’ni savunan bir programa dayandırdı. Bu şiar Yunanistan’da popülerlik ve güç kazandıysa bu, kitleler tarafından geleneksel partileri ortadan kaldırmak ve kemer sıkma politikalarını içeren memorandumun iptalini gündemin birinci sırasına çıkarmak için bir araç olarak benimsenmesinden kaynaklanıyordu. Buna karşılık Bloco de Esquerda Portekiz Parlamentosu’nda Troyka’nın Yunanistan için öngördüğü plana olumlu oy kullandı.

Yunanistan

Kitleler yüzünü sola döndükçe, seçimler yoluyla iktidara gelmeye yaklaşan sol partiler yüzlerini giderek daha fazla sağa dönüyor. Bu konuda Yunan deneyimi oldukça açık.

Haziran 2012 seçimlerinden altı ay sonra, Yeni Demokrasi – PASOK – DIMAR’dan oluşan üç partili Memorandum yanlısı koalisyon, vekillerin partiden ihracı ve her türlü bölünmeyle ifadesini bulan, tükenme ve dağılma emareleri gösteriyor. Depresyon, 1930’larda ABD’de yaşanan Büyük Depresyon düzeylerine ulaşırken ve başta sağlık ve eğitim olmak üzere sosyal hizmetler tam bir yıkım içerisine girerken, toplumsal direniş büyüyor. Yeni Genel Grevler ve büyük kitle seferberlikleri (26 Eylül, 6/7 Kasım, 17 Kasım, 6 Aralık 2012 tarihlerinde), grevler ve kamu çalışanlarına yönelik kitlesel işten çıkartmalara karşı yerel belediye binalarını işgal eylemleri, Sağlık ve Eğitim alanında grevler, Selanik’teki metalurji şirketi BIOME örneğinde olduğu gibi fabrikaların kapatılmasına karşı kitle seferberlikleri, sosyal dayanışma ağlarının kendi kendine örgütlenmesine yönelik çeşitli faaliyetler, mahallelerde kurulan halk meclisleri, antifaşist faaliyetler vs. gerçekleşiyor. Önümüzdeki bahar aylarında yeni bir seçim yapılıp yapılmamasına yönelik tartışmalar sürerken, anketlere göre Sol hükümet beklentisi sürüyor ve Syriza’nın olası bir seçimde birinci gelmesi bekleniyor.

Syriza son aylarda daha da sağa kaymış durumda. Koalisyonun başını çeken “pragmatist” liderler AB’ye ve Avro’ya olan sadakatlerini sürekli vurgulamakla kalmıyor, NATO’dan çıkılmasına yönelik bir sloganın “zamansız” olduğunu düşünüyorlar. İMF ile AB arasında Yunanistan’ın borçlarının sürdürülebilirliği konusunda son yaşanan anlaşmazlıkta, IMF’yi desteklediler. Son yıllarda Atina-Lefkoşa-Tel Aviv arasında Doğu Akdeniz’deki “Münhasır Ekonomik Bölgeler”de bulunan petrol ve doğalgazın ortak olarak çıkarılması konusunda bir ittifak oluşurken, Syriza Sözcüsü Çipras, bu ittifakın devam etmesi için Yunanistan’ı ziyaret eden Siyonist İsrail Devlet Başkanı Şimon Perez ile resmi ve sembolik bir görüşme gerçekleştirdi. Syriza’nın yeni programı, Memorandum’u reddetmekle birlikte, dış borçların yeniden müzakere edilmesini ve borçların tamamının iptali yerine, “Denetim” yoluyla gayri meşru kısmının iptalini savunuyor. Daha da ötesi, Çipras, “Yunanistan ve Avrupa’nın borç krizine çözüm” olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın borçlarını ödeyebilmesi için yürürlüğe konan 1953 anlaşmaları benzeri ütopik bir şemayı ve Avrupa’da yeni bir “Marshall Planı”nın hayata geçirilmesini savunarak, bugünün şartlarıyla 1950’li yıllardaki tarihsel şartları birbirinden ayıran devasa uçurumu görmezden geliyor.

Halihazırdaki benzeri görülmemiş dünya kapitalist krizi bu yanıltıcı ve sahte reformist şemaları yerle bir ediyor ve hayati soruyu tekrar önümüze koyuyor: hangi toplumsal güç, hangi toplumsal ittifaklara dayanarak iktidarı alabilir ve bu tarihsel tıkanıklıktan çıkış yolunu açabilir?

“Yukarıdakiler” artık eskisi gibi yönetemiyorlar çünkü mali spekülatörlerden, bankacılardan, sanayicilerden, armatörlerden ve onların siyasi memurlarından oluşan hâkim kapitalist seçkinler, kitlelerin giderek daha kötü bir hal alan toplumsal yıkım sürecine daha da fazla yıkım getirmek dışında bir çözüm sunamıyorlar. Oysa onların sömürüye dayalı sosyal sisteminin iflasının faturasını, halkın değil kendilerinin ödemesi gerekiyor.

“Aşağıdakiler”, yani işçiler, işsizler, çalışanlar, emekliler, şehirlerdeki ve kırdaki yoksul katmanlar, hepsinden de önce kapitalizmin iflasının ceremesini çeken genç nesil, hayatlarını yok edenler tarafından yönetilmeyi artık daha fazla kabullenemez durumdalar. Bu yüzden giderek daha fazla kitle eylemlerine katılıyorlar ve bu eylemler açık bir şekilde toplumsal başkaldırı eğilimi taşıyor. Yalnızca aşağıdakiler, Halk Meclisleri, Sosyal Dayanışma Ağları, İşçi Savunma Kolları vs. gibi kendi mücadele organları ve eski ya da yeni sendikalar aracılığıyla öz-örgütlenmelerini sağlayarak, geçiş taleplerine yaslanan bir program etrafında, iktidarı alma ve ekonomiyi küçük kapitalist bir azınlığın kârlarını değil büyük çoğunluğun toplumsal ihtiyaçlarını esas alan yeni bir toplumsal temel üzerinde yeniden düzenleme perspektifiyle seferber olarak, bu toplumsal felaketten gerçek bir çıkış yolu sunabilirler.

Sömürülenlerden, ezilenlerden ve bunların örgütlerinden oluşan, eylem içinde kurulacak bir Birleşik Cephe’ye acilen ihtiyaç var. Bu süreçte işçi sınıfının devrimci öncüsünü bir araya getiren siyasi bir mücadele örgütünün etkin bir rol üstlenmesi yakıcı bir önem taşıyor ve bu öncünün inşası bir an bile ertelenemez.

Uluslararası bir konferans için ileri!

Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu Koordinasyonu (DEYK/CRFI), Avrupa’da toplumsal mücadeleler içerisinde yer alan bütün mücadeleci işçilere ve kitle örgütleri ve kolektiflere, özellikle de bunların önderliklerine, devrimci solda yer alan güçlere yönelik olarak, toplumsal felakete karşı direnmek ve onu yenilgiye uğratmak için hazırlanacak bir Acil Program’ı, “geleneksel” bürokratik denetim aygıtından bağımsız ve onun denetimine tabi olmayan bir ortak eylem programını ve yeni bir devrimci önderliğin inşasını tartışmak üzere, bir “Avrupa’da Kriz Üzerine Uluslararası Konferans” toplamaya çağırır.

DEYK/CRFI, uluslararası tefecilere, “piyasaların”, bankaların ve mali sermayenin diktatörlüğüne karşı, milyonlarca insanı soyan ve hayatlarını mahveden BÜTÜN kamu borçlarının iptali ve bankaların işçi denetiminde kamulaştırılması ile yanıt vermeye çağırır.

AB, AMB (Avrupa Merkez Bankası), İMF ve kapitalist hükümetler tarafından dayatılan ve toplumsal yamyamlık anlamına gelen bütün “kemer sıkma” planları derhal durdurulmalıdır. Kendi sömürü sistemlerinin içine düştüğü krizin bedelini, sömürülenler değil, kapitalistlerin kendileri ödemelidir! Çalışan insanların ücretlerinin, emekli aylıklarının ve sosyal haklarının küçük bir azınlığın kârlarına göre değil, toplumsal ihtiyaçlara göre belirlenmesi için savaşmalıyız.

Kitlesel işsizliğe karşı, işten çıkartmaların yasaklanması, iş saatlerinin bütün işçiler arasında paylaştırılması için savaşmalıyız. Yeni istihdam yaratmak için, her halükârda hayati ve acil bir ihtiyaç olan altyapı çalışmaları devlet eliyle arttırılmalıdır.

Büyük sanayi baronları sürekli olarak işçilere, daha fazla maaş kesintisi ve işten çıkartmaları kabul etmeleri, aksi takdirde fabrikalarını kapatacakları veya başka yerlere taşıyacakları tehdidinde bulunuyorlar. Kapatılan veya kitlesel bir biçimde işçi çıkartan fabrikalar karşısında bizim yanıtımız bunları işgal edip tazminatsız olarak el koymak, işçi denetimi ve işçi yönetimi altında tekrar faal hale gelmelerini sağlamak olmalıdır.

DEYK/CRFI, faşizme, ırkçılığa ve azınlıklara yönelik her türlü ayrımcılığa karşı kararlı bir mücadele çağrısında bulunur! Göçmenleri ve bütün ezilen toplulukları savunalım! Rengine, etnik kökenine ve dinine bakılmaksızın bütün işçiler için eşit haklar! İşçiler ve halk hareketleri, faşist çetelere ve devlet baskısına karşı İşçi Savunma Kolları örgütlemelidir.

Burjuva devletinin baskı aygıtı, NATO ve bütün emperyalist askeri üs ve ittifaklar lağvedilmelidir. Afrika’da, Ortadoğu’da, Asya’da ve Latin Amerika’da ezilen ulusların verdiği anti-emperyalist mücadelelerle dayanışmaya!

İşçi sınıfının ve halk kitlelerinin bütün acil ve hayati taleplerinin yerine getirilmesi için savaş naramız şunlar olmalıdır: Kahrolsun bütün kapitalist hükümetler! Yaşasın işçi hükümetleri ve işçi iktidarı! Kahrolsun emperyalistlerin Avrupa Birliği! Yaşasın Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri!

 

Atina, 19 Aralık 2012