2013 Newrozundan bir yıl sonra Kürt sorunu
Bir yıllık yalnızlık
2014 Newrozu “çözüm süreci” olarak anılan gelişmelerin bilançosunun çıkarılması açısından uygun bir dönüm noktası. Çünkü bundan tam bir yıl önce, 2013 Newrozunda Diyarbakır’da yapılan dev kutlamada Abdullah Öcalan’ın silahlı mücadelenin sona erdiğine, barışçı bir mücadele döneminin açıldığına ilişkin mesajı okunmuştu.Bir yıllık bilanço, “çözüm süreci”ne ilişkin o dönemde yaratılan umutların ne kadar boş olduğunu ortaya koyuyor.
O dönemde sürecin üç aşamadan oluşacağı, PKK’nin yurtdışına çekilmesini içeren ilk aşamadan sonra ikinci aşamada yasal değişikliklerle Kürt sorununun çözümünün temellerinin atılacağı, üçüncü aşamada ise PKK’nin silah bırakacağı söyleniyordu. Bir yıl sonra yasal değişiklikler bakımından geldiğimiz yer, x, q ve w harflerinin özgürleşmesidir! Öcalan’la görüşülüyor, ama bütün yetki Erdoğan’ın iki dudağı arasındadır. “Âkil insanlar” adı altında bir şov yapılmadı değil, ama faydasını bilen henüz çıkmadı. Hükümetin tavrı o kadar kayıtsız, o kadar hoyrat ki, ikinci aşamadan o kadar eser yok ki, PKK de birinci aşamayı durdurdu. Yani ikinci aşamaya geçilmesi bir yana, ilk aşama bile tamamlanmadı!
Kürt hareketi bütün bu süre boyunca “süreç” dedi. Ama hükümet bu konuda hiçbir şey yapmadı. Yani Kürt hareketi bir yıl boyunca çözümü kendi başına aradı. Bir yıl boyunca koskoca bir yalnızlık!
Kaçan fırsatlar
Oysa bu bir yıl içinde Türkiye’de neler oldu! Önce 1 Haziran’da başlayıp inişli çıkışlı biçimde Eylül ayına kadar devam eden bir halk isyanı yaşandı. Kürt hevallerimiz Gezi ile başlayan halk isyanı konusunda çelişik açıklamalar yapmaya devam ediyorlar, ama bir hakikat yadsınamaz biçimde ortada duruyor. Türkiye’nin Batısında, özellikle İstanbul’da Kürt katılımının düzeyi konusundaki tartışmada kim haklı olursa olsun, Kürt bölgesinde, özellikle Diyarbakır’da hareket asgari düzeyde kalmıştır. Bu o kadar büyük bir isyandı ki, şayet Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı Gezi Parkına paralel olarak bir hareket başlatsaydı, Tayyip Erdoğan çoktan düşmüştü!
Bunu halk isyanının etkisi altında iktidar blokunun orta yerinden çatlaması ve 17 Aralık sonrası yaşanan iç savaşın iç savaşı izledi. Artık üç aya yaklaşan bu süreçte Erdoğan birkaç kez düşmenin eşiğine geldi. Şayet Kürt hareketi onu ayakta tutmasaydı, belki de şimdi çekilmiş ya da düşmüş olurdu. Kürt hareketinin Erdoğan’ın darbe tezini kabullendiğini söylemek bile eksik olur. Aslında cemaatin Erdoğan’a karşı verdiği mücadeleye “darbe” nitelemesini ilk kez kullanan, Şubat 2012’de Hakan Fidan’ın Oslo dolayısıyla ifadeye çağırılmasına ilişkin olarak 2013 başında Abdullah Öcalan olmuştur! Tabii “darbe” nitelemesi beraberinde hükümetin yolsuzluklarına, bütün faaliyetini delil karartmaya çevirmesine, hukuku ayaklar altına almasına, sansürcülüğüne ara sıra eleştiri yapıp desteğe devam etmenin gerekçesi yapılmıştır.
Kürt hareketi, tarihsel olarak Kürt sorununun çözümü için devrimci bir atılım yapmak üzere yola çıkmışken, şimdi Türkiye’nin tarihinde gördüğü en gerici hükümetlerden birini ayakta tutan bir politika izlemektedir. Oysa Gezi ile başlayan halk isyanı, bütün bu dönem boyunca hükümetin devrilmesini her türlü özgürleşme için muazzam bir olanak yaratacak bir dönüm noktası haline getiriyordu. Kürt hareketi ise düşmekte olan bir siyasi şahsiyete dört elle sarılarak geleceği tehlikeye atmayı seçmiştir.
2013 Newroz mesajının sorunları
Kürt hevallerimiz Gezi ile başlayan halk isyanını, ondan üç ay önce Newroz’da açılan yeni döneme bağlıyor, isyanı bu gelişmenin olanaklı kıldığını ısrarla belirtiyor. Oysa “süreç” açısından “kurucu belge” olarak görülebilecek olan 2013 Diyarbakır Newroz’unda okunmuş olan Öcalan mesajı halk isyanının taleplerinin tam tersi yönde bir siyasi yönelişi ve ittifakı savunuyordu. Her şeyden önce, Kürdistan’ın öteki bölgelerinin Misak-ı Milli’nin tam gerçekleşememesi dolayısıyla Türkiye’nin sınırlarının dışında kalmış olmasına hayıflanmak, Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu’da Araplarla savaşma riskini de göze alarak petrol elde etme, en azından Güney Kürdistan’ı da sömürgeleştirme politikasına destek anlamına geliyordu. Bunu tamamlayan bir yaklaşım da Türkler ve Kürtler için “İslam bayrağı altında ortak yaşam” öngörülmesi idi. Mesajda Alevilere en ufak bir referans olmaması, Ermenilere ise “lobi” muamelesi yapılması Öcalan’ın “süreç” karşılığında Türkiye’nin gerici dış politikasını desteklemeye kararlı olduğunu ortaya koyuyordu.
Öcalan daha sonra milletvekilleriyle görüşmelerinin basına yansıyan tutanaklarında da Erdoğan’ın başkanlığını destekleyeceklerini açıkça ifade ediyordu. Böylece, Kürt hareketinin politikası, salt bir müzakere karakteri taşımanın ötesinde içeride de dışarıda da hükümete destek biçimini alıyordu.
Şimdi Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçme hayalleri halk isyanı tarafından yok edilmiş durumda. Alelade cumhurbaşkanlığı bile tehlikeye düştü. Artık üç dönem sınırlaması bile tartışma masasına geliyor. Suriye politikası yerlerde sürünüyor. “İslam bayrağı altında” yürüme hayalleri Mısır’da İhvan’ın yenilgisi ile tuzla buz oldu. Bu nasıl yatırımdır? Bir yıl sadece yapayalnız geçmemiştir. Aynı zamanda geleceği olmayan bir politik hatta destekle geçmiştir!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mart 2014 tarihli 53. sayısında yayınlanmıştır.