Soğan ekmek ekonomisi emperyalizme teslimiyetin sonucudur

Soğan ekmek ekonomisi emperyalizme teslimiyetin sonucudur

Erdoğan ve AKP iktidarı izlenen ekonomi politikasını “ekonomik kurtuluş savaşı” olarak ilan etti. Bununla ima edilen şey açık. Halkın çektiği çile ekonomik bağımsızlığın bir bedelidir. Eğer soğan ekmek ya da simit yiyerek emperyalist zincirlerden kurtulacak isek ne âlâ… Ama durum böyle değil. Bir kez daha Erdoğan dediğinin tam tersini yapıyor. İktidar emperyalizme karşı mücadele ettiği için değil emperyalizme teslim olduğu için fakirleşiyoruz. Ve daha kötü günler de bizi bekliyor.

Dolarizasyon yani yabancı para mevduatlarının toplam mevduata oranı 20 Aralık operasyonundan sonra dahi yüzde 61 gibi bir seviyede. Bunun anlamı Türk parasının artık hükmünün kalmadığıdır. Zaten döviz korumalı mevduat dedikleri de bunun ikrarıydı. TL tamamen dolara bağlanmış oldu. Merkez Bankası resmi olarak 1, 3, 10, 13 ve 17 Aralık tarihlerinde doğrudan döviz satışı ile yaptığı beş müdahalede 7-8 milyar dolara yakın döviz satmıştı. 20 Aralık ve sonrasında ise Merkez Bankası daha önce 128 milyar doları erittiği yöntemle arka kapıdan kamu bankalarını kullanarak döviz rezervlerini satmaya başladı. Artık bu satışları Merkez Bankası resmi duyurularından takip etmek mümkün değil. Ama TCMB bilanço verilerinde görülen rezerv erimesiyle birlikte tahmin edilebiliyor ve bir 7 milyar doların daha bu vasıtayla satıldığı anlaşılıyor. Türkiye’nin döviz rezervleri her türlü hesaplama yöntemiyle suyunu çekmiş eksiye düşmüş vaziyette. Peki bu rezervler tekrar nasıl doldurulacak?

İşte bu noktada soğan ekmek ekonomisi devreye giriyor. İşçiye emekçiye yapılan ücret zamları ne kadar cüsseli görünse de yüzde 80’in üstüne çıkan gerçek enflasyon karşısında işçi emekçiyi fakirleştirmektedir. Devlet içerideki açıklarını para basarak kapatmakta, bu da enflasyonun üç haneye doğru gideceğini ve fakirleşmenin hızlanarak artacağını göstermektedir. Ancak TCMB’nin matbaaları dolar basmıyor. Emperyalizme olan borçlar tıkır tıkır ve faiziyle ödenmeli. Bunun için de ihracatçıya ucuz işgücü cenneti vaadi devam ediyor. İktidar halkına soğan ekmek yiyin derken turizm adı altında yabancılara gelin Edirne’yi Van’ı Antalya’yı yağmalayın yeter ki döviz getirin diyor. Ancak ne ihracat ne de turizm gelirleri istibdad rejiminin yarattığı kara deliği kapatacak gibi görünüyor. Bu noktada da tabii ki devreye borçlanma giriyor.

Yaklaşık üçte biri kısa vadeli olan 455 milyar dolarlık dış borcun yükü sözümona “ekonomik kurtuluş savaşı” önlemleriyle üç ay içerisinde 1.878 milyar (1 TRİLYON 878 MİLYAR!) TL arttı. Bu süreçte Erdoğan güya yüksek faizle mücadele ediyordu değil mi? Bu süre zarfında piyasa faizleri yüzde 18’lerden yüzde 23’lere kadar geldi. Yabancı para cinsinden borçlanma faizleri yüzde 7’lere ulaştı. Faiz yükü azalmadı, arttı.

Tabii Batılı büyük fonlar artık gelmiyor. Birçok yatırım fonu tüzükleri gereği Türkiye’ye yatırım yapmıyor. Ama Merkez Bankasının arka kapıdan döviz satması gibi Erdoğan da emperyalizmi arka kapıdan davet ediyor. Türkiye’nin döviz açığını kapatmak için Varlık Fonu’nu ipotek ettirerek kapısına gittiği üç ülkeye bakalım. Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Azerbaycan! Ne İslam kardeşliği ne de Türklük bağı… Bu üç ülkenin tek bir ortak özelliği var. Üçü de İsrail’in Ortadoğu’daki en yakın müttefikleri. Bayram değil seyran değilken hahamların saraya gidip Erdoğan’ı kutsaması, Erdoğan’ın İsrail’le ilişkilere övgüler düzmesi, Siyonist katiller yeni yıla Filistinlilerin evlerini yıkarak ve Gazze’yi bombalayarak girerken Beştepe’nin ölüm sessizliğine girmesi tesadüf olabilir mi? Elbette ki değil!

Türk lirası dolara teslim! Gümrükler Gümrük Birliği dolayısıyla AB’ye teslim! Ordu NATO’ya teslim! İşçinin emeği emperyalist sömürüye teslim! Çiftçi emperyalist tekellere teslim! Varlık Fonu İsrail köpeği Körfez sermayesine teslim! Ve biz ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz öyle mi? Yok öyle yağma! Ekonomik kurtuluş savaşını biz savunuyoruz. Yani işçi sınıfı devrimcileri ve sosyalistler! Bu savaşın gereği emperyalist zincirlerin kırılması, dış borcun reddedilmesi, fabrikaların ve bankaların işçi denetiminde kamulaştırılması, dış ticaretin ve dövizin devlet tekeline alınması, parababalarına servet vergisidir. Bu savaşta soğan ekmeğe talim etmek, porsiyonları küçültmek yok. Emekçi halk etini, sütünü, yumurtasını yiyecek çünkü bu savaş için güç kuvvet gerek. İşçinin devrimci iktidarı tahsilatı sermayeden yapacak, bedeli emperyalistlere ve işbirlikçilerine ödetecek!    

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2022 tarihli 148. sayısında yayınlanmıştır.