Yeni Anayasa tuzağı

Bahçeli anayasası

“Yeni Anayasa” gündemi istibdad cephesinin mevcut Anayasa’yı hiçe sayan baskıcı ve keyfi uygulamaları dolayısıyla ciddi bir itibar sorunu yaşamakta. Bu sorunu aşmak için MHP, mecliste bulunan 16 siyasi partinin tamamının temsilci vereceği 100 kişilik bir komisyon önerisi ile öne çıktı. İnisiyatifi tamamen elinde tutmak isteyen Erdoğan ve AKP cenahından bu önerinin kuşkuyla karşılanması gayet doğaldı ve öyle de oldu. Öte yandan 100 kişilik komisyonun “Yeni Anayasa” tartışmasına meşruiyet sağlamaya yönelik bir müsamereden öte anlam taşımayacağı, nihayetinde meclis aritmetiğinin ve çok daha önemlisi yarı-askeri rejim içindeki silahlı güç dengelerinin belirleyici olacağı açık. Aksini düşünmek safdillik olurdu. Ne var ki burjuva demokrasisine dair kökleşmiş yanılsamalar ve “tek adam rejimi” illüzyonu dolayısıyla sosyalistlerden gelen olumlu tepkiler, MHP’nin müsameresinin alıcısının olacağını düşündürüyor. Belli ki “Yeni Anayasa” sürecine dair solda da tartışma platformları açıldığına tanık olup alternatif anayasa önerileri duymaya başlayacağız. Oysa doğru politika Yeni Anayasa tartışmasına soldan dahil olmak değil bu gündemin arkasındaki sınıfsal çıkarların teşhir edilmesi ve Yeni Anayasa gündeminin dayatılmasının reddedilmesidir.

Anayasa tartışmasının gerçek yüzü

Yeni Anayasa gündeminin Erdoğan’ı üçüncü dönemde yeniden başkan seçtirmeye odaklandığı, diğer her şeyin buna tabi olduğu düşüncesi tamamen yanlıştır. Tam tersi doğrudur. Yeni Anayasa gündemi sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarlarına bağlıdır ve bu doğrultuda yürütülen açılım sürecinin gerekleri tarafından belirlenmektedir. Devrimci İşçi Partisi 2023 yılındaki 7. Kongresi’nde bunu önceden ve çok açık biçimde tespit etmiş bulunuyor: “Anayasa tartışmasındaki esas stratejik yön tekelci sermayenin yayılmacı çıkarlarındadır. Bu çıkarlar resmî ideolojinin ‘yurtta sulh cihanda sulh’ sloganında ifadesini bulan ulusal sınırlar içinde kalarak emperyalist dünya sistemine entegrasyon politikasının aşılmasını gerektirmektedir. Bu dış politika eğilimi 12 Eylül sonrasında giderek şekillenmiş kendini 2. Cumhuriyet tartışmalarında ortaya koymuştur. AKP’li yıllarda ise bu tartışma ‘sivil anayasa’ kod adıyla piyasaya sürülmüştür. Bu yöneliş Türkiye’nin millî sınırlarının sadece fiilen değil resmen de genişletilmesine uygun şekilde formüle edilmesine ihtiyaç duymaktadır.” (DİP 7. Kongre kararı: Burjuva cumhuriyeti çöküyor! İşçi sınıfının cumhuriyeti için ileri!)

Yıllardır şu ya da bu ölçüde gündemde tutulan Yeni Anayasa ile ilgili tek somut taslak metin teklifi (kamuoyuna açıklanmamış olmakla birlikte) MHP tarafından hazırlanmış bulunmaktadır. Son dönemde ise Yeni Anayasa ilk dört madde üzerinden bir ön tartışmayla ısındırılmıştır. Binali Yıldırım’ın ilk dört maddeyi tartışmaya açan çıkışının yarattığı ilk çalkantının ardından ilk dört maddenin aynen kalması ve değiştirilemez oluşuna dair bir genel mutabakat oluşmuştur. Ancak bu tartışma da yanılsamalarla doludur. Zira Anayasa’da neyin nasıl yazıldığının değil hangi maddeyi kimin hangi amaçla kullandığı önemlidir. Bu sadece iktidar açısından değil halk için de geçerli. Örneğin Anayasa’daki sendika hakkı ya da toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı işçiler, emekçiler, gençler tarafından hak arama mücadelesinin meşruiyet kaynaklarından biri olarak da kullanılabilmektedir. İktidar ise aynı maddelerin “ama” ile başlayan bölümünden başlayarak bu hakları kısıtlamaya yönelmektedir. Bahçeli’nin başlattığı açılım süreci bir Anayasa tartışmasına bağlanıyorsa mevcut Anayasa’nın bu sürecin hedef ve amaçları açısından eksik kaldığı yönleri olması gerektir. Bu eksiklik elbette ki demokrasi değildir!

Tartışmalar vatandaşlık tanımında odaklanmaktadır. Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınması önemli bir başlık olarak gündemdedir. “Ne mozaiği mermer” ekolü bir anda Kürt kimliğini Anayasa’ya sokmaya hazırlanıyorsa bunun sebebi Türk-Kürt eşitliği olmasa gerektir. Anayasanın vatandaşlık tanımı sınır dışındaki Kürtleri himaye ederek sınırları genişletmeye ve petrol yataklarını Türkiye’nin sömürgeci burjuvazisinin hakimiyeti altına almaya uygun değildir. Eksiklik buradadır. İstenen Anayasa sadece “yeni” sıfatıyla ambalajlanmıştır. İçeriğinde sermayenin çıkarları, gericilik ve yayılmacılık vardır.

Kürt diyerek Kürdün, Allah diyerek Müslümanın kanını dökmek…

Eğer dert Kürt halkının kimlik inkarının bırakılması ve eşitlik taleplerinin karşılanması olsaydı Anayasa’da herhangi bir değişiklik yapılmadan, Kürt kelimesi Anayasa’da zikredilmeden de atılacak sayısız adım vardır. Bu tür adımları görmediğimiz gibi Kürtçenin kamusal alanda kullanımına yönelik geçmişte atılan adımların da geri alındığına tanık olmaktayız. Nitekim son olarak mecliste Dem Parti milletvekili Gülistan Koçyiğit kürsüden Kürtçe, “Cejna zimanê kurdî pîroz be” (Kürt Dil Bayramı kutlu olsun) deyince mikrofonu MHP’li başkanvekili tarafından kapatıldı. Herkes durduğu yerde duruyor. Ancak söylediğimiz gibi sömürgeci burjuvazinin çıkarları Kürt kimliğinin Anayasal olarak tanınmasını gerektiriyor. Bu gereklilik sömürgeci burjuvazinin Özal dönemindeki İkinci Cumhuriyetçi projenin güncel yeni sürümünde de sınır dışındaki Kürtleri himaye ederek yayılma perspektifinden ileri geliyor. “Kart kurt” edebiyatına dayanan inkârcı Türk milliyetçiliği ile Türk sömürgeci burjuvazisinin çıkarları artık çelişmektedir. Öte yandan “Türk” yerine “Türkiyeli” kimliğini ikame etme görüşü yıllar içinde çok yıpranmış yaygın bir alerji yarattığı için adım adım terk edilmiştir. Yeni arayış Türk kimliğinin Kürtleri kapsayacak şekilde yeniden tanımlanması yönündedir.

Bu yeniden tanımlama mevcut vatandaşlık tanımı aynı kalarak da pekâlâ yeni Anayasa’nın dibacesine eklenecek bir ifadeyle yapılabilir. Bir örnek: “Büyük çapta Türk-Kürt kardeşliğiyle inşa ve ihya edilen Türk milleti kimliği yeni yüzyılın demokratik itibarı, haysiyet ve hürriyet timsali olmayı hak etmektedir.” Bu alıntı Devlet Bahçeli’nin 2025 yılı yılbaşı tebrik mesajındandır. Aynı mesaj dikkatle okunduğunda yoğun bir Sünni İslam kardeşliği vurgusu da göze çarpmaktadır. Nitekim daha önce Devlet Bahçeli’nin Anayasa teklifinin dibacesinde “Allah’ın lütfu, kardeşlik ruhu ve vatan sevgisiyle varlık bulmuş biz Türk Milleti” ifadesinin yer alacağını açıkladığını biliyoruz. Sömürgeci burjuvazinin yayılmacı emelleri sınır dışındaki Kürtleri himaye etme doğrultusunda güçlü bir Sünni İslam referansına da ihtiyaç duymaktadır. Nasıl “kart kurt” milliyetçiliği bir engel olarak görülüyorsa aynı şekilde din ve devlet işlerini ayırma düsturuna dayanan “laiklik” engeli de devletin iç ve dış politikasına dini boylu boyunca sokan yeni bir laiklik tanımıyla aşılmalıdır. Önümüzdeki dönemde laiklik kavramının da kamuoyunda tartıştırılmaya başlandığını göreceğiz. Kemalist burjuva laikliğini savunanlar “Allah” kelimesinin Anayasa’da geçmesine karşı çıkan zındıklar olarak gösterilecek, sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarları din perdesinin ardında gizlenecek, emekçi halk kitlelerinde dinsel olarak değil sınıfsal olarak gerici olan Anayasa hamlesine rıza ve destek devşirilecektir.

Yeni Anayasa, sömürgeci burjuvazinin elinde nasıl bir silaha dönüşür?

Bu saiklerle yeni bir Anayasa yapımına soyunmanın sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarlarıyla somut ilişkisi ne olabilir? Başka türlü ifade edersek, bir Anayasa maddesi sömürgeci burjuvaziye nasıl bir siyasi diplomatik silah sunabilir? Cevap, 25 Eylül 2017’de Barzani yönetiminin düzenlediği bağımsızlık referandumundadır. Bu referandumda Kürt halkı yüzde 93 ile bağımsızlığa evet demiş ancak Irak merkezî hükümetinin, Türkiye ve İran’ın desteğiyle yaptığı askerî müdahalesiyle ve ABD’nin de bu müdahaleyi desteklemesiyle “bağımsızlık ilanı” rafa kalkmıştır. Geçen altı yıl içinde koşullar ve saflaşmalar değişmiştir. PKK 12. Kongre kararındaki “3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” ifadesi bu değişen koşullara ve saflaşmalara işaret etmektedir. Bu değişen koşullar ve saflaşmalar bağlamında, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin referanduma dayanarak bağımsızlık ilan ettiği bir durumda buna karşı Irak merkezî hükümeti ve İran’ın tutumu aynı olsa da Anayasa’da Türk kimliğini Kürt kimliğini içerecek biçimde tanımlamış bir Türkiye, bölgedeki Türkmen azınlığın değil Türkmen ve Kürt çoğunluğun meşru hamisi olarak tam tersi yönde bir müdahalede bulunabilir. Peki, ya bu sınırları çizen Lozan ne olacak? Lozan da tam bu yüzden iktidar tarafından (PKK kongresindeki 1924 Anayasası ve Lozan atıflarından yıllar öncesinden başlayarak!) tartışma konusu haline getiriliyor ya! Irak Kürtlerinin bağımsızlık kararına, Kürtlerin, Kürt kimliğini Anayasal olarak tanımış bir Türkiye’ye fiilî entegrasyonunu eklemenin bir aracı ile karşı karşıyayız. Tabii ki İran’a ve İran’ın Irak’taki nüfuzu aleyhinde bu gelişmeyi hayırhah karşılayacağı belli olan ABD ve İngiltere’nin desteği, İsrail’in de onayı ile!

Ne yazdıklarına değil ne yaptıklarına bakın

Gelişmeler bu doğrultuda olur ya da olmaz elbette ki zamanla görülecektir. Koşullar ve saflaşmalar değişmiştir ama hiçbir şey yerli yerine oturmamıştır. Her şey yeniden değişebilir ve muhtemelen de değişecektir. Ancak asla aklımızdan çıkartmamamız gereken şudur ki yaşadığımız tüm sürece sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarları damgasını vurmaktadır. Dolayısıyla nasıl “açılım” bir demokratikleşmeyi gerektirmiyorsa Kürt kimliğinin tanınmasına yönelik adımların Türk-Kürt eşitliğine hizmet etmesi de zorunlu değildir. Tam tersine Anayasa’da Kürt kelimesinin geçmesi, sömürgeci burjuvaziyi çıkarları öyle gerektirdiğinde Kürtleri zapturapt altına almak için en kanlı yöntemlerin yeniden uygulanmasını desteklemekten alıkoymayacaktır.  Anayasa’ya “Allah’ın lütfu” yazması da bu Anayasa ile Batı Asya’da (Ortadoğu’da) yayılmacı maceralara soyunacak olanların Hristiyan emperyalistlerle ve Yahudi Siyonistlerle el ele Müslüman kanı dökmesine mâni olmayacaktır. Unutmayın! Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddesinde Türkiye’nin “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazıyor! Biz Türk ve Kürdün, Türkçenin ve Kürtçenin tam eşitliğinden yanayız elbette ama halkların boğazlaşmasına gidecek niyetlerin ve girişimlerin de tam karşısındayız.