İstibdadın gayri meşru ve yasadışı dayatmalarına hayır! Seçim günü 14 Mayıs değil, bugün!

Sivas katliamının 26. yılı: Hepsi oradaydı! Unutma! Hatırla! Örgütlen ve mücadele et!

Seçim tarihi Erdoğan tarafından açıkça hukuka ve Anayasa’ya aykırı olarak ama istibdad rejiminin keyfi ve baskıcı yapısına uygun bir biçimde 14 Mayıs olarak açıklandı. Amerikan muhalefeti Altılı Masa’nın önde gelen lideri Kılıçdaroğlu hemen bu dayatmayı sineye çekerek güya “hodri meydan” diyen bir havada konuşarak "Sandıklar gelecek, 14 Mayıs’ta seçim olacak. Sandığa gideceğiz, Allah’ın izniyle hep beraber yeni bir başlangıç yapacağız. Güzel bir başlangıç yapacağız" dedi. Bu tutum Erdoğan’a sandıkta hesaplaşmak üzere bir meydan okuma değildir, meydanı daha en başta istibdadın dayatmalarına terk etmek demektir. Daha önce “Anayasa’ya aykırı ama evet” diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek olarak AKP’yle kol kola istibdada giden yollara taş döşeyen, YSK’nın mühürsüz oyları sayarak rejimi değiştiren “mühürsüz” referandumunu sineye çeken Kılıçdaroğlu, bir kez daha aynı yola girmiştir. Peşinden tüm Amerikan muhalefeti aynı yola dökülmüştür. Bu yolun sonu hüsrandır.

Anayasa açık! Kanun açık! Erdoğan adaylığını dayatamaz!

Anayasa’nın 101. Maddesi “bir kimse ancak iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” demektedir. Erdoğan 2014-2018 ve 2018-2023 arasında iki defa seçilmiştir. Üçüncü defa aday olamaz. Bunun istisnası Anayasa’nın 116. Maddesine göre Cumhurbaşkanı’nın ikinci döneminde meclisin erken seçim kararı vermesidir. Meclisin bu kararı alması için beşte üç çoğunlukla (mevcut durumda 360 oyla) karar alması gereklidir. Ancak bu durumda iki defa seçilmiş olan bir kişi üçüncü defa aday olabilecektir. Erdoğan meclis kararı olmadan seçim tarihi açıklayamaz. Açıklarsa 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı adayı olamaz. AKP cenahından gelen “Anayasa değişikliği öncesindeki 2014-2018 dönemi sayılmaz” iddiaları hukuki dayanaktan yoksun olduğu gibi akla ve mantığa da aykırıdır. Bir hukuki yorum değil, devletin baskı aygıtlarıyla desteklenmiş keyfi bir dayatmadır.

Sanki Erdoğan’ın adaylığı engellenmeye çalışılıyormuş gibi bir hava yaratılması tamamen istibdadın çarpıtmasıdır. Muhalefetin “biz Erdoğan’ı sandıkta yenmek istiyoruz” hamasetine girişmesi istibdad cephesinin propagandasına hizmet eder. Tam tersi söz konusudur. Halk iradesine ipotek koymaya çalışan, Erdoğan ve istibdad cephesidir. Erdoğan’ın mevcut Anayasa ve kanunlar çerçevesinde üçüncü defa aday olması imkân dahilindedir. Muhalefet gel 6 Nisan’dan önce bu seçimi yapalım ve bunun için meclisten erken seçim kararını çıkartalım böylece üçüncü defa aday olabilirsin demiştir. Ancak bu imkânı kullanmak Erdoğan’ın işine gelmemektedir. Çünkü Erdoğan ve Bahçeli seçimi geçtiğimiz yıl kendi menfaatlerine göre değiştirdikleri yasa ile yapmak istemektedir. Ayrıca seçim takvimini birinci ve ikinci turları Kurban Bayramı, Hac mevsimi vb. hesapları içeren bir ince ayarla belirlemek istemektedir. Seçimi Haziran’dan Mayıs’a çekerek, kendisine anca küçük bir azınlığının oy vereceğini bildiği üniversite gençliğini seçimden olabildiğince dışlayacağını ümit etmektedir. Anayasa ve kanunlar uygun olmadığında da dayatma ile bunu gerçekleştirmektedir.     

Seçim kanunu değişikliği dayatılamaz!

Bu anlamda geçtiğimiz yıl değiştirilen ve 6 Nisan 2022’de resmî gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren seçim kanunu değişiklikleri tam anlamıyla dayatılmaktadır. Anayasa’nın 66. maddesinde açık hüküm bulunmaktadır: “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz.” Erdoğan’ın ilan ettiği 14 Mayıs tarihi hukuken seçim günü değil “oy verme günü” olarak tanımlanmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu’nun 3. Maddesi’nin 2. Fıkrası “Görev süresi, birlikte yapılan bir önceki seçim tarihi esas alınarak belirlenir. Oy verme gününden geriye doğru hesaplanacak altmış günlük sürenin ilk günü seçimin başlangıç tarihidir” dedikten sonra takip eden 4. fıkrada da “Seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi hâlinde bu karar kırk sekiz saat içinde Resmî Gazete’de yayımlanarak ilân olunur. Bu kararın verildiği günden sonra gelen altmışıncı günü takip eden ilk Pazar günü Cumhurbaşkanı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi birlikte yapılır.” ifadesi mevcuttur. Buna göre 14 Mayıs’ın oy verme günü olarak belirlenmesi için 8-14 Mart tarihleri arasında seçimin yenilenmesine karar vermesi gerekir. 15 Mart tarihi de seçimin başlangıç tarihi olacaktır. Bu durumda da seçim, seçim kanununda yapılan değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl “içerisinde” olduğundan kanunda yapılan değişiklikleri uygulanmaz!

Anayasa’da bu hükmün olmasının bir sebebi ve amacı vardır. Bu hükümler, iktidarların oyun oynanırken kural değiştirmeye çalışmasını, meclis çoğunluğundan aldıkları gücü suiistimal ederek seçim kanunlarında kendi lehlerine olacak değişiklikler yaparak halk iradesine gayri meşru müdahalede bulunmasını engellemek maksadıyla konmuştur. Dünyada ve Türkiye’de genel seçimlerden parti, dernek, kooperatif vb. seçimlerine kadar çeşitli seçimlerle ilgili pek çok benzer hüküm mevcuttur. Nitekim geçtiğimiz yıl seçim kanununda yapılan değişiklikler üç önemli konuda değişiklik yapıyordu. Bunlardan en önemlisi il ve ilçe seçim kurullarında “kıdemli hakim”in yer alması uygulaması kaldırılarak yerine kura sistemi getirildi. Bu değişiklikle seçimlerle ilgili en kritik kararların alındığı kurullarda kendilerinden önce göreve başlamış “kıdemli” hakimleri saf dışı bırakmak, seçim kurullarındaki yargı mensuplarının da istibdadın memurları gibi davranmasını istiyorlar. Yeni yasa ile ittifak sistemini de muhalefeti zora sokacak şekilde değiştirdiler. Seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesi halk iradesine yönelik organize bir müdahaleye demokratik bir sos oldu. Ama bunda bile HDP’nin kapatılması ve yeni partilerin kurulması, ittifakların bozulmasının kolaylaşması gibi olasılıklara dair ince hesapların yapıldığı biliniyor. 

Sandıkta yarışmayanı sandıkta yenemezsin!

O halde kimin kime dayatma yaptığı son derece açıktır. Mesele, Erdoğan’ı sandıkta yenmek yenmemek meselesi değildir. Mesele, Erdoğan’ın ve istibdad rejiminin seçimi en baştan yasadışı ve gayri meşru şekilde manipüle etmeye girişmesidir. Manipülasyon burada kalmayacaktır. İstibdadın dayatmalarında seçim konularında son karar mercii olan Yüksek Seçim Kurulu’nun da araç olarak kullanılmak istendiği anlaşılmaktadır. Anayasa’da “YSK’nın kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz” ifadesi yer almaktadır. İstibdad rejimi, daha önce açık şekilde hukuka aykırı bir kararla mühürsüz oyları geçerli sayan YSK’nın, bu sefer de Anayasa ve ilgili kanunların açık hükümlerine rağmen Erdoğan ve istibdad cephesinin işine gelen kararlar alacağına güvenmektedir. Bu son derece ciddi bir konudur. “Zaten hukuk mu kaldı”, “istediklerini yapıyorlar” diyerek geçiştirilecek, sandıkta yeneriz naifliği ile ele alınamaz. Keyfi baskıcı yönetim olan istibdadın halk iradesini gasp etmesine karşı meşru her yolla direnç göstermezseniz yönetimin keyfi şekilde “istediğini yapması”na bir sınır koyamazsınız. Altılı Masa’nın olası adaylarından biri olan Ekrem İmamoğlu’nun önü yargı eliyle fiilen kesilmiştir. Seçimlere giderken hali hazırda üçüncü büyük parti olan HDP’nin hesaplarına bloke konmuş durumdadır. Kapatma tehdidi HDP’nin üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam etmektedir. Sandıkta yarışmayanı sandıkta yenemezsiniz!

Can güvenliğinin olmadığı yerde sandık güvenliği olmaz

Bu itibarla sandık güvenliği meselesinin de “oy sayımı” ve “sandık müşahitleri” ile sınırlı düşünülmesi de ölümcül bir safdillik olacaktır. Bu satırlar Ahparig Hrant Dink’in bir siyasi cinayetle katledilişinin 16. yıldönümünde yazılmaktadır. Hrant’ın katili kontrgerilla istibdadın kanatları altında sıhhatte ve afiyettedir. NATO mahsulü kontrgerilla DİSK’in kurucu başkanı Kemal Türklerlerin katili, 1 Mayıs, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarının faili, işçi sınıfının ve emekçi halkın düşmanıdır! Bu gizli, kanlı ve kirli yapı icraatlarına devam etmekte ve ülke yaklaşan seçimlere siyasi cinayetlerin gölgesinde gitmektedir. Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayetinin bir iç hesaplaşmanın ötesine işaret ettiği son derece açıktır. Bu cinayetin etrafında adeta bir koruma zırhı oluşturulmuştur. MHP ile irtibatlı ve iltisaklı savcıların özellikle davaya atandığı ve zanlıların korunduğuna dair bulgular ve iddialar basında yer almaktadır. Eş zamanlı olarak Gezi isyanında dövülerek katledilen Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan polisin göstermelik bir ceza ile fiilen mükafatlandırılması, 2017 Diyarbakır Newroz’unda tabancayla ateş ederek Kemal Kurkut’u öldüren polise mahkemece “ceza verilmesine yer olmadığına” hükmedilmesi tesadüf olarak görülemez. Tüm bu gelişmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde istibdadın içindeki güç odaklarının siyasi doğrultusuna uygun düşen cinayetlerin cezasızlıkla karşılaştığı, kontrgerillaya cesaret ve güvence verildiği düşünülebilir. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir. Can güvenliğinin olmadığı yerde sandık güvenliği olamaz!

Altılı Masa’ya güvenmiyoruz! Güvenenleri uyarıyoruz!

Altılı Masa’nın ve genel olarak düzen muhalefetinin “hodri meydan” diyerek ortaya koyduğu cesaret sadece görüntüdedir. Bu tutum, istibdadın en çok işine gelen tutumdur. Altılı Masa, bünyesinde kontrgerilla ile derin ilişkilerini sürdüren unsurlarına güveniyor ve istibdad cephesinin gayri meşru operasyonlarına aynı ile mukabele etmeyi planlıyorsa, bu kavgada, Türkiye emekçi halkının çıkarı da yeri de yoktur! Halka dişini sık, evde otur, seçimi bekle diyenler çoktandır mafya şeflerine, kontrgerilla hiziplerine, emperyalist misyonlara bel bağlamaktadır. Kılıçdaroğlu’nun “şerefli bürokratlar” diye mesaj verdiği kesimlerin, muhalefete bilgi sızdıran, Beştepe’ye Sinan Ateş cinayetinden Borsa spekülasyonlarına kadar bir dizi raporlar uçuran MİT unsurlarının, bir ayağı istibdad cephesinde diğer ayağı Altılı Masa’da olan asker sivil hiziplerin maksatlarını kestirmek güçtür ama dertlerinin halkın ekmeği ve hürriyeti olmadığı açıktır. Biz istibdada karşı bunların hiçbirine bel bağlamıyoruz. Altılı Masa’ya güvenmiyoruz. Güvenenleri uyarıyoruz. Seçim güvenliği adına düzenin güçleriyle birlikte hareket etmek dahası bu güçlerin başat rol oynaması gerektiğini söylemek büyük yanlıştır. 

Seçimimizi ekmek ve hürriyet mücadelesinden yana yapalım!

Biz işçi sınıfının ve emekçi halkın özgücüne dayanan meşru bir direniş hattını, ekmek ve hürriyet mücadelesini işçi sınıfının yöntemleriyle yükseltmeyi öneriyoruz. Fabrikalarımızdan başlamak üzere, tersanelerde, madenlerde, ulaştırmada, hizmet sektöründe, okullarda hastanelerde, mahallelerde köylerde, her yerde iktidar temsilcilerine bu yasa tanımazlığı tanımadığımızı anlatmalı, grev, gösteri, miting, direniş ve tüm meşru yöntemlerle düzenden çıkarı olmayan bütün kitleleri istibdada karşı harekete geçirmeliyiz. Kirli düzenin iki cephesi olan Cumhur ve Millet İttifakları ile bunların dışındaymış gibi gözüken diğer düzen partileri dışında, emekten, hürriyetten yana tüm güçler, gelecekteki seçimlere dair görüşleri ne kadar farklı olursa olsun bugünün seçiminde güç birliği yapmalıdır. Bu güç birliği toplumdaki karşılığını emekçi halkın bağrında derhal bulacaktır.  Yarını beklemeden, seçimini, bugünden mücadeleden yana yapmış olan, ekmeği ve hürriyeti için fabrika/işyeri işgallerine, grevlere, direnişlere giden işçi ve emekçiler dayanacağımız ve güveneceğimiz yegâne güçtür. İstibdadın keyfiliğine ve baskıcı yönetimine emekçi halkın meşru direnişinden başka sınır çekecek bir seçenek yoktur. Metal işçilerinin “istediğini yapar” denen iktidarın grev yasağını nasıl yırtıp attığını gördük.

Yolumuz Kavellerin, Tekellerin, Zonguldak madencilerinin, 15-16 Haziran’ların, dün DGM’yi ezen yarın istibdadı yenecek olan sınıf mücadelesinin yoludur. Esas seçim 14 Mayıs’ta değil, bugündür. Bugün seçimimizi ekmek ve hürriyet için, meşru ve haklı bir sınıf mücadelesinden yana yapmak zorundayız.