14 Mayıs sopalı seçimleri: Halk iradesi tecelli etmedi gasp edildi
14 Mayıs seçimleri için her şeyden önce söylenmesi gereken, bu seçimin adil bir seçim olmadığıdır. Bu gerçeği ilk başta söylemeyen hiçbir seçim değerlendirmesi, gerçeği yansıtmaz. Baştan sona yasadışılıkla, gayri meşru uygulamalarla, baskıyla sürdürülen bir seçim sürecinde gelinen aşamada ıslak imzalı tutanaklarla YSK verilerinin uyuşmadığı sandıklar, pek çok insanda infial yaratmış durumdadır. Bu tutarsızlıkların her seçimde olan türden hatalar mı yoksa daha büyük boyutlu sistematik bir oy hırsızlığı mı olduğu ortaya çıkacaktır. Ancak halkın içinden yükselen infial, başlangıcından itibaren istibdadın sopasıyla ve keyfi uygulamalarıyla yürütülen seçim sürecinin biriktirdiği bir tepkinin tezahürüdür. Muhtemeldir ki yapılan itirazlar YSK eliyle sonuca bağlandıktan sonra, muhalefet partilerinin yaptığı itirazların bir çoğu da kabul edilmiş olduğu için istibdad cephesi karşı atağa geçerek tüm seçim sürecini aklamaya hatta İstanbul Belediyesi seçimlerinde olduğu gibi muhalefeti oy hırsızlığı yapmakla suçlayarak üste çıkmaya çalışacaktır.
Millet İttifakı’nın merkezinde yer aldığı Amerikan muhalefeti ve düzen siyasetinin aktörleri bu gerçeği es geçiyorlar. Çünkü ilk günden itibaren dayatmaları sineye çekerek, seçim günü ve gecesi beceriksizlik, inisiyatifsizlik, iradesizlik örneği göstererek, ilk günden son ana kadar halkı örgütlemek ve mobilize etmek yerine işlemeyen bir seçim makinesinin pasif dişlilerine dönüştüren düzen muhalefeti başka türlüsünü yapamaz. Halkta oluşan moral bozukluğu, dağınıklık ve yılgınlık onlar için bir sorun değil. Tam tersine kitlelerin özgüvenini kaybettikçe kendilerine daha fazla mahkûm olacağını, daha kolay kontrol edilebileceğini düşünüyorlar. Bu sebeple istibdadın baskısına ve dayatmalarına, düzen muhalefetinin tüm bunları sineye çekmesine karşı gerçekler tüm yönleriyle ve apaçık ortaya konmalıdır.
Erdoğan’ın adaylığı da seçim yasası da yasadışı şekilde dayatıldı
Erdoğan’ın üçüncü kez aday olması, açıkça Anayasa’ya aykırı olduğu halde, iktidarın emri altındaki Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararı ve düzen muhalefetinin teslimiyeti ile dayatılmıştır. AKP ve MHP eliyle 6 Nisan 2022’de Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yeni seçim kanunu, kabulünün üzerinden bir yıl geçmeden YSK’nın 18 Mart tarihinde başlattığı seçimde Anayasa ve yasa hükümlerine aykırı olarak uygulanmıştır. Bu sistem meclis aritmetiğinin Cumhur İttifakı’nın lehine oluşmasında etkili olmuştur.
İstibdad rejimi tarafından açıkça Anayasa’nın ayaklar altına alınmasıyla başlayan bir seçim süreci bundan sonraki her aşamasında da istibdadın gölgesinde gerçekleşmiştir. Yasadışı başlayan seçim sürecinin propaganda aşamasının finali de bu açıdan semboliktir. Propaganda yasaklarının başladığı son günün akşamında Erdoğan en büyük ve kritik seçim mitingini Ayasofya’da yapmıştır. Tüm propaganda sürecinde Cumhur İttifakı’nın söylemine damga vuran din istismarının doruk noktası olan bu olay, başta yasadışı aday olan Erdoğan’ın seçim sonrasında da ne yasa ne yasak tanıyacağının bir gösterisidir.
Devletin tüm olanaklarıyla, Merkez Bankası ve Hazine’nin finansmanıyla seçim yarışı
İstibdad rejimi inşa edilirken yapılan kritik yasal değişikliklerden biri seçim sürecinde İçişleri, Adalet, Ulaştırma bakanlarının istifa etme zorunluluğu kaldırılmasıdır. Böylece tüm ülke çapında sandık güvenliğinin AKP İstanbul 2. Bölge 1. Sıra adayı olan Süleyman Soylu’nun emrindeki polis ve jandarma teşkilatına emanet edildiği, bu adayın polis ve jandarma marifetiyle paralel bir seçim takip sistemi kurduğu bir fiili durum altında seçime gidilmiştir. Erdoğan ve Cumhur İttifakı tüm seçim çalışmalarında devlet olanaklarını kullanmıştır. Burada devletin ulaştırma ve tesis olanakları, bakanlık bütçelerinin seçim kampanyasında kullanılması, TCG Anadolu savaş gemisinin AKP seçim bürosuna dönüştürülmesi, hemen her ilde valilik ve kaymakamlıkların yanlı tutumları, devlet televizyon ve radyosu TRT’nin Kılıçdaroğlu’na 32 dakikayla sınırlı süre ayırırken Erdoğan’a ilişkin 42 saati aşkın yayın yapması, nihayet seçim günü devletin Anadolu Ajansı’nın yine Erdoğan ve Cumhur İttifakı lehine sistematik bir manipülasyon gerçekleştirmesi göze batan olgulardır.
Bu süreçte esas önemli olan Merkez Bankası ve Hazine’nin adeta parti kasasına dönüştürülmesidir. Seçim öncesinde döviz kurunun sabit tutulması için milyarlarca dolar Merkez Bankası rezervi çarçur edilmiştir. Hazine seçim ekonomisinin finansmanında kullanılmıştır. Bunların milyonlarca seçmenin siyasal algısını etkilemede en büyük reklam kampanyalarından daha etkili olduğu görülmelidir. Üstelik istibdad cephesinin bu yasadışı ve gayri meşru kampanyasının faturası da seçimin ardından yine emekçi halka çıkartılacaktır.
İstibdadın sopası muhalefetin sırtından eksik olmadı
Muhalefet cephesi istibdadın baskısı altında eşitsiz ve adaletsiz koşullarda seçime gitmiştir. Millet İttifakı’nın olası Cumhurbaşkanı adaylarından Ekrem İmamoğlu, güdümlü bir dava ile siyasi yasak tehdidi altına sokulmuştur. Daha önce karşısında Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını tercih eden, hatta bu doğrultuda elindeki medya olanaklarıyla neredeyse fiili bir kampanya yürüten iktidar cephesi, muhalefetin aday belirleme sürecine doğrudan yargı aracılığıyla da dahil olmuştur. Meclisin üçüncü büyük partisi HDP kapatma davası açılarak fiilen seçim dışında bırakılmıştır. Bu parti Yeşil Sol Parti çatısı altında seçime girmek zorunda kalmıştır. Seçim sürecinde milletvekili adaylarının da arasında bulunduğu çok sayıda HDP/YSP’linin gözaltına alındığı, tutuklandığı operasyonlar yapılmıştır.
Bu operasyonların başında bir tarafta hem İçişleri Bakanı hem de İstanbul 2. Bölge AKP adayı olan Süleyman Soylu diğer tarafında ise Şanlıurfa AKP adayı olan Bekir Bozdağ vardı. En bariz örneğini Erzurum’da Ekrem İmamoğlu’nun mitinginin taşlı saldırıya uğramasında gördüğümüz fiili saldırganlık, oy pusulalarını toplu halde alıp Erdoğan ve AKP’ye mühür basan bunu da sosyal medyada yayınlayanların özgüveni, insanlarla birlikte oy kabinlerine giren, yaşlılar yerine oy kullanmaya kalkan sandık başkanlarının cüreti, muhalefetin önde olduğu sandıkları onlarca kez tekrar saydırtanların girişkenliği bu durumdan kaynaklanıyordu.
Bütün bunların ötesinde seçim propaganda dönemi AKP’nin en önemli sözcülerinin ve bizzat Tayyip Erdoğan’ın seçimi “darbe” ve “işgal” olarak nitelemesine ve gerekirse muhalefetin "üzerinde tepinecekleri” türünden tehditlerine sahne olmuştur.
Düzen muhalefetine güvenen yarı yolda kalır
14 Mayıs seçimleri işte bu koşullar altında yapıldı. Bunları değerlendirmeden Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na zafer kazandı payesi vermek, halkın iradesinin onlardan yana tecelli ettiğini söylemek yanıltıcıdır. Ne var ki ilk günden dayatmaları sineye çeken düzen muhalefetinin seçim günü ve sonrasında da halk arasında yılgınlık ve umutsuzluk yayması şaşırtıcı olmamıştır. İktidara karşı herkesi uysal biçimde kendilerini desteklemeye çağıran, aksi tutumları Erdoğan’ın “ekmeğine yağ sürmek” ile itham eden düzen muhalefeti bir kez daha Erdoğan’ın ve istibdad cephesinin en çok işine yarayan tutumları sergilemiştir.