Anayasa tartışmasının gerçek yüzü
Erdoğan ve Cumhur İttifakı yeniden bir anayasa tartışması başlattı. Muhalefet de bu tartışmada hemen hizalanmaya başladı. Düzen siyaseti bir konuya bu kadar ilgi gösteriyorsa kuşkulanmak lazım. Kesin bunda bir bit yeniği vardır.
Hedef şaşırtma ve çarpıtma
Önce gerçekten bir anayasa tartışması var mı, demokratik ve sivil anayasadan bahsedenler samimi mi ona bakalım. Erdoğan bu tartışmada yine “12 Eylül anayasasından kurtulmak”tan bahsederken, demokratik anayasa derken hedef şaşırtıyor, gerçekleri çarpıtıyor. Çünkü mevcut Anayasa’ya 12 Eylül askeri diktatörlüğünün bile koymak zorunda kaldığı temel hak ve özgürlükleri çiğneyen bizzat kendisi. Bunun en çarpıcı örneği de “grev erteleme” adı altında grevleri yasaklaması. “Sivil anayasa”dan bahsederken de yine hedef şaşırtıyor yine gerçekleri çarpıtıyor. Çünkü özellikle 15 Temmuz’dan sonra iktidarı orduyla bölüşen, güya sivil iktidarın parçası olan Milli Savunma Bakanlığını Genelkurmay’ın uhdesine terk eden, genelkurmay başkanlarını görevlerinden istifa etmeden bu bakanlığa atayan kendisi. Dış politikanın ve iç politikanın kritik konularında askerin sözünden çıkmayan da kendisi! Demek ki “demokratik” ve “sivil” sıfatları birer sostan ibaret. Bir nevi pis kokuları örtmeye yarıyor.
İlk dört madde riyakârlığı: Hem dokunulamaz de hem her gün ayaklar altına al!
Anayasa tartışmasında bir tiyatro oynanıyor. Senaryonun ana konusu Anayasa’nın 4. maddesinde “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” denen ilk 3 madde. Bu ilk üç maddede sırasıyla devletin şekli (Cumhuriyet), Cumhuriyetin nitelikleri (demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti) ve devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti belirleniyor. Sadece AKP’si MHP’si değil, CHP’si İyi Partisi’yle düzen muhalefeti de “ilk dört maddeye dokundurtmayız” diye kırmızı çizgiler çiziyor, milliyetçilik parçalıyor, şov yapıyor. Oysa gerçek yine çok farklı. Gelin bu ilk maddelere bir de işçinin, emekçinin ve ezilenlerin gözünden bakalım. Riyakârlığı ortaya çıkaralım.
Birinci madde: Ya Osmanlı ya Cumhuriyet
Cumhuriyetin 100. yılını cumhuriyetle hesaplaşmaya çeviren bizzat bu iktidarın kendisi. Cumhuriyet padişahlığı bitirdi. Bunlar padişahları öve öve bitiremiyor. Anadolu ve Balkan köylüsünün tepesine çöreklenmiş, halk sefalet içindeyken sarayda sefa süren Osmanlı hanedanını baş tacı etmekle yetinmiyorlar. Utanmasalar Osmanlı’yı eleştirmeyi bile yasaklayacaklar. 1908 Hürriyet devrimini karalıyorlar. Millî Mücadele’nin bir devrim olduğunu unutturmak için her şeyi yapıyorlar. Bunlar mı birinci maddenin bekçisi?
Anti-demokratik istibdad rejimi
Bir rezillik de ikinci maddede. Demokrasi seçimden ibaret değildir. Anayasa Madde 34’te yazıyor: “Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” O zaman neden sendika hakkı için Gebze’den Ankara’ya yürümek isteyen metal işçisinin önüne barikatlar dikildi? Neden Cumartesi Anneleri her hafta tartaklanıyor? Neden işçisi, köylüsü, öğretmeni, öğrencisi, genci, kadını yürüdüğünde önüne barikatlar kuruluyor? Neden Anayasa’daki hakkını kullananlar gazlanıyor, coplanıyor bu ülkede? Toplantıyı gösteri yürüyüşünü geçtik. Derneklerin sendikaların uğradığı baskıları geçtik. Bunların düzenlediği seçim bile anti-demokratik. Her seçim şaibeli. OHAL koşullarında, mühürsüz oylarla anayasa yaptılar, aday olacak rakibin bahçesine helikopterle adam indiriyorlar, taşlı sopalı seçimlerle iktidara tutunuyorlar. Neredeymiş bu demokratik cumhuriyet?
Din istismarı devlet politikası olmuş
Tarikatlar ve cemaatler kamu kurumlarının personel dairesi gibi çalışıyor, din istismarı kapitalist sömürünün hizmetine sunulmuş, din istismarı ile kadın hakları hedefe konuyor, tarikatlarda ayyuka çıkan çocuk istismarı iktidarın çocukları değil tarikatları dokunulmaz gördüğünü kanıtlıyor. Çocuk istismarına, tecavüze, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığa dini dayanak sunan sözde din adamları ortalıkta cirit atıyor. Tekfircilik devletin kolu kanadı altında serpilip büyüyor. Hangi laiklikten bahsediyorsunuz?
Sosyal maskeli kapitalist devlet
Sosyal devlet aslında matah bir şey değildir. Kapitalistlerin işçi sınıfından ve ülkenin “sosyalist” olmasından korktukları için verdikleri bir tavizdir. Cumhuriyet, sosyalist Ekim Devrimi’nin Millî Mücadele’ye verdiği destekle kuruldu. Ama burjuva sınıfı ilk günden bu cumhuriyete çöktü. Cumhuriyet tarihinde sendikal haklardan kıdem tazminatına kadar ne kadar sosyal hak varsa ya işçi sınıfının mücadelesiyle söke söke kazanıldı ya da dünya işçi sınıfının kazanımlarının bir sonucu olarak anayasalara ve yasalara girdi. Bugün tartışılan anayasa işçi sınıfının kazanımlarına karşı yapılan 12 Eylül darbesinin ürünü. Patronlar 12 Eylül’ü “bugüne kadar işçiler güldü gülme sırası bizde” diye karşılamıştı. Şimdi Anayasa’nın ilk maddelerinden bahsedenler 12 Eylül’ün mirasını sahiplenen, özelleştirmelerle, grev yasaklarıyla, sendikalaşmayı engelleyerek, sosyal güvenlik sistemini paramparça ederek “sosyal devlet” namına konuşulacak ne varsa tasfiye edenlerdir. En başta AKP ama daha önceki iktidarlarda yer alan siyasetler de (CHP’sinden MHP’sine) aynı derecede suçludur. Şimdilerde hepsi Mehmet Şimşek’in liberal işçi düşmanı programını desteklemekteler.
Hukuk guguk olmuş!
Hukuk devleti de sosyal devlet gibi kapitalistlerin kendi hakimiyet sistemlerine geçirdikleri bir kılıftan ibarettir. “Hukuk önünde herkes eşittir” lafından daha büyük bir palavra yoktur. Koç ve Sabancı ile işçi Ali, Limaklar Kalyonlarla köylü Hatice hukuk önünde eşit öyle mi? Kargalar güler buna. Ama biçimsel olarak bile hukuk her gün çiğneniyor. Hukuk guguk olmuş! Beştepe’deki sarayın sultası altında, hukukla değil talimatla karar veren bir yargı var. Bir sosyal medya paylaşımıyla tutuklanan da var tek talimatla salınan mafya şefi katliam sanığı da var!
Mazluma karşı aslan, emperyaliste karşı kuzu
Devletin bütünlüğüne gelelim! Kürtler ne zaman hak istese, eşitlik istese, zulme karşı çıksa vatanın, milletin, bölünmez bütünlüğü diye ayağa kalkıyorlar! İkiyüzlüler! Düzenbazlar! Gümrük Birliği ile devletin sınırlarını Avrupa emperyalizmine teslim eden sizsiniz! Türkiye’nin dört bir yanında serbest bölgeler kurdunuz. Oralarda ne Anayasa ne yasaların hükmü geçiyor. Vergi bile toplayamıyorsunuz! Emperyalist sermaye serbestçe bu ülkenin vatandaşlarını sömürüyor, vatandaşa uygulanan yasa emperyalist tekele uygulanmıyor, nasıl bir bölünmez bütünlükmüş bu? İşçiler emekçiler! Vatan millet diyerek Kürdü ezen ama sermayenin çıkarları konu olunca işçinin grevini milli güvenlik gerekçesiyle yasaklayanları, Varlık Fonu’ndan arazilere ve kamu şirketlerine kamu malını parsel parsel satanları, milleti köle emeği olarak emperyalist tekellere pazarlayanları iyi tanıyın!
Yeni anayasa sermayenin ve emperyalizmin ihtiyacıdır
Anayasa tartışmasının altındaki gerçekler bunlardır. Peki neden yeni anayasa tartışması yapılıyor. Gerçekte “yeni anayasa” sermayenin ve emperyalizmin ihtiyacıdır. Sermaye istibdad rejiminin kurumsallaşması ve kalıcılaşmasını istiyor. Sermaye geçmişte “yurtta sulh cihanda sulh” şiarıyla kapitalist devletin sınırları içinde serpilip büyüdü. Şimdi sınırları aşıp yayılmak istiyor. Devlet yapısının sınırların korunmasına değil, genişletilmesine yönelik düzenlenmesi lazım. Ortadoğu’da Afrika’da bu çıkarlar laiklik yerine Sünni İslamcılık temelinde örgütlenmiş bir devlet gerektiriyor. Laiklik dışarı, din istismarı içeri! Kapitalizm krizde. Fatura işçi sınıfına ödetilecek. İşçi sınıfının ne kazanımı varsa silip atacaklar. Sosyal değil esnek anayasa! İşte “yeni” ve “sivil” ambalajlı saldırı paketinin içeriği bunlardır.
Geleceği anayasa tartışması değil sınıf mücadelesi belirleyecek!
İşçiler, emekçiler, köylüler, gençler, ezilenler fabrikada tarlada, şehirde köyde, okulda adliyede her gün “Anayasal hakkımıza saygı gösterin” diye feryat ediyorsa, memlekette “yeni anayasa” ihtiyacı yoktur, mevcut Anayasa’ya dahi uyulması sorunu vardır. Türkiye’nin yeni bir anayasa metnine değil, yeni bir düzene ihtiyacı vardır. Kapitalistler sömürüden, emperyalistler hakimiyetlerinden, ezenler üstünlüklerinden tartışarak vazgeçmez. Dolayısıyla “anayasa tartışması”, “toplum sözleşmesi”, “toplumsal mutabakat” yoktur, sınıf mücadelesi vardır. “Herkesin kendini bulacağı bir anayasa” yoktur ya azınlığın çoğunluğu sömürüp ezdiği bir düzen vardır ya da işçi sınıfının sömürücü azınlığı ezdiği devrimci iktidarı vardır! İşçi sınıfının devrimci iktidarıyla sağlanacak düzende her şey ama her şey baştan aşağı değişecektir!