İşçinin ekonomisi
Ekonomi değil sorunlar büyüyor
2017 yılında ekonomik büyümenin yüzde 7,2 olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam 2016 yılının yüzde 3,2’lik oranına göre hayli yüksek. Ancak bu büyümenin nereden kaynaklandığını tespit etmeli ve bizleri daha fazla büyümenin mi yoksa tam tersine krizlerin mi beklediğini görmeye çalışmalıyız.
Ülke ekonomisi ile ev ekonomisi bazı açılardan birbirine benzer. Mesela bir aile, bir yıl içinde mutfak harcamalarını arttırdıysa ya da çocuk okul çağına geldiyse ve okul masrafları bütçeye eklendiyse ya da evin eşyaları yenilendiyse ya da ev ve araba alındıysa ev ekonomisi büyüyor demektir. Eğer işçi ailesinin geliri arttıysa, miras kaldıysa ya da piyango çıktıysa sorun yok. Ama bunlar yoksa tüm bu harcamaların borçla gerçekleştiğini anlarız. Ailemiz, evi banka kredisiyle almış, çocuğun okul masrafları, mutfak harcamaları vb. için kredi kartına yüklenmiştir. Bu da ev ekonomimizin önümüzdeki dönemde daha da büyüyeceğini değil tam tersine ufukta sıkıntıların olacağını, taksitleri ödemek için kemerlerin sıkılacağını, çalışan aile bireylerinin daha fazla mesaiye kalacağını, belki de ikinci iş bulması gerekeceğini gösterir. Dahası borçlar ödenemezse taksitleri ödenemeyen ev elden gidecek, kapıya haciz memurları dayanacak, pembe tablo bir anda kararacaktır.
Türkiye ekonomisine bakalım. Yüzde 7,2 büyüyen ekonomide kredi miktarı 16,8 milyar lira ile yüzde 21 artmış. Büyüme, yeni yatırımlarla sağlanmamış. Bütçe açığı son iki yılda yarı yarıya artmış ve yüzde 1,5’e çıkmış. Cari açık yani yurtdışına giden parayla yurda gelen para arasındaki fark da aynı şekilde yüzde 3’lerden yüzde 5,5 seviyesine gelmiş. Bu açık da yine faiz yükü altına girip yabancı sermaye çekerek karşılanmış. Yükselen enflasyon, rekor üstüne rekor kıran dolar da cabası.
Özetle Türkiye, bütçesini aşmış, daha fazla borçlanmış, yeni iş yaratmamış, fazla mesai yapmıştır. Ufukta pembe değil kara bulutlar gözükmektedir. Kapitalist ülkenin ekonomisi, kumarbaz ve ahlâksız bir babanın, çoluğun çocuğun hakkını çarçur ettiği eve benzer. Ülkeyi yönetenler, zor zamanda tüm yükü işçi ve emekçinin sırtına yıkacaktır. Patronlar, bankalar ve her daim onların çıkarını kollayan hükümet el ele verecek; işçiye, emekçiye kemer sıktıracaktır. İşçi çıkartmalara gidecek, sermayenin borçlarını devlete yükleyip, emekçinin kapısına haciz memuru gönderecektir. Elbette ki bu kaçınılmaz bir sonuç değil. Çocuklar annesini babasını seçemez ama bir millet kendini yönetenleri değiştirebilir. İşçi ve emekçi halkın çoğunluğunu oluşturduğu bu millet, asalak kapitalistleri ve onların iktidarlarını sırtından atarsa kara bulutların ardında güneşli günlere uyanmak mümkündür.
Gösterge | 2015 | 2016 | Artış (%) | 2017 | Artış (%) |
Büyüme | 6,1 | 3,2 |
| 7,2 (*) |
|
Kredi Miktarı (Milyar TL) | 1.500 | 1.752 | 16,8 | 2.121 | 21,1 |
Bütçe Dengesi / GSYH (%) | -1 | -1,1 |
| -1,5 |
|
Cari Denge / GSYH (%) | -3,8 | -3,8 |
| -5,5 |
|
Enflasyon (%) | 8,81 | 8,53 |
| 11,92 |
|
Dolar / TL | 2,73 | 3,03 | 11,0 | 3,66 | 20,8 |
İmalat Sanayii Kap. Kul. Oranı (%) | 76,8 | 77,4 | 0,8 | 78,5 | 1,4 |
(*) Tahmin
Aspirinle kanser tedavisi olmaz
Reel sektörün döviz açığı 213 milyar dolara ulaştı. Dolar 4 lirayı aşıp avro 5 liraya yürüyünce bu açığın Türk lirası karşılığı yani şirketlere olan yükü daha da arttı. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de bu durumu daha fazla gizleyemedi ve Uludağ Ekonomi Zirvesi’nde alarm zillerini çaldı. Özel sektörün dövizle borçlanmasına sınırlama getireceklerini söyledi. Bir de şirketlere nasihat verdi: “Sizin işiniz döviz piyasalarında oynamak değil, üretmek!”
Mehmet Şimşek’in yanlışı var. Ancak sosyalist ekonomilerde fabrikaların işi üretmektir. Kapitalist ekonomide özel işletmeler sadece ama sadece kâr etmeyi amaçlarlar. Yani kapitalistin işi üretmek değil, kâr etmektir. İnşaat para getiriyorsa bina diker, faiz avantajlıysa faize yatırır parasını. Dövizle oynamak para getiriyorsa dövizle oynar, üretim kârlıysa üretim yapar. Ama Mehmet Şimşek de itiraf ediyor ki klasik sanayi dallarında kâr oranları düşmüş vaziyette.
15 yıllık iktidarlarında özelleştirmelerle tüm ekonomiyi kapitalistlerin kâr güdüsüne teslim ettiler. Elde son kalan şeker fabrikalarını da satıp savıp, devleti ekonomide sıfırlamanın yoluna girdiler. Şimdi de ağlıyorlar. Görüldüğü gibi sorunun kaynağı şirketlerin fazla borçlanması değil kapitalist düzenin ta kendisi. Dolayısıyla getirmeyi düşündükleri dövizle borçlanma kısıtlamasının da kalıcı bir çözüm üretmesi imkânsız. Kanser olmuş ekonomiye aspirin veriyorlar.
Kapitalist kanserin tek çaresi: Sosyalizm!
Ekonomide boyu küçük de olsa tüm vücudun enerjisini emen kanserli hücrenin adı sermayedir. Bu kanserli hücre beslenip büyüdükçe sonunda tüm vücudu öldürür. Bunu yapmadan vücuttan atılması gerekir. Bu kesin tedavinin reçetesi şudur:
Bankaların ve kilit sanayi dallarının kamulaştırılması!
Serbest döviz alım satımının yasaklanması!
Dış ticarette devlet tekeli!
Tüm ekonomide kâr için üretim yerine ihtiyaçlar için sosyalist planlama!
Gerçekten kim bu faiz lobileri?
Faizler ekonomide en çok konuşulan konu. Bir de faiz lobisi var ki kim olduğu bir türlü söylenmiyor ama hep gündemdeler. Adeta karanlık bir odada oturup, ellerinde viski ağızlarında purolarıyla şer planları yapıyorlar. Mesele gizemli hale getirildikçe halkı bu konuda yanıltmak daha kolay oluyor. Oysa mesele o kadar gizemli değil. Görmek isteyen ve göstermek isteyen için gayet açık.
Öncelikle şunu belirtelim ki genel anlamda faizlerin artması bir grup insanın isteği ve komplosuyla olan bir şey değildir. Ekonomik mekanizmaların işleyişi sonucunda ortaya çıkar. Yüksek faiz demek bir ekonominin açıklarının çok olduğunu ve yoğun bir borçlanma ihtiyacı olduğunu gösterir. Giderek borç batağına sürüklenen birinin önce kredi kartı borcunu başka kartla çevirmeye çalışması, sonra yine borçlarını ödemek için bankalardan daha fazla borç alması, en sonunda fahiş oranlardaki faizlere katlanıp mafyanın tefecinin eline düşmesi gibi.
Genelde sanıldığı gibi her faiz artışı bankaların kârlarının da otomatik olarak artacağı anlamına gelmez. Ancak modern ve kurumsal tefeciler olan bankalar her zaman topladığı mevduatı yüksek faizli kredi olarak dağıtarak kâr elde ederler. İş Bankası, Garanti, Akbank, Yapı Kredi modern tefecilikle milyarları kasasına dolduran muteber şirketler. Patronlarının viski ve puroya meraklı olma ihtimali yüksek. Her daim ülke siyaseti ile ilgili planlar içinde olduklarına ise kuşku yok.
Ama dedik ya mesele başka. Tefecinin dini imanı olmaz. Viski içmeyip gülsuyu sürünen, elinden puro yerine tespihi düşürmeyen tefeciler de var. Mesela bugün en yüksek faiz hangi bankada biliyor musunuz? Faiz lobisi düşmanı Erdoğan’ın pek sevdiği Ahmet Çalık’ın Aktif Bank’ı! Peki ya İslami kisve altındaki tefecilere ne demeli? Faizin adını değiştirip kâr payı deyince tefecilik faaliyeti ortadan kalkmıyor. Örneğin bir katılım bankasından 10 bin liralık Hac-Umre finansmanının kâr oranı yüzde 14,4! Biz hacdan umreden kâr değil sevap kazanıldığını öğrendik bu güne kadar. Ama öyle değilmiş. Hac İslam’ın beş şartından biri olabilir ama kapitalizmin tek bir şartı var, o da kâr. Mekke dönüşü borcunuz olan 10 bin liranızın dışında sevabınızın 1.440 lirasını da din tüccarı tefecilere vermeniz lazım. Nedense bu oran bankaların kredi faizi oranlarıyla da aynı! Alın size faiz lobisi…
Sadece yüksek faiz lobisi yok. Bir de düşük faiz isteyenler var. Tayyip Erdoğan bu konuda yalnız değil, arkasında koskoca bir müteahhitler ordusu var. Şehirleri taş yığınına çevirdikten sonra ellerinde kalan konutları vatandaşa düşük faizle kakalamak istiyorlar. Aksi takdirde yarattıkları inşaat balonuyla birlikte kendi banka kasaları da patlayacak.
Yani faiz düzeni olan kapitalizm, faizler artsa da azalsa da birilerini zengin ediyor ve bu birileri hep patronlar oluyor. Faizin artması ya da azalması değil faizci düzenin tamamen yok olmasından yana çıkarı olanlar ise işçi ve emekçi milyonlardır. Faizsiz düzenin adı ise sosyalizmdir!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2018 tarihli 103. sayısında yayınlanmıştır.