İşçinin Ekonomisi: Borç batağında son durum
Türkiye’deki ekonomik krizin en önemli yönlerinden biri aşırı borçlanmadır. Özel sektörün uzun vadeli borcu devasa bir miktar olan 220 milyar dolar seviyesine ulaşmış durumda ve bunun 44 milyar dolarının 2019’da ödenmesi gerekiyor. Türk Lirası’nın değer kaybı eğer ihracatçı değilse gelirlerinin döviz cinsinden azalması demek. İhracatçı sektörler özellikle Türk Lirası ile ödeme yaptıkları iş gücü maliyetlerinden avantaj elde ediyor ancak ara malları ithalatı ve enerji fiyatlarındaki artış dolayısıyla maliyetlerde ciddi bir artış da söz konusu. Bu durumda borcu borçla kapatmaktan başka çare yok. Ancak artık yurtdışından borç bulmak eskisi kadar ucuz değil. Akbank Eylül ayında neredeyse 1 milyar dolara yakın sendikasyon kredisi (uluslararası bankalardan alınan kredi) alıncaya kadar akla karayı seçti. Parayı buldular ama bir sene öncekine nazaran tam 2 katı fazla maliyetle.
Özel sektörün durumu bu. Peki devletin durumu çok mu iyi? AKP iktidarına bakarsanız öyle. Kamu borcunun milli gelire oranının yüzde 35 düzeyinde olması ile övünüyorlar. Bu oranı AB’nin yüzde 85’lik, ABD’nin yüzde 105’lik oranlarıyla karşılaştırıyorlar. Oysa esas sorun Türkiye’nin borçlanma maliyetindedir. Nitekim Türkiye devleti Ekim ayında 2 milyar dolarlık 5 yıllık devlet tahvillerini yüzde 7,25 faizle ihraç etti. Yüksek kamu borçları emperyalist merkezler açısından da ciddi bir sorun başlığıdır ancak reel olarak neredeyse sıfır faizle borçlanabilen bu ülkelerle karşılaştırma yaparak Türkiye’nin kamu borçlarının risk yaratmadığını söylemek doğru değildir.
Sonuçta hem özel sektörün hem de devletin borç yükünün birinin sırtına yüklenmesi lazım. Ne patronlar bu yükü sırtlamaya niyetli ne de iktidar… Planları tüm yükü halkın sırtına yüklemek. Halk ise zaten boğazına kadar borca batmış durumda. 570 milyar lirayı aşan tüketici, konut, taşıt kredileri ile kredi kartlarından oluşan hanehalkı borcu var. Halkın harcanabilir geliri içinde borcun oranı 2002’den bugüne istikrarlı şekilde artarak yüzde 5’lerden yüzde 50’ye varmış durumda. Harcanabilir gelir içinde borç oranının artışı halkın geçinemediğinin bir göstergesidir. Emekçileri kıt kanaat geçinecek ücretlerle çalıştıran, Koç’u, Sabancı’sı ile bu ülkenin üretim yapan burjuvalarıdır.
Halkı borçlandıran da bu burjuvaların bankalarıdır. Vatandaş, Koç’un Yapı Kredi Bankası’ndan aldığı tüketici kredisi ile Arçelik’ten ev eşyası alıp çocuğuna çeyiz düzmüştür. Sabancı’nın Akbank’ından kredi kartı almış, CarefourSA’dan market alışverişi yapmış, yine Sabancı’nın Pegasus şirketinden uçak bileti almış, aldığı konut kredisi ile Sabancı’nın ürettiği çimento ile yapılan evleri satın almıştır. Şimdi bir de kendi borçlarının yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yüklemek istiyorlar.
Nasıl mı yapacaklar? Maliyetleri düşürmek için işçi çıkartıp kalanları daha fazla çalıştıracaklar. İşçi ve kamu çalışanlarının ücretlerini enflasyona ezdirip fiilen aşağı çekecekler. Şirketlerin ve bankaların batmasını kamu kaynaklarını yağmalayarak elde edecekler. Patronların iktidarı da bu saldırıya karşı direnecek ve mücadele edecek işçi ve emekçileri bastırmak için inşa ettiği istibdad rejimini kullanacak. Elbette ki işçi sınıfının da eli armut toplamayacaktır. İşçi sınıfı örgütlü ve birlik içinde hareket ederse tüm bu saldırıları püskürtecek ve krizin faturasını krizi yaratanlara ödetecek güçtedir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2018 tarihli 110. sayısında yayınlanmıştır.