İşçinin Ekonomisi: Krizde sermayenin zehirli şekerleri ve panzehirler

İşçinin Ekonomisi

Merkez Bankası bağımsızlığı: Para politikasının uluslararası finans merkezlerinin, yerli ve yabancı para babalarının çıkarlarına bağımlı kılınmasıdır. Sonu yatırımların durması ve işsizliğin artması bile olsa sermayenin istediği kazancı sağlayıncaya kadar Merkez Bankası faiz oranlarını arttırmalıdır. Merkez Bankası bağımsızlığı, yerli ve yabancı sermayeye tüm ulusun kanını emerken dokunulmazlık vermektir. Panzehiri ise dış ticarette devlet tekeli, sermaye hesabının devlet kontrolüne alınması ve dövizin konvertibilitesinin kaldırılması ile ekonomiyi sıcak paraya bağımlı olmaktan çıkartmak ve Merkez Bankası üzerinde işçi emekçi hükümeti aracılığıyla tam hâkimiyet kurmaktır.

Mali disiplin: Faiz ödemelerini garanti altına alıncaya kadar devlet bütçesinin sıkılaştırılması demektir. Eğitimden, sağlıktan, kamu çalışanlarının maaşlarından, yeni iş olanakları yaratmaktan, hepsinden vazgeçilebilir ama faiz ödemelerinden vazgeçilemez. Bu politikanın kod adı mali disiplindir! Panzehiri, dış borçların ve ihtiyacını kanıtlayan küçük tasarrufçu haricinde iç borcun reddedilmesidir.

Güven: Bu zehirli kavram iktidarın tüm politikalarının yerli ve yabancı sermayenin çıkarlarına uyumlu hale getirilmesidir. Döviz kurundaki dalgalanmalar ve yükselen faizler her daim bir güven bunalımına bağladır ve mevcut iktidar uluslararası ve yerli sermayeye güven vermekle sorumlu tutulmalıdır. Panzehiri, uluslararası ve yerli sermayenin ekonomiyi ayağa kaldıracak bir güç değil, krizi yaratan ve bedelini halka ödetmeye çalışan bir sosyal güç olduğunun halka kavratılmasıdır. Sermayeye güven vermek değil, işçi ve emekçi halkın kendi gücüne güvenmesini sağlamaktır.

Yapısal reformlar: Adı reform kendisi gericiliktir. Emek piyasasının esnekleştirilmesi, özel istihdam büroları adı altındaki işçi simsarlığı şebekelerinin etkinleştirilmesi, başta kıdem tazminatı olmak üzere işçi sınıfının haklarının tırpanlanmasıdır. Panzehiri, ancak yedek işsizler ordusunun varlığı ile yaşayabilen emek piyasasının yerine çalışma hakkının getirilmesidir. Tüm çalışanlara mutlak iş güvencesi sağlanması, ücretlerde azalma olmaksızın iş saatlerinin azaltılarak var olan işlerin paylaştırılması ve işsizliğe son verilmesidir.

Uzlaşma ve fedakârlık: Uzlaşma, büyük işçi ve emekçi kitlelerinin, yani nüfusun yüzde 99’luk çoğunluğunun yüzde 1’lik sömürü azınlığa boyun eğdirilmesidir. Fedakârlık ise işçilerin, emekçilerin, yoksulların yaptığı; patron sınıfının ise hakkında konuştuğu şeydir. İşten çıkarmalar sermaye açısından emek verimliliğini belirli bir düzeyde tutmanın gereğidir. İşçiler açısından ise düpedüz açlık ve sefalet anlamına gelmektedir. İşçileri işten çıkarmakla tehdit edip sıfır zamma ya da haklarının tırpanlanmasına razı etmek burjuvazinin dilinde fedakârlıktır. Aynı burjuvazi yüksek enflasyon ortamında, alım gücü düşse bile eskiye göre yüksek görünen zamlar yaptığında ise bunu kendi cömertliği ve fedakarlığı olarak sunmaktadır.

Özetle burjuvazi her daim acı reçeteleri, zehirli şekerlemelere sararak yutturmaktadır. Dolayısıyla da sermaye ile orta yol bulunamaz. Krizin temelinde yatan özel mülkiyete ve piyasa ilişkilerine yani sermayenin hayat kaynağına dokunmadan, geniş emekçi kitleleri lehine hiçbir çözüm üretilemez. Bu nedenle burjuvazinin zehirli uzlaşma ve fedakârlık söylemlerine karşı panzehirimiz sınıf mücadelesi ve sınıf siyaseti olacaktır.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2018 tarihli 110. sayısında yayınlanmıştır.