Nezaket mi siyaset mi?

Belli ki dostlar büyük siyasete soyunuyor. Büyük siyasetin gereklerini yerine getiriyor. Ama dikkat etmeliler, Kürt hareketi de bu ülkenin sosyalistleri de halktan ne kadar destek gördülerse bunu nezaketlerine değil mücadelelerine borçlular. Fazla nezaket felakete yol açabilir.

BDP ve Kürt hareketinin mücadelede gözünü budaktan sakınmadığı bilinir. Sokaklarda, meydanlarda hatta barikatlarda sık sık görünen milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla, yöneticileriyle Kürt hareketi burjuva siyaseti ve medyası tarafından çoğu zaman kaba olarak değerlendirilir ve lanse edilir.

Ancak son dönemde basından tam tersi sinyaller alıyoruz. İlk olarak Fethullah Gülen’in hastalandıktan sonra gazetelere verdiği ilanda ilgileri için teşekkür ettiği insanlar listesinin içinde Sırrı Süreyya Önder’in de olduğunu öğrendik. Bir insanın yaşadığı sağlık problemi dolayısıyla ona geçmiş olsun dilemekte bir sorun yok elbette. Ancak bu kişi Fethullah Gülen gibi özellikle yargı ve polisteki etkinliği ile Kürt hareketi ve sosyalist mücadeleden binlerce insanın haksız yere tutuklanmasından dolayı sorumlu tutuluyorsa; Kürt hareketinin silahlı yolla tasfiyesini savunan bir politikanın, MİT müsteşarının Oslo’da PKK ile görüşmeler yaptığı için yargılanmasını isteyecek kadar ileri giden bir temsilcisi olarak biliniyorsa, okulları ve cemaat yapılanması ile Sırrı Süreyya Önder’in mensubu olduğu hareketin altını boşaltmak için aktif bir rol üstlenmişse, ne Sırrı Süreyya’nın geçmiş olsunu ne de Fethullah Gülen’in teşekkürü sadece bir nezaket gösterisi olamaz.

Yine de Sırrı Süreyya’nın bazen yanlış anlaşılan şakalarından biri ya da yumuşak üslubunun sonucu ortaya çıkan bir nezaket gösterisinden ibaret olamaz mı bu? Alt tarafı bir geçmiş olsun dileği değil mi? Belki de öyledir…

Ama BDP’nin sosyalist parti ve gruplarla birlikte kurduğu Halkların Demokratik Partisi’nin ilk kongresine Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrılmasına ne demeli? Doğrusu Erdoğan’ın kongreye çağrılmasını da kendisinin HDP kongresine yolladığı mesajın basına yansımasıyla öğrenmiş olduk. Bildiğimiz kadarıyla hükümet komiserlerinin bile kongrelerde yer almasının yasal zorunluluk olmaktan çıkarıldığı bir ortamda Başbakan’ı kongreye çağırmak gibi ne bir zorunluluk var ne de sol ve sosyalist partiler için bir teamül… Hadi buna da nezaket icabı diyelim ama Erdoğan’ın “talimatı ben verdim” dediği polislerin katlettiği canlarımızın acıları bu kadar tazeyken bu nezaket biraz maksadını aşmıyor mu?

Tüm bu sorulara cevap ararken Sebahat Tuncel’in HDP eş genel başkanı sıfatıyla verdiği röportajda CHP ile ortak aday çıkarabileceklerini öğreniyoruz. Bir süre önce Sırrı Süreyya Önder’in adaylığı gündeme geldiğinde bu olasılık CHP’li tabandan oyları böleceği dolayısıyla eleştirilmişti. Şimdi Sebahat Tuncel’in bu çıkışı CHP’li tabana oyları bölen biz değiliz mesajı vermek için taktik amaçlı bir söylem olamaz mı? Neden olmasın…

Ama Fethullah’a geçmiş olsun, Erdoğan’a davet, CHP ile ortak aday, hepsi bir arada olduğunda olan biten nezaketi aşar siyasete girer. Bu siyasetin de mücadelenin değil müzakerenin siyaseti olduğu ortada. Belli ki dostlar büyük siyasete soyunuyor. Büyük siyasetin gereklerini yerine getiriyor. Ama dikkat etmeliler, Kürt hareketi de bu ülkenin sosyalistleri de halktan ne kadar destek gördülerse bunu nezaketlerine değil mücadelelerine borçlular. Fazla nezaket felakete yol açabilir.