DİP Merkez Komitesi Bildirisi: Gizli diplomasiye, Kürt sorununun inkârına, çözümün reddine, emperyalizmin himayesine, gerici ve yayılmacı İkinci Cumhuriyet projesinin dayatılmasına hayır!

DİP Bildirisi

Gizli diplomasiye, Kürt sorununun inkârına, çözümün reddine, emperyalizmin himayesine, gerici ve yayılmacı İkinci Cumhuriyet projesinin dayatılmasına hayır! Çözüm, emperyalizm ve Siyonizmden arındırılmış bir Ortadoğu’da, Batı Asya ve Kuzey Afrika Sosyalist Federasyonu’ndadır!

Bahçeli’nin başlattığı ve Erdoğan’la birlikte yürüttüğü süreç Öcalan’ın PKK’yi kongre toplayarak silah bırakmaya ve kendisini feshetmeye çağırdığı açıklama ile ilerliyor. Her şeyden önce tüm süreç gizli kapaklı şekilde ilerletilmekte, varılan sonuçlar, halka tüm tarafların her yana çekilebilecek şekilde kullandığı bir Ezop diliyle aktarılmaktadır. Türk ve Kürt emekçilerini birinci derecede ilgilendiren, milyonlarca işçi, emekçi, köylü geçim sıkıntısı çekerken kaynakları yutan, sayısız gencin canını alan bir mesele ile ilgili olarak, sürdürülen gizli diplomasiye son verilmelidir. Tarafların değişik vesilelerle söylediğinin aksine “gizli diplomasi” hiçbir şekilde önemli sorunların çözümü için gerekli de zorunlu da değildir. Tarihin gördüğü en büyük savaşlardan biri olan Cihan Harbi’nde (Birinci Dünya Savaşı) işçi devletinin başında müzakerelere katılan Bolşeviklerin gizli diplomasiyi reddetmesi, Çarlık Rusyası’nın gizli anlaşmalarını açıklaması, bu gizli anlaşmalarla (başta Türkiye olmak üzere) Rusya’ya vadedilmiş olan topraklardan vazgeçmesi tarihe düşülmüş devrimci bir nottur. Dünya savaşında gizli diplomasi reddedilmişse her savaşta reddedilebilir. Bu, işçi sınıfının ve ezilenlerin tavrıdır, ilkesidir, siyasetidir. Gizli diplomasi; burjuvazinin, sömürgecilerin, emperyalistlerin yöntemidir, reddediyoruz!

Ne Kürt sorunu çözülmüştür ne de Kürt işçilerinin ve yoksul köylülerinin mücadelesi anlamsızlaşmıştır! 

İktidar cephesi bu süreci “terörsüz Türkiye” çabaları kapsamında tanımlarken Öcalan’ın açıklaması “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” başlığını taşıyor. Ancak bu tanımlamalar işletilen sürecin gerçek içeriğini yansıtmıyor. İktidar cephesinden gelen Türkiye’de Kürt sorunu yoktur ya da çözülmüştür iddiası, İmralı’dan yapılan açıklamada da “kimlik inkarının çözülüşü ve ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler” gibi değerlendirmelere referansla tekrarlanmaktadır. Öcalan, açıklamasına, bu gelişmelerin PKK’nin anlam yoksunluğuna yol açtığını söyleyerek, kendisini feshini gerekli kıldığını söyleyerek başlamıştır. 

Kürt sorunu kimlik inkârına ve ifade özgürlüğüne indirgenemeyeceği gibi ne kimlik inkârı tamamen sona ermiştir ne de ifade özgürlüğünde ileriye doğru bir gidiş yaşanmaktadır. Belediyelere atanan kayyımlar, legal olarak siyaset yapan insanların kitlesel şekilde kovuşturulması ve tutuklanması, CHP’den seçilmiş Kürt belediye başkanının bile teröre destek iddiasıyla tutuklanması, bütün bunlar ve başka birçok şey Kürt halkının siyasi iradesinin sistematik olarak gasbedilmesinin somut ifadeleridir. Büyük zenginliklere ev sahipliği yapan bir coğrafyanın kadim sakinleri olan Kürt emekçi halkının yaşadığı derin yoksulluk ve sefalet koşulları sürmektedir. İmralı’dan yapılan açıklamalarda ne denirse desin, Kürt işçi, emekçi ve yoksul köylülerinin, haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı ve Kürt sorununun çözümü için verdiği politik, kültürel, ideolojik mücadelede bir anlam yoksunluğundan bahsedilemez. Bizim referansımız Van’da ve Diyarbakır’da açıklamayı dinleyen binlerce insanın tepkileridir, yüzlerine yansıyan anlamlı ifadelerdir. 

Sömürgeci burjuvazinin gerici İkinci Cumhuriyet projesinin yeni versiyonu 

Kürt sorununun çözüldüğüne dair açıkça ya da ima yoluyla yapılan tespitler gerçeği yansıtmadığı gibi “terörsüz Türkiye” hedefi de bu sürecin gerçek amacını yansıtmamaktadır. Sürecin arka planını oluşturan gerçek amaç, sömürgeci burjuvazinin, Batı emperyalizminin himayesinde Irak’ta ve Suriye’de enerji havzalarının kontrolünü de içerecek şekilde yayılmacı çıkarları doğrultusunda, tarihe “İkinci Cumhuriyet” olarak geçmiş olan projenin yeni sürümünü hayata geçirmektir.

Devrimci İşçi Partisi’nin 7. Kongre kararlarında da açıkça ortaya konduğu gibi iktidarın gündeme taşıdığı “Yeni Anayasa” gündemi de sömürgeci burjuvazinin gerici yayılmacı projesine tabidir. Bir uçta “değişmez ilk dört madde” üzerine bina edilen milliyetçi hamaset ile diğer uçta vatandaşlık tanımının değiştirilmesi ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi üzerinden Kürtlere verilen mesajlar birbiriyle çelişmemektedir ve aynı madalyonun iki yüzüdür. Yeni Anayasa’yı mevcut meclis aritmetiği içinde gerçekleştirmek üzere AKP, MHP, CHP ve Dem Parti’yi aynı eksende hizaya getirmeye yönelik siyasi manevralar yapılmaktadır. Tekrar ediyoruz: Kürt sorununun çözümü dâhil işçi sınıfının, emekçi halkın ve ezilenlerin hiçbir sorununun çözümü Yeni Anayasa’da değildir. Mevcut Anayasa dâhilinde dahi düşünce ve ifade özgürlüğü, sendikal örgütlenme, grev, toplantı ve gösteri, seçme ve seçilme hakları keyfî ve baskıcı istibdad yönetimi tarafından gasbedilmekteyken, işçiler, emekçiler ve özellikle Kürt halkı bu hürriyetler için mevcut Anayasal haklarını kullanarak mücadele etmekteyken, herhangi bir sorunun çözümünün farazi bir Yeni Anayasa tartışmasına havale edilmesi apaçık bir manipülasyondur. Yeni Anayasa tartışmasının gerçekten bir demokratikleşme, normalleşme ya da yumuşama süreci getireceği beklentisi ise ham hayaldir. İktidar cephesi gerici ve yayılmacı İkinci Cumhuriyet projesini dayatmaktadır. Yeni Anayasa havuç ise, gözaltılar, tutuklamalar, kayyımlar sopadır!

Başka halklara karşı Türk-Kürt ittifakı değil emperyalizme ve Siyonizme karşı tüm Ortadoğu halklarının ittifakı! 

Turgut Özal’ın ABD’nin Irak’ı işgalini fırsat bilerek “bir koyup üç alacağız” sözleriyle akıllara kazınmış gerici İkinci Cumhuriyet projesi, ABD başta olmak üzere Batı emperyalizminin ve İsrail Siyonizminin Batı Asya (Ortadoğu) coğrafyasını yangın yerine çevirdiği günümüz koşullarında yeniden piyasaya sürülmektedir. Değişik açıklamalarda farklı terimlerle de olsa sürekli vurgulanan “Türk-Kürt ittifakı” kavramı bu gerici proje doğrultusunda bir işbirliğini ifade ettiği sürece halkların kardeşliği ve eşitliği mücadelesinin uzağında ve karşısındadır. İttifak kavramı, “kime karşı?” sorusundan bağımsız anlam kazanamaz! Türk ve Kürt emekçi ve yoksul gençlerinin de sömürgeci burjuvazinin çıkarları doğrultusunda ve emperyalizmin himayesinde, başka halklara, Batı Asya söz konusu olduğunda özellikle Arap ve İran halklarına karşı girişilecek maceralara asker yapılmasının ilerici ve haklı bir yanı olamaz. 

Vaşington’dan Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü ve Stratejik İletişimden Sorumlu Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Brian Hughes, “önemli bir gelişme ve bunun Suriye’nin kuzeydoğusunda ABD’nin IŞİD’le mücadele ortakları konusunda Türk müttefiklerimizi yatıştırmaya yardımcı olmasını umuyoruz” sözleriyle Amerikan emperyalizminin memnuniyetini açıklamıştır. Öcalan PKK’ye “devletle bütünleşin” derken bütünleşmek için gösterdiği istikamet bölgenin en büyük NATO gücüdür. Bu gelişme Amerikan emperyalizminin sözcüsü tarafından PYD’nin ABD’yle bütünleşmesi amacına paralel olarak selamlanmaktadır. Bizler Batı Asya’da Türk ve Kürt ittifakından yanayız. Ancak bu ittifakın ırk, din, mezhep ayırmaksızın Arap ve İran halkları başta olmak üzere tüm bölge halklarını kapsamasını, karşısına bölgeye musallat olmuş olan ABD emperyalizmine, İngiltere, Fransa ve Almanya başta olmak üzere Avrupalı emperyalistlere ve onların bölgedeki ileri karakolu terörist soykırımcı İsrail Siyonizmine karşı olmasını savunuyoruz. 

Her ne ad altında olursa olsun sosyalizme çamur atmak sadece emperyalist kapitalizmi ve sömürgeciliği aklamaya yarar

Öcalan’ın yaptığı açıklamada “sorumluluğu üzerime alıyorum” demesine rağmen gerçekte sorumluluğu tarih dışı bir yaklaşımla “reel sosyalizmin çöküşü” adı altında sosyalizme yıkmaya çalışmasını göz ardı edemeyiz. Bu tutum Öcalan’ın çeyrek yüzyıldır Marksizme karşı hiçbir özgünlük içermeyen post-modernist, sol-liberal, liberal-anarşist argümanlarla yürüttüğü mücadelenin bir uzantısıdır. “Reel sosyalizm” denen, bizim ise doğru bir terminolojik yaklaşımla “bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletleri” olarak adlandırdığımız yapıların çöküşü Marksizmin reddiyesine yol açmadı. Tam tersine doğruluğunu, devrimci mücadelenin ancak dünya ölçeğinde yürütüldüğü takdirde zaferini kesinleştirebileceğini kanıtlamıştır. Bu gerçekliği defalarca bilimsel argümanlarıyla kanıtladık, bu tartışmayı her zaman yapmaya hazırız. Teorik bir tartışmaya derinlemesine girmeye gerek olmadan en yalın ve açık ifadeyle söyleyeceğimiz şudur: “Reel sosyalizm” denen devletlerin olmadığı 35 yılda, “yeni dünya düzeni”, “tarihin sonu”, “küreselleşme” palavraları eşliğinde geldiğimiz yerde, dünya kapitalizmi büyük depresyon içinde debelenmektedir ve emperyalist barbarlık dünyayı bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine getirmiştir. Bu gerçeklik karşısında sanık sandalyesinde olmayı hak eden emperyalist kapitalizmdir! Bu apaçık gerçeğe sırt çevirip suçun ve sorumluluğun hangi ad altında olursa olsun sosyalizme atılmasını asla kabul etmeyiz. 

Asırlar aşan çağrı: Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!  

Sosyalizmi suçlayarak bir kez kapitalist sömürü toplumunun ezeli ve ebedi olduğuna dair gerici burjuva ideolojisine kapıları açarsanız buradan ulusal ezme ve ezilme ilişkilerinin de ebedi olduğu sonucuna ulaşabilirsiniz. Öcalan’ın, “Ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır” derken cevabın ne olması gerektiğine değinmemesi manidardır ve Kürt sorununun çözülmüş olduğunu ima eden yaklaşımıyla tutarlıdır. Sorunun inkâr edildiği, çözümün reddedildiği bir ortamda siyaset boşluk kabul etmez. Bırakılan boşluk ABD emperyalizminin himayesinde sömürgeci burjuvazinin yeni Osmanlıcı, mezhepçi sözde çözümleriyle doldurulacaktır. Bu sözde çözümler soykırımcı İsrail’in de stratejik politikalarıyla uyumludur. Aynı madalyonun iki yüzü olan bu politikalar bir uçta Gazze’de İsrail terörist ordusunun eliyle soykırımı, diğer uçta Suriye’de tekfirci mezhepçi örgütlerin girdiği yerlerde etnik ve mezhepsel arındırmayı ve katliamı gündeme taşımaktadır.  

Bizler devrimci Marksistler olarak bilimsel sosyalizm yöntemine sadık kalıyor ve Lenin’in ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini takip ediyoruz. İçinde bulunduğumuz süreci de bu perspektifle değerlendiriyoruz. Gizli diplomatik görüşmelerden, belirli bir elekten geçerek sızdırılan sözde çözüm yerine gerçek çözümü, Batı Asya’yı emperyalist üs ve askerlerden, korsan İsrail devletinden arındırmakta, tüm halkların üzerinde yaşadığı topraklarda sömürgeci tahakkümden uzak, eşit ve özgür yaşayabildiği bir Batı Asya ve Kuzey Afrika Sosyalist Federasyonu’nda görüyoruz. Post-modernist hegemonyanın tüm vaazlarının aksine kula kulluğun bittiği, sınıfsal sömürünün olmadığı, ulusların ve dillerin tam eşitliğinin yaşandığı bir dünya için insanlığın uğruna mücadele edeceği büyük dava asla bitmeyecektir. 20. yüzyıla damgasını vuran Komünist Enternasyonal’in şiarı 21. yüzyılda da kurtuluşun yolunu göstermektedir: Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi

3 Mart 2025