İsyanı yeniden harlayalım, emekçi kadınlarla büyütelim

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Devrimci İşçi Partisi, halkın bütün ezilen kesimleri gibi, ezilen cinsin, yani kadınların kurtuluş mücadelesini de ikirciksiz biçimde destekliyor. Kadınların kurtuluşu mücadelesinin hemen şimdi içinde yaşadığımız sınıflı toplumda başlatılmasının doğru olduğuna, buna karşılık gerçek kurtuluşun ancak cinsler arasındaki sosyo-ekonomik işbölümünün ortadan kaldırılması için ev işinin bütün toplumun ortak işi haline gelmesini sağlayacak toplumsal mülkiyeti gerektirdiğine inanıyor. Bütün kadın yoldaşlarımızı ve dostlarımızı bu 8 Mart’ta bir kez daha emekçi kadınların ve genç kadınların öncülüğünde partimiz saflarında, DİP’li kadınlarla yürümeye davet ediyoruz.

İşsizlik de güvencesizlik de en çok kadınlar için

Geçtiğimiz günlerde Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri’ni açıkladı. Kadınların işgücüne katılımı açısından son derece çarpıcı veriler ortaya çıkmış durumda:

·      Ekim 2013 itibariyle Türkiye genelinde kadın istihdam oranı yüzde 26,7. Kentlerde ise bu rakam daha düşük, yüzde 23. Ama kadınların üçte birinin ücretsiz olarak aile işçisi konumunda aile işletmelerinde çalıştığı düşünüldüğünde, ücretli çalışan kadınlar için istihdam oranı daha da düşüyor. 

·      Ekim 2012 – Ekim 2013 aralığı karşılaştırıldığında, toplam işsiz kadın sayısı 997 binden 1 milyon 104 bine çıkmış durumda. Yani bir yılda 107 bin kadın, işsizler ordusuna eklenmiş.

·      Yüksekokul mezunu kadınlarda işsizlik, bir önceki yıl aynı döneme göre 12 bin kişi artmış ve yüzde 17’ye ulaşmış. Bu oran, yüksekokul mezunu erkeklerin yüzde 8,3’lük oranının iki katından bile fazla. Yani kadınlar için eğitim de işsizliğe çare değil.

·      Uzun süre işsiz kalıp artık umudunu keserek aktif olarak iş aramaktan vazgeçmiş ve bu yüzden resmi rakamlarda işsiz sayılmayan kişilerin %61’i kadın. Bu kişileri de dahil ettiğimizde, kadınların işsizlik oranı %23. Yani neredeyse her dört kadından biri işsiz.

·      Kayıt dışı çalışan kadınların toplam çalışan kadınlara oranı yüzde 52. Bunun arkasındaki en önemli faktör, kadınların yüzde 38 gibi yüksek bir oranda tarımda çalışıyor olması ve tarımda çalışan kadınların neredeyse tamamının (yüzde 97’sinin) sosyal güvenlik kapsamı dışında olmasıdır. Tarım dışında ise kadınların kayıt dışı çalıştırılma oranı yüzde 24,8.

İstatistikleri daha detaylı inceleyip bir sürü başka oran daha vermek mümkün. Önümüzdeki günlerde ekonomik krizin derinleştiği koşullarda daha da artan çarpıcı oranlardan bahsetmek de. Ama bu rakamlar öyle kâğıt üzerinde durdukları gibi durmuyor. Kadın işçiler için bu rakamlar bazen sofralarında küçülen ekmek, bazen uzun süren işsizlikle boğuşmak, bazen en güvencesiz işlerde çalışmak, bazen işyerinde en temel haklarının ellerinden alınması, bazen işsizlik tehdidi ile evde yaşadıkları şiddete katlanma zorunluluğu, bazen işten atılma korkusuyla uzun çalışma saatlerine razı olup düşük yapmak, bazen de hepsini birden yaşamak anlamına geliyor.

Kadınların yazgısı mı böyle? Elbette değil! Yazılanı bozmak emekçi kadınların elinde. İş ki krizin bedelini işçi sınıfına ve onun en yoksul kesimi olan kadınlara ödetmeye çalışmak isteyen patronların karşısına “krizi biz yaratmadık, bedelini ödemeyeceğiz” diye çıkalım. Kadın işçiler olarak her kadına güvenceli, sendikalı iş talebi ile mücadele edelim. 1857’de New York’lu dokuma işçisi kadınların açtığı yoldan, bu topraklarda bugüne kadar mücadele eden kadınların izinden yürüyelim.

* * * 

İsyanı yeniden harlayalım, emekçi kadınlarla büyütelim

Gezi ile başlayan halk isyanında kadınlar, ilk günden itibaren isyanın önemli bir parçasını oluşturdu. İsyanın simgeleri, sembolleri arasında bile hep kadınlar öne çıkıyor. Ama sadece kırmızılı, siyahlı kadın değil; emekçi mahallelerden kadınlar, genç kadınlar, öğrenci kadınlar isyan etti.

Neden? Çünkü on yılı aşkın süredir karşılarındaki hükümet ve yandaşları kadınların kaç çocuk doğuracağından o çocukları normal yolla mı, sezaryenle mi doğurması gerektiğine, kiminle nerede nasıl yaşayacaklarından hamileyken sokakta gezip gezmeyeceklerine her konuda kadınlar adına söz söylüyor, kendi yaşam biçimini dayatıyor. Bir ayda en az 20 kadının öldürüldüğü bir ülkede kadına yönelik şiddetin abartıldığını söylüyor. Açık açık başbakanın ağzından kadın erkek eşitliğine inanmadığını ifade etmekten geri durmuyor. İşsizliğin artışını bile daha çok sayıda kadının iş aramasına bağlayarak yükü kadınların üstüne bırakıyor. Kadın cinayetleri can alıyor; ama devlet kadınları değil, katilleri koruyor. Bu düzenin hukuku tecavüz olaylarında bile kadınları sorumlu tutacak bir şeyler bulabiliyor; “Bira içmiş, tecavüz sayılmaz” diyebiliyor. Tecavüzcüler aldıkları ceza indirimleri ile yaptıklarının bedelini ödemeden yaşamlarına devam ediyor. Tecavüze uğrayan kadınlar ise hayat boyu o olayın psikolojik ve bedensel etkileriyle boğuşuyorlar.

İşte bu koşullarda kadınlar isyanın bir parçası oldular. Zapt edilen meydanlarda her türlü zorluğuna rağmen yine de bambaşka bir yaşamın mümkün olabileceğini gördüler. Gezi Parkı’nda ve büyük kentlerin meydanlarında kolektif bir yaşamın içinde yer aldılar. Bugün artık isyan gerilemiş, ateşi şimdilik sönmüş olsa da kadınların yaşamına, mücadeleye bakışına bir iz bıraktı. Önümüzdeki günler, isyan alevinin yeniden parlamasının dinamikleri bakımından çok zengin. Üstelik bu kez ekonomik krizin derinleşmesi ihtimali Taksim, Kızılay ya da Konak’taki kadınlarla Çorlu’nun, Tuzluçayır’ın, Çiğli’nin kadınlarını buluşturabilir.

İşte o potansiyel ortaya çıktığında ihtiyacımız kırmızılı kadınla Tuzluçayır’ın, Çorlu’nun, Çiğli’nin kadınlarının mücadelesi birleştirmek, isyanı bu kez emekçi kadınların daha güçlü katılımıyla büyütmek olacaktır.

* * * 

Çeyiz sandıkları, çamaşır makineleri

Daha küçücükten kız çocuğu dediğiniz bez bebekleri ile oynar, onları yedirir, içirir, uyutur, hatta altını bile değiştirir. Biraz büyüyünce bir gelinlik ve onunla içine gireceği pembe panjurlu bir ev hayali olmazsa olmaz. Tabii içinde en güzelinden eşyalar, mobilyalar, çeyizler de şart. Hepsinin üzerine titremesi, gözü gibi bakması beklenir kadınlardan bir ömür boyu.

Kadınlara öğretilen bu. Ama bu topraklardaki ezilen emekçi kadınlar, geçtiğimiz yıl hikâyeyi biraz değiştirdiler. Çekyatlar uyumak, çamaşır makineleri kirlileri yıkamak, çeyiz sandıkları örtüleri dantelleri saklamaktan başka amaçlara hizmet etti. Armutlu’da, Tuzluçayır’da, Gazi’de halkın isyanını savunmak için kurulan barikatlarda yerlerini aldı. Aslında hikâyenin başı da aynı değil; çünkü söz konusu olan senet sepet borç harç alınan eşyalar. Yani yerine yenisini koymak zor. Ama yine de barikatlarda ateşe veriliyor işte. Bakınca sembolik bir anlam çıkarmak mümkün. Sermaye düzeninin ve onun sıkı dostu erkek egemenliğinin dayattığı hayatı reddedip mücadele içinde yepyeni bir hayatı kurma çabası!

* * * 

Ennahda Erdoğan’a ihanet etti!

Arap devrimi ivmesini yitirdi yitirmesine; ama devrim devrimdir. Mısır’da gerici bir anayasa kabul edilirken Tunus’ta hiç olmazsa kadınlar açısından yeni anayasa taslağı bir kazanım getiriyor. Erkek ile kadın arasında mutlak bir eşitlik ilan ediyor. Bu madde kurucu mecliste oylandıktan sonra ayakta alkışlandı! Alkışlayanlar arasında AKP’nin o ülkedeki kardeş partisi Ennahda’nın milletvekilleri de var. Şimdi, Erdoğan kadın ile erkeğin sadece hak bakımından eşit olabileceğini, yoksa tam bir eşitlik düşünülemeyeceğini hiç yüzü kızarmaksızın söylediğine göre, Ennahda ona ihanet etmiş olmadı mı? Partinin lideri Raşid Ğannuşi daha yeni Türkiye’yi ziyaret etti, Erdoğan’la görüştü. Acaba bütün Türkiye halkına her konuda çıkıştığı gibi Ğannuşi’yi de bu konuda azarlamış mıdır dersiniz?

* * * 

8 Mart: 150 yılı aşkın bir tarih

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün mücadele tarihine yazılmasının temelleri 150 yılı aşkın bir zamana dayanıyor. Önce 1857 yılında New York’ta dokuma işçisi kadınların 10 saatlik işgünü ve insanca çalışma koşulları talebiyle çıktıkları grev kanla bastırıldı, çok sayıda kadın işçi tutuklandı ya da öldürüldü. Ardından, 1908 yılında, yine New York’ta 15 bin tekstil işçisi kadının, daha yüksek ücretler, daha kısa çalışma süreleri, doğum izni ve oy hakkı gibi taleplerle “Ekmek ve Gül” sloganı ile sembolleşen mücadeleleri sırasında fabrikalarında “bilinmeyen bir nedenle” çıkan yangın sonucunda 129 kadın işçi yaşamını yitirdi.

Bu olayın ardından 1910 yılında, Danimarka’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin bir günün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi. Konferans bu öneriyi II. Enternasyonal'e iletti ve öneri kabul edildi. Belli bir süre boyunca Dünya Emekçi Kadınlar Günü, çeşitli ülkelerde Şubat ayının sonları, Mart ayının başında farklı tarihlerde kutlandı. Tüm dünyada ortak tek bir gün olarak belirlenmesi ise 1917 Şubat Devrimi’ne dayanıyor. Eski takvime göre 23 Şubat, günümüz takvimine göre ise 8 Mart 1917 tarihinde Rusya'da işçi kadınlar savaşa ve yoksulluğa karşı greve gittiler. Bu grevle birlikte patlak veren Şubat Devrimi sonucunda Rusya’da çar devrildi, görevi ele alan geçici hükümet, kadın işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Bu mücadele sonucunda kadınlar oy hakkını elde ettiler. Bu büyük greve atıfla 1921 yılında toplanan II. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün her yıl 8 Mart'ta kutlanmasına karar verdi. Daha sonra devam eden mücadelelerin ve 1960’lı yıllarda yükselen feminizm dalgasının da etkisi altında Birleşmiş Milletler, 1975’te Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kadınların uluslararası bir günü olarak resmen kabul etti. Ancak emperyalist düzenin bir kurumu olarak emekçi kadın vurgusunu kaldırmayı da ihmal etmedi tabii ve adını Dünya Kadınlar Günü olarak değiştirdi.

Bu yazı Gerçek Gazetesi2nin Şubat 2014 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.