Yüksek Hakem Kurulu’na mahkûm olmayalım, toplu iş sözleşmesi hakkını savunalım!
Taşeron işçilere kadro aldatmacası, sadece bu düzenlemeyle KHK’lı statüsüne getirilen işçiler için değil, bütün işçiler açısından daha büyük bir tehlikeyi gündeme getirdi: Toplu iş sözleşmesi hakkı engelleniyor!
Kadro değil, KHK’lı işçilik
Taşeron işçilerinin mücadelesi, eşit işe eşit ücret ve güvenceli iş talebiyle kamu işçisi olmak yönündeydi. Fakat AKP’nin KHK ile yaptığı düzenleme bu taleplerin yakınından bile geçmiyor. Taşeron düzenlemesi işçilerin çalışma koşullarında hiçbir iyileşme yaratmadığı gibi özellikle iki madde üzerinden yapılan kurnazlık, ilerisi için daha büyük tehlikeyi beraberinde getiriyor. Bu maddelerden biri işçilerin ücretleri ve sosyal hakları ile ilgili, diğeri ise sendikal haklarla ilgili.
KHK’daki ücretlerle ilgili söz konusu madde “…Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin bitimine kadar bu toplu iş sözleşmesinin uygulanması suretiyle oluşan ücret ile diğer mali ve sosyal haklardan fazla olamaz” şeklinde yazılmış. Geçişi yapılan işçilerin ücretleri de buna göre belirlenecek. Söz konusu YHK sözleşmesinde ücret zammı altı ayda bir %4 olarak belirlenmiş. Taşeron işçiler kadroya geçerken ücretlerinin artacağını ve kadrolu işçilerle aynı ücretleri alacağını düşünüyordu. Ancak sonuç böyle olmadı. Bu maddede görüldüğü gibi AKP’nin niyeti açık bir şekilde ucuz işçiliği, ücret eşitsizliğini sürdürmek.
KHK’daki diğer madde ise “Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanan ve süresi en son sona erecek toplu iş sözleşmesinin sona erme tarihinden sonra yetki başvurusunda bulunulabilir” şeklinde yazılmış. YHK’nın karara bağladığı söz konusu “sözleşmeler” belediye şirketlerinde 30 Haziran 2020’ye, diğer tüm kamu kurumlarında ise 31 Ekim 2020’ye kadar geçerli. İşçiler sendika üyesi olsa bile, bu tarihlere kadar sendikalara yetki verilmediğinden ücret ve çalışma koşulları için pazarlık yapamayacak, toplu iş sözleşmesi hakkını kullanamayacak.
Perşembenin gelişi çarşambadan belli
Böyle bir durumun ortaya çıkabileceği aslında 2015 yılındaki gelişmelerden belliydi. Kamudaki taşeron işyerlerinde sendikaların örgütlenebilmesini sözde kolaylaştırmak için bir düzenleme yapılmıştı. Düzenleme, taşeron işyerlerinde yapılan toplu iş sözleşmesi sonucu taşeron şirketin ihale bedeli olarak aldığı paranın üstüne oluşacak fiyat farkını kamu kurumunun ödemesi yönündeydi. Ancak taşeron şirketlerin kamu işveren sendikalarından birini (KAMU-İŞ veya TÜHİS) yetkilendirmesi şartıyla.
Bu süreçte işçilerin karşısına, yetkilendirmede yaşanan sıkıntılar, kamu işveren sendikalarının yetkilendirmeyi ve işçi sendikalarıyla görüşmeyi kabul etmemesi gibi birçok engel çıktı. Bu ve benzeri birçok engelin yanında özellikle bir durum, daha kritik bir öneme sahipti. O da, Kamu İhale Genel Tebliği’nde ihalelerin iptal edilebileceği hallerin sıralandığı mücbir sebepler. Doğal afet, genel salgın hastalık gibi sıralanan maddeler içerisinde “kanuni grev” de yer alıyor. Yani bir kamu kurumu, işçiler yasal haklarını kullanarak greve çıktığında taşeron şirketle yapmış olduğu ihaleyi feshedebilir, bunun sonucu olarak da taşeron şirket işçisi görünen işçilerin işsiz kalması sonucunu doğurabilir. İhalenin iptal edildiği durumda, yasal olarak ortada bir iş ve işçi görünmediği için toplu iş sözleşmesi yapma zemini de ortadan kalkmış oluyor. İşte AKP bu şekilde Anayasa’da açıkça tanımlanmış bir hakkı dolaylı bir şekilde, tebliğ yoluyla, yasaklamış oluyor. Bunun ne hukuki ne de meşru bir zeminde bir izahı olabilir.
Sendikaların tavrını belirleyen de büyük çoğunlukla bu madde oldu. Sendikalar asıl işverenlerin bu maddeye dayanarak ihaleleri feshedebileceği öngörüsüyle hareket ettiler. Özgür toplu iş sözleşmesi için bırakın fiili greve çıkmayı, YHK’yı protesto etmek için bile üyelerini harekete geçirmediler. “Bu ilk sözleşmedir, ikinci sözleşmeye kadar yeni düzenlemeler gelebilir, bekleyelim görelim” tavrını benimsediler. Her ne kadar haklı bir öngörü olsa da, sendikalar daha ilerisini düşünerek değil sadece günü kurtarmaya yönelik bir çıkış yolu buldular.
Bütün bunların sonucu olarak sendikalar kendi elleriyle işçileri grev oylamasında “hayır” demek için örgütledi. Taşeronlardaki bütün sözleşmeler de bu şekilde YHK’ya gönderilmiş oldu. YHK da önüne gelen her sözleşmeyi standart bir şekilde sonuçlandırdı. Bugün taşeronlardan geçişi yapılan işçileri ilgilendiren söz konusu toplu iş sözleşmesi işte bu şekilde doğdu. Gelinen noktada aslında bu sonuç, konfederasyon farkı olmaksızın bütün sendikaların yetkisini yitirmesi oldu.
Sendikalar beklemeyi değil, fiili mücadeleyi seçmeli
Adımları üç yıl önce atılan bu süreç, işçilerin haklarının zincirleme bir şekilde hem de “yasal” kılıflara sokularak adım adım engellenmesiyle sonuçlandı. Bütün bu süreçte ortadan kalkan taşeronluk koşulları değil, işçilerin toplu iş sözleşmesi hakkıdır, sendikaların yetkisidir. Taşeron döneminden kalan her bir hukuksuzluk örneği, şimdi adım adım genel kural halini alıyor.
Hakların bu şekilde açıkça saldırı altında olduğu bir koşulda sendikaların yetki için 2020’nin sonunu beklemesi, daha büyük hak kayıplarıyla sonuçlanabilir. Sendikaların taşeron işçiler konusunda en acil görevi grev başta olmak üzere fiili mücadeleye işçiyi hazırlamak olmalı. Özgür toplu iş sözleşmesi hakkına kavuşmak beklemekten değil mücadeleden geçiyor.