Türk-İş’te statüko kırılmalı!
Tek Gıda-İş Sendikası 16. Olağan Genel Kurulu’nda olağanüstü bir karar alarak Türk-İş’ten ayrılmak için yönetim kuruluna yetki verdi. Bu kararın kendisi tartışılabilir ama gerekçelerinin son derece haklı olduğunu belirtmek gerek. Her sendikal yapıyla özdeşleşmiş sloganlar vardır. Mesela DİSK için “inadına sendika inadına DİSK” sloganı gibi… Türk-İş’le özdeşleşmiş bir slogan varsa o da “Suskun Türk-İş istemiyoruz” sloganıdır. Türk-İş tabanında işçiler tarafından ve özellikle de yönetime muhalif sendikalar ve şubeler tarafından her daim bol bol atılır.
Yani Tek Gıda-İş’in Türk-İş’e yönelik eleştirisi basitçe bir pasif kalma, suskun kalma eleştirisi değildir. Eğer böyle bir eleştiri ayrılma gerekçesi olsaydı birkaç sendika dışında Türk-İş’te kimse kalmazdı. Tek Gıda-İş açısından mesele çok daha derin, eleştiriler çok daha serttir. Tekel direnişi döneminde başlayan gerilimlerde Türk-İş yönetiminin aldığı tutum suskun kalmanın ötesine geçmiş, hükümet ve patron lehine işçilere köstek olmaya ve ihanete varmıştır.
Tekel direnişi zamanında dönemin Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu’nun bugün Türk-İş Başkanı olan Ergün Atalay’la birlikte hükümet nezdinde Tekel işçilerinin taleplerinin reddedilmesi için kulis yapması gibi olaylardan bahsediyoruz. Yanlış duymadınız! Tek Gıda-İş Başkanı’nı Türk-İş’in başına mı getirmek istiyorsunuz diyerek dönemin başbakanını Tekel işçilerine karşı ikna etmeye gitmişlerdir. Suskunluktan değil ihanetten söz ediyoruz. Çaykur grevi sürecinde Tek Gıda-İş Başkanı’nın istifasını getirin, sözleşmeyi imzalayalım diyen hükümetin ahlaksız teklifini alıp sendikanın içini karıştırmaktan, grev kırıcılığı yapmaktan bahsediyoruz! Nihayet tüm bu olan bitenlerden sonra Türk-İş yönetiminin Tek Gıda-İş’in aidat borçlarını (tek kuruş yardım yapmadıkları Tekel direnişi dönemi dahil!) gerekçe göstererek mahkemeye gitmesine ne demeli?
Bir kuruma karşı mobbing uygulanması diye bir şey varsa, herhalde bu olsa gerek! Ama tam da bu sebeple biraz durmak gerekiyor. Çünkü şunu sormak lazım: Türk-İş’ten ayrılma kararı Tek Gıda-İş’in boyunduruktan ve mobbingden kurtulmasına mı yoksa Türk-İş ağalarının ayakkabılarının içindeki taştan kurtulmasına mı yol açacak? Bu sorunun cevabı tüm işçi sınıfını ve sendikal hareketi ilgilendiriyor. Tekel direnişini hatırlayalım. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu bir ay boyunca başkanı olduğu konfederasyonun binasına gitmemiş, gidememişti. 1 Mayıs kürsülerinden kovulmuştu. Şimdi yıllar sonra, Tekel direnişini satan ekip hâlâ Türk-İş’e çöreklenmiş dururken ve emeklilikten önce AKP milletvekilliği sırasının gelmesini beklerken, her köşesinde işçi sınıfının alın teri olan Türk-İş’in kapısından çıkıp giden Tek Gıda-İş mi olmalı? Bu büyük işçi örgütünün ağaların çiftliği olmasına, üye işçilerin ise maraba muamelesi görmesine razı olmak mümkün mü?
Hayır! Tek Gıda-İş, Türk-İş’te kalmalı. Ne iyi ki, genel kurul kararı da derhal ayrılmayı değil bu doğrultuda yönetime inisiyatif verilmesini karar altına aldı. Tek Gıda-İş, Türk-İş’in Genel Kurulu’na katılacaktır. Şimdi Tek Gıda-İş’e yapmayın etmeyin demenin bir faydası da gereği de yok! “Tek Gıda-İş bizi yalnız bırakma” diyenler şimdi Tek Gıda-İş’in yanında olmalı ve birlikte Türk-İş Genel Kurulu’nu sallamalıdır! Sendikal Güç Birliği’ne bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Hava-İş’e operasyon yapılmış, Petrol-İş’te yönetim değiştirilmiş, güç birliği dağılmış olsa da Tek Gıda-İş’in hamlesi tam da bu statükoyu parçalayan bir girişim olarak değerlendirilebilir. Ve değerlendirilmelidir! Sendikal Güç Birliği yeniden kurulmalıdır!
Basitçe muhalif sendikaların yan yana gelmesinden bahsetmiyoruz. Öyle bir seferberlik ilan edilmelidir ki, sarsıntı sadece Türk-İş’teki değil DİSK’teki statükoyu da yıkmalıdır. Hak-İş’in tabanını harekete geçirmelidir. Bir Birleşik İşçi Cephesi’nin yani ayrılmanın ve yalnızlaşmanın değil çok daha büyük bir birliğin yolunu açmalıdır. Burada sendika başkan ve yöneticilerinin inisiyatif almasına bel bağlanamaz. Ne yazık ki sendikacılık mesleği bedenen değilse de ruhen ve ahlaken büyük yıpranmaya neden olan bir meslektir. Bu mesleğin yıpranma tazminatı da milletvekilliğidir. Tek Gıda-İş kongresinde, eski Petrol-İş Genel Başkanı ve Sendikal Güç Birliği’nin Türk-İş Başkan adayı olan Mustafa Öztaşkın’ın kürsüye çıkıp sadece CHP milletvekili adayı olduğunda kendisine destek verenlere teşekkür edip o esnada kendilerini rafinerilere kapatmış direnişte olan 4300 Tüpraş işçisinden tek kelime bahsetmeden kürsüden inişini acıyla izledim. Herkese ders olsun, ibret olsun!
Hayır! Bu seferberlik tabandan yükselecek ve sendika yöneticilerini önüne katıp sürükleyecektir. Tek Gıda-İş’in mücadeleci ve öncü işçileri de çok önemli bir sorumluluk üstlenecektir. Bu sendika TEKEL’i Sakarya’da çadırlarda savundu, bu çatı altında bulunan işçiler Cargill olsun, Nestle olsun, Sibaş olsun, diğerleri olsun bu sendikaya e-devlette tuşa basarak değil çadırlarda direnerek üye oldu. Tek Gıda-İş’in mücadeleci işçileri için biliyorum ki Türk-İş ağalarına karşı açılan isyan bayrağı grev çadırlarının, direniş çadırlarının bezindendir. Bu bayrağın üstünde işgal, grev, direniş yazmaktadır. Bu bayrağın altında verdiğiniz haklı mücadelede bizi her daim yanınızda göreceksiniz! Birlikte yürümeye ve savaşmaya devam edeceğiz!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2019 tarihli 118. sayısında yayınlanmıştır.