Katliamın yıldönümü: Soma’yı unutma, unutturma!
13 Mayıs 2014’te Türkiye işçi sınıfı tarihteki en büyük iş katliamlarından birinde 301 evladını yitirdi. “İş kazası” denen şeyin aslında bir iş cinayeti olduğunu, bu örnekte bir katliam boyutuna vardığını bütün Türkiye gözleriyle gördü. Şimdi, birinci yılda bütün düzen basını timsah gözyaşlarıyla, yitirdiğimiz sınıf kardeşlerimizin ardından “ah vah” edecek. Ama işçi sınıfının sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin koşullar aynen devam edecek. Yeni kazalar yaşanacak, yeni yalanlar ve sonra yine devam. Sömürü makinesi olan kapitalist sisteme karşı tek başarılı atılım, işçi sınıfının kendi bağrından gelebilir. Sendikalarına sahip çıkarak, ama aynı zamanda siyaset masasına yumruğunu vurarak!
Katliamın acısını dindirmek için işten çıkarmak!
13 Mayıs Soma katliamı, içinde yaşadığımız düzenin ne kadar alçak ve kurnaz olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Soma işçisi ilk günlerde militanca mücadele etmeye başlamıştı. “Bu ölümler işin fıtratında var.” diyen Tayyip Erdoğan’a Soma’yı dar etti. Ardından güvenlik sağlanana kadar ocaklara girmeyeceğini açıkladı, günlerce gösteri yaptı. Sosyalistlerin önemli bir bölümünün hayal bile edemeyeceği son derecede radikal talepler olan “kamulaştırmayı” ve “taşeronun yasaklanmasını” ileri sürdü. Sendikanın yerel yöneticilerini istifa ettirdi. Genel merkezi de zorladı ama onlar direnince bir kısım işçi DİSK Dev Maden-Sen’e yöneldi.
Patronlar sınıfının düzeni buna çeşitli yöntemlerle cevap verdi. Önce Soma işçisini sınıfın siyasi öncüsünden, sosyalist parti ve örgütlerden, ilan edilmemiş bir OHAL aracılığıyla kısmen yalıttı. Bu baskıya Türk-İş’in Soma işçisini hareketsizleştirmek için 22 Haziran’da düzenlediği “buhar boşaltma” mitingi eşlik etti. Türk-İş işçinin öfkesini hançeresinden çıkan sloganlarla eritmeye çalıştı, ardından suskunluğa gömüldü. Bunu hükümetin oyunu izledi: Torba yasaya madencileri sözde korumak üzere özel hükümler koydu. Patronların buna tepkisi Zonguldak havzasında 5.500 işçiyi işten atmak oldu. Hükümet elini kolunu bağlayıp bu rezilliği izledi. Böylece madenciye sözde destek, işinin elinden alınması oldu. Soma katliamının ardından mal varlığına tedbir konulan Soma Holding de 3 bin işçiyi kapıya koydu. Türk-İş olan biteni seyretti! İşin hukuki yönü de katliamdan bir patronun, birkaç mühendis ve ustabaşının sorumlu tutulduğu bir dava oldu. Ne şirketin büyük patronu ne de her şeye göz yuman müfettişler ile Enerji ve Çalışma Bakanları soruşturulmadı.
Jandarma, polis, mahkeme, parlamento, hükümet, patron ve sendika ağaları hep birlikte Soma’daki katliamın üzerini örtüyorlar. Katliamda ölmeyen işçi de acından ölüyor!
Soma dersleri
Soma’dan sosyalist hareketin ve genel olarak yüreği solda olan insanların çıkarması gereken sayısız ders var. Bunlar yıllar boyu bir yandan sol liberalizmin ve postmodernizmin bir yandan da ulusalcığın etkisi altında Marksizm’den kopmuş olan sol için hayati dersler.
Birincisi, Soma; neoliberalizmin, özelleştirmenin, taşeron uygulamasını da kapsayan esnekleşmenin ne kadar işçi düşmanı olduğunu göstermiştir. Toplumda özelleştirme hakkındaki olumlu önyargının kırılması için Soma bardağı taşıran damla olmuştur. İkincisi, sınıf ve sınıf mücadelesi gerçeğini reddederek politik mücadelelerin artık “kimlikler” temelinde verilmesi gerektiğini ileri sürenlere Soma ağır bir tekzip olmuştur. Üçüncüsü, ulusalcılara ve “cumhuriyetin kazanımlarını” saplantı haline getirenlere, Soma AKP iktidarının gerçek yüzünü, işçi sınıfı düşmanı burjuva yüzünü göstermiştir. Dördüncüsü, solun ürkek ve gerçeklerle bağı kopmuş politikalarına karşı işçi sınıfı, kamulaştırma ve taşeronun yasaklanması gibi politikalar savunmuş, bütün sorunlara rağmen bu politikaları terk etmeyerek bürokrasiye ve sarı sendikacılığa karşı mücadele etmiştir. Bugün başarı elde edilememiş olabilir ama yol budur. Günümüzde aynı deneyimi metal işçisi yaşamaktadır.
Soma mihenk taşıdır!
İşçi sınıfının öncü kadroları ve proleter sosyalizmi, Soma’yı Türkiye işçi sınıfının canının acıdığı yer olarak hiç unutmamalı, Soma katliamının hesabını sormalı, Soma ve öteki maden işçilerinin taleplerini gerçekleştirmek için elinden geleni ardına koymamalıdır. Bunun ilk merhalesi 16 Mayıs’ta Soma’da yapılacak olan mitingdir. Ama mücadele aralıksız olarak sürmelidir. Soma’yı unutmamak ve unutturmamak işçi sınıfı politikasının mihenk taşıdır.
Ek
Katliamın ortağı sendika bürokratlarına terfi!
Soma’daki madenlerde örgütlü olan Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Maden-İş) nisan ayının son haftasında Olağan Genel Kurul’unu düzenledi. Bu genel kurul, bürokrasinin kimi sendikaları ne kadar sıkı kontrol altında tuttuğunun çarpıcı bir ifadesi oldu. Bu kadar büyük bir hezimet yaşamış, bu kadar büyük bir cinayetin sorumluluğuna ortak olmuş bir sendikanın başkanı (Nurettin Akçul) yeniden başkan seçilmekle kalmadı. Soma şubesi başkanı ve yöneticileri de, 13 Mayıs katliamından sonra işçilerin zorlu mücadelesiyle istifa ettirildikten sonra şimdi Genel Yönetim Kurulu’na seçilmeyi “başardılar”, yani suçları dolayısıyla ödüllendirildiler! Soma şubesinin başkanı Tamer Küçükgencay genel sekreterliğe, şube yönetim kurulu üyeleri Zekeriya Aydın ile Yasin Karatay ise sırasıyla mali sekreterlik ve teşkilat sekreterliğine getirildi. “Başardılar” sözünü tırnak içine alıyoruz, çünkü bu aslında gösteriyor ki; katliamdan sonra sendika yönetimi işçinin öfkesini dindirmek için bu üç yöneticiyi istifaya ikna etmek amacıyla kendilerini genel kurulda sendikanın genel yönetimine taşıyacağı sözünü vermiştir. Onlar da bu vaadin çekiciliği karşısında günah keçisi olmayı kabul ederek merkez yönetimini işçinin öfkesinden korumuşlardır. Bu bürokratlara, işçi sınıfının sırtındaki bu sülüklere dersini vermek Soma işçisinin boynunun borcudur!
Ek
İTÜ öğrencisinden Soma ile örnek dayanışma
Soma’daki katliam, uzun bir zamandan sonra üniversiteyi de işçi sınıfının sorunları etrafında harekete geçirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesinde görevli Maden Mühendisliği bölüm başkanı Prof. Dr. Orhan Kural, Soma’da yaşananlar üzerine çıktığı bir televizyon programında karbon monoksitten ölümün “tatlı ölüm” olduğunu söylemişti. Buna tepki olarak İTÜ öğrencileri ve bazı öğretim üyeleri üniversitenin Soma Holding ile aralarındaki kirli ticari ilişkileri teşhir etti ve fakülte binasını işgal ederek çeşitli talepler ileri sürdü.
En başta yüzlerce maden işçisine mezar olan Soma madeninin sahibi, Soma Holding yönetim kurulu başkanı Alp Gürkan’ın, üyesi olduğu İTÜ Maden Fakültesi akademik danışma kurulundan istifası ve üniversitenin Soma Holding ile tüm ilişkilerini kesmesi istendi. Orhan Kural’ın istifası ve açıklamalarından dolayı özür dilemesi de talepler arasındaydı. Ancak taleplerin en önemlisi İTÜ’ye taşeronun girmemesiydi. Çünkü Soma’nın faili taşeron sistemiydi, güvencesiz çalışmaydı. Yani işgal sadece Soma'nın hesabı için yapılmıyor, İTÜ bünyesinde çalışan işçilerin haklarını da savunarak İTÜ yönetiminin “işveren” yüzünü de teşhir ediyordu.
Yapılan işgal sonucunda Soma madeninin sahibi Alp Gürkan, Akademik Kurul’dan çıkarıldı, holdingle üniversite arasındaki tüm ilişkiler kesildi, Orhan Kural özür diledi. İşgalin en önemli kazanımı ise, işgalin ardından kurulan taşeronu denetleme komisyonu oldu. İTÜ öğrencileri ve öğretim üyelerinin gerçekleştirdiği işgal, üniversitenin, toplumdan ayrıksı bir fildişi kule olarak görülmesini yerle bir ederek gündemine işçi sınıfının sorunlarını yerleştirdi ve üniversitede verilecek olan sınıf mücadelesinin en önemli örneklerinden biri oldu.