OHAL Türkiye'yi batırıyor
20 Temmuz'da darbe teşebbüsü ve "FETÖ" ile mücadele gerekçesiyle ilan edilmişti OHAL. AKP iktidarı, "OHAL halka karşı değil, devlet kendine OHAL ilan etti" dedi. Ekim ayında 3 ay süreyle uzatıldı. Zaman içinde darbe girişimi ve cemaatle mücadele yerini hızla genel ve muğlak bir terörle irtibatlı ve iltisaklı olanların tasfiyesine bıraktı. Şimdi de 19 Ocak itibariyle yeniden 3 ay uzatıldı. Geçen 6 aylık zaman zarfında halka karşı ilan edilmediği söylenen OHAL kapsamında 1.500 dernek, 62 gazete, 19 dergi, 29 yayınevi, 16 televizyon , 24 radyo, 5 haber ajansı ve 19 sendika kapatıldı. 30 bine yakın öğretmen, 3.839 akademisyen ihraç edildi. Devletin kendine ilan ettiği OHAL kapsamında değerlendirilebilecek tasfiyelerde TSK'dan 4 bin asker, emniyet teşkilatından 18 bin polis ihraç edildi. Kamudan ihraç edilenlerin toplam sayısı 80 bine dayandı.
Türkiye'de 100 bin kişilik terör ordusu mu var?
Eğer iktidar tüm bu tasfiyelerle gerçekten teröristleri hedef almış ise o zaman Türkiye'de Avustralya, Danimarka, Hollanda ve Sırbistan gibi ülkelerin ordularından (muvazzaf olmayan sınıflar ve yedekler dahil) daha büyük bir terör ordusu var demektir. Bu absürt senaryoya kimsenin inanması mümkün değil. Sağduyu sahibi herkes OHAL'in muhaliflerin tasfiyesi için bir fırsat olarak değerlendirilmekte olduğunu görüyor. Kapatılan gazete ve dergilerin pek çoğu sol görüşlü ve muhalif yayın organları. Pek çok solcu, devrimci, emekten yana akademisyen de bu tasfiye dalgasından nasibini almış durumda. Dahası OHAL'in sivri ucu giderek işçi sınıfına doğru dönmekte. Özellikle Kocaeli bölgesinde ve başka sanayi havzalarında sadece sokakta yapılan işçi yürüyüşlerinin değil, kapalı salon toplantılarının bile yasaklandığına tanıklık ettik. Ne var ki muhalefetin sesi kısılırken ve işçilerin eylemleri engellenirken sözümona OHAL'e gerekçe yapılan güvenlik konusunda durum iyiye gitmek bir yana giderek kötüleşti.
OHAL'de kim kimi kimden koruyor?
OHAL'de bir sosyal medya paylaşımı gözaltına alınıp tutuklanmanıza neden olabilirken, ne bombalı saldırıların ne de suikastlerin önlenebildiğini görüyoruz. En son yılbaşında Ortaköy'de gerçekleşen Reina saldırısının güvenliğin en yoğun olması gereken bir bölgede ve polis karakolunun hemen yanında gerçekleşmesi OHAL'in ne kadar güvenlik sağladığını gösteriyor. Ya da Türkiye'nin kaderini etkileyecek bir suikastin bizzat bir çevik kuvvet polisi tarafından gerçekleştirilmiş olması da, yine güvenliğin en yoğun olması gerektiği havalimanı apronunda polislerin gözü önünde Barbaros Şansal'ın linç girişimine uğraması ve ardından tutuklanması da, daha Ortaköy katili bulunamadan DAİŞ'i protesto edip, laikliği savunan kahve konuşması yapan gençlerin tutuklanması da OHAL'de kimin kimi kimden koruduğu sorusunu kaçınılmaz olarak gündeme getiriyor.
Meşruiyet yoksunu OHAL kaldırılmalıdır
TBMM darbe komisyonu ciddi hiçbir gerçeği ortaya çıkarmadan, darbe gecesinin kara kutuları Genelkurmay Başkanı ve MİT müsteşarı dahil hiçbir ciddi tanığı ve muhtemel sanığı dinlemeden çalışmalarını bitirme noktasına gelmiştir. Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi olduğu bilinen üst düzey yetkililer bürokratlar ve siyasiler makamlarını korumakta hatta solcu muhaliflerin tasfiyesinde başrolü oynamaktadırlar. OHAL altında iktidarın meşruiyeti her geçen gün zayıflamaktadır. OHAL altında ülkenin rejimini değiştirecek bir istibdad rejimi referandumuna gitme tehlikesi mevcuttur. OHAL'in bilançosu ortadadır. OHAL halka karşı ilan edilmiştir. OHAL'i kaldırması gereken de halkın kendisidir. Aksi takdirde OHAL tüm ülkenin içine battığı bir bataklığa dönüşme eğilimi göstermektedir.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ocak 2017 tarihli 87. sayısında yayınlanmıştır.