Ekonomik kriz, çıkmaza giren dış politika, çatırdayan ittifak
Bahçeli ile Erdoğan’ın ittifakı uzun bir süreden sonra derin bir sarsıntı ile tam orta yerinden çatladı. Henüz köprüler tam atılmış değil. Bahçeli MHP grup toplantısında yerel seçimlerde ittifak yapmayacaklarını açıkladıktan sonra Cumhur İttifakı’nın devam ettiğini söyledi ancak Erdoğan ve Bahçeli’nin yol arkadaşlığının artık pamuk ipliğine bağlı olduğuna hiçbir kuşku yok.
Bahçeli ittifakın devamı için, bugüne kadar bir ölçüde var olan iktidar ortağı muamelesinin sürmesini istiyor. Daha önce bir dizi kriz anında Erdoğan’ın önünü açan hamlelere imza atan Bahçeli, şimdi de tam tersine Erdoğan’ın iktidardaki pozisyonunu derinden sarsabileceğini göstermek istiyor.
Çatışmanın görünen yüzü
Bahçeli’nin Erdoğan’a karşı sert çıkışlarının ve yerel seçimlerde ittifakın bittiğini açıkladığı coşkulu grup toplantısının ardından MHP grubu Bahçeli’nin istediğinden de daha fazla ileri gitti. Muhalefetin verdiği “emeklilikte yaşa takılanlar” önergesi lehinde oy kullandı ve bu önergenin meclise gelmesini sağladı. AKP-MHP ilişkilerinde pazarlık aşamasından açık bir savaşa bu kadar hızlı ve kontrolsüz bir geçişe Bahçeli izin vermedi. Bahçeli, meclisteki oylamada MHP grubunun önergenin reddedilmesi için çekimser kalmasını sağladı. Grup Başkanvekili Erhan Usta’yı da görevden aldı. Sonuçta Bahçeli istediğini aldı. Bu oylama AKP’ye hem MHP’nin meclisteki kilit rolünü hatırlattı hem de Bahçeli’ye pazarlıklarda büyük bir koz verdi.
Nitekim ittifak açısından kriz oluşturabilecek diğer bir adım da MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayının Melih Gökçek olacağının basına sızdırılması ile geldi. MHP açısından bu hamlenin Ankara’yı almaktan daha çok AKP’nin Ankara’yı kaybetmesini sağlamaya yönelik bir motivasyon taşıdığı açık. Gökçek’in MHP’den aday olma olasılığının AKP saflarında en az meclisteki oylama kadar tedirginlik yarattığı görülüyor. Bahçeli meclis oylamasında ittifakın hatrına bir krizi engellemiş oldu ama bir dahaki krizde, örneğin Gökçek’in adaylığı ile ilgili aynı şekilde davranıp davranmayacağı konusunda da Erdoğan’ın önüne koskoca bir soru işareti bırakmış durumda.
Bahçeli ile Erdoğan’ı adeta bir restleşmeye iten tartışma MHP’nin af önerisi üzerine yaşandı. Af tartışmasının temelinde MHP’nin Alaattin Çakıcı’yı çıkararak AKP ve Erdoğan’ın yeraltı kolu haline gelen Sedat Peker’i dengeleme çabası olduğunu yazmıştık (https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/cakici-affina-hayir). Dolayısıyla af tartışması üzerinden AKP ve MHP arasında gerilimin tırmanması şaşırtıcı olmamalıdır. Öte yandan af tartışmasının yanında, Katar uçağı meselesinde Erdoğan’ın içine düştüğü savunulamaz konumdan Bahçeli’nin sıyrılmaya çalıştığını, Brunson’ın serbest bırakılması ile MHP’nin eleştirilerinin yüksek sesle ifade edilmeye başlandığını, Danıştay’ın “Andımız” kararı dolayısıyla da iki partinin kamuoyu önünde tartışmaya başladığını görebiliyoruz. Bu başlıklar AKP ve MHP gerilimini tek başına yaratmış değildir. Daha köklü ve yapısal sorunların tezahürleridir.
Krizin altındaki sebep ekonomide ve dış politikada girilen çıkmazdır
Bahçeli’nin Brunson’ın serbest kalmasını eleştirmesi Amerikan karşıtlığından değildir. Tam tersine Bahçeli McKinsey anlaşmasını militanca savunarak emperyalist zilletin ortağı olduğunu kanıtlamıştır. Aynı şekilde Erdoğan’ın ve partisinin “Andımız” tartışmasında Türk milliyetçiliği ile polemiğe girmesi onları bir anda Kürt halkının dostu haline getirmemektedir. Siyasette taşları yerinden oynatan etkenin ne olduğu AKP-MHP ve Erdoğan-Bahçeli ilişkilerine bakarak anlaşılamaz. AKP ve MHP arasındaki ayyuka çıkan gerilim sonuçtur. Sebep kapitalizmin batak temeli üzerine inşa edilmeye çalışılan istibdad rejiminin ekonomide ve dış politikada tam bir çıkmaza girmiş olmasıdır. Danıştay’ın “Andımız” kararından, Cumhur ittifakının çatırdamasına kadar “neden bugün?” sorusunun cevabı işte bu çıkmazdadır.
Ekonomik kriz kendi gelişim temposu içinde iniş çıkışlar göstermektedir. Ancak istibdad rejiminin özel mülkiyete asla dokunmayan ve uluslararası sermayenin koyduğu kuralları çiğnememeye özen gösteren ekonomik politikasının en ufak bir başarı şansı yoktur. Dış politikada ise Suriye politikası Davutoğlu sonrasında bir uçtan öbür uca savrulurken sonuçta aynı çıkmaz sokaklara yeniden sürüklenmiş durumdadır. Her iki alanda da dümeni giderek daha dolaysız biçimde sermayenin ve emperyalizmin eline vermekte olan istibdad rejimi hem ülkenin hem de kendisinin geleceğini belirlemekte inisiyatifi elinden kaçırmaktadır.
İstibdad rejimin çelişkileri yeni sarsıntılar yaratabilir
Bu durum tüm siyasetin genelinde ve iktidar cephesinde merkezkaç eğilimleri arttıracaktır. Erdoğan’ı muktedir bir tek adam olarak görenler için bu gelişmeyi anlamlandırmak zor olabilir. Ancak Türkiye’de yeni kurulan yapının, askerin ve Susurluk derin devletinin iktidar ortağı yapıldığı bir yarı askeri rejime doğru evrilmiş olduğunu söyleyen bizler için bu gelişme şaşırtıcı değildir. Tam tersine AKP-MHP arasındaki gerilim zaman içinde Türk siyasetinde uzun zamandır enerji biriktiren fay hatlarının yaratabileceği sarsıntılar yanında sadece küçük bir öncü sarsıntı niteliğindedir.
Boş beklentiler değil bağımsız sınıf siyaseti
Böylesi bir sürece girerken sol açısından bir kez daha hâkim sınıflar arasındaki çatışmalar içinde kaybolup gitme tehlikesi had safhadadır. Bahçeli’nin çıkışından “yurtsever” bir AKP karşıtı muhalefetin yelkenlerini dolduracak bir rüzgâr bekleyenler kadar AKP’nin “Türkçü” “Andımız”a karşı çıkıp yeni açılımlara yöneleceğini bekleyenler de yanılacaktır. MHP dün Amerikancıydı, bugün Amerikancıdır, yarın da Amerikancı olacaktır! AKP’nin açılımları dün de petrol açılımıydı yarın da öyle olacaktır. Eğer bir kez daha bir masa kurulur ise o masada Kürt hareketinin tasfiye edilmesi çabası savaş yerine diyalogla sürdürülecektir. Ve mutlaka masanın başında emperyalizmin sandalyesi hazır tutulacaktır. Ekonomik ve siyasi krizler istibdad cephesindeki çatlakları genişlettikçe, bu çatlaklar CHP’sinden İyi Partisi’ne hazırda tutulan Amerikan muhalefetinin kuvvetleriyle kapatılacaktır.
Ufuktaki fırtına bulutları işçi sınıfının ve ezilenlerin sermayeye, emperyalizme ve istibdada karşı bağımsız bir siyasetle güçlerini birleştirmesi için yeni bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.