Düzen içi hesaplaşmaya karşı düzenle hesaplaşmak
Hayat pahalılığı ve işsizlik siyasette Erdoğan ve AKP’yle birlikte müttefiki Bahçeli ve MHP’nin de oy desteğinin giderek azalmasına neden oluyor. Sadece bir iki değil ondan fazla araştırma şirketinin yaptığı anketler hep aynı sonucu gösteriyor. AKP ve MHP’nin oyları sadece altılı masa partilerinin değil, CHP ve İyi Parti’nin toplam oylarının bile gerisinde kalıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yapılan anketlerde de Erdoğan’ın, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın dışında Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in de gerisinde kaldığı görülüyor. O halde ne oluyor? Erdoğan ve Bahçeli’nin başında olduğu istibdad rejimi sona mı eriyor? İktidarın değişmesini isteyenlerin tek yapması gereken ellerini kavuşturup erken ya da zamanında yapılacak seçimleri beklemek mi?
Tek adam değil çok adam
Evet düzen siyaseti yani iktidardaki ve muhalefetteki partileriyle hâkim ve sömürücü sınıflar emekçi halktan tam da bunu istiyor. Kendileri ise durmuyorlar ve durmayacaklar. Aralarındaki hesaplaşmaları her türlü yöntemle ve gayrimeşru yollara da başvurarak halletmenin peşine düşmüş durumdalar. Türkiye’de bir “tek adam” rejimi olmadığını, istibdad rejiminin farklı güç odaklarını barındıran bir yarı askeri rejimin hüküm sürdüğünü söylüyoruz. Erdoğan’ın bu güç odakları arasındaki kırılgan dengenin üzerinde yükseldiğini ve ayağının altındaki zeminin hiç de sağlam olmadığını belirtiyoruz. Bu gerçekleri anlayamazsanız siyaseti Erdoğan ve karşıtlarının bir çekişme alanı zannedebilirsiniz. Ama öyle değil. İktidar cephesi tek parça değil. Tek adam yok iktidarı paylaşma kavgası veren, çok adam var!
Yarı askeri rejimin rakip güç odakları
Örneğin yarı askeri rejiminin resmi silahlı güç odaklarından jandarma ve polis siyasette Bahçeli ve Soylu’nun sözcülüğünde kendisini ortaya koyuyor. Gayrimeşru alanda bu odağın izdüşümünün Alaattin Çakıcı gibi mafyatik yapılar olduğunu görüyoruz. Bodrum’da Mehmet Ağar, Korkut Eken, Engin Alan, Alaattin Çakıcı’nın meşhur fotoğrafı hatıra maksatlı çekilmemiştir. Bir ittifakın ilanıdır. Genelkurmay ve ordunun üst kademesi ise hükümette fiilen Genelkurmay Başkanı gibi davranan Hulusi Akar ile temsil ediliyor. 15 Temmuz’dan bugüne Hulusi Akar ile aralarından su sızmayan MİT Başkanı Hakan Fidan’ı da yarı askeri rejimin genelkurmay ile paralel hareket eden (son derece aktif!) bir güç odağı olarak görmek mümkündür. Hakan Fidan’ın Ahmet Davutoğlu ile Hulusi Akar’ın Abdullah Gül ile özel yakınlığı (kişisel olmanın ötesinde siyasi bir yakınlıktır bu!) iktidar içindeki bu güç odağının muhalefete uzanan köprülerinin de açık olduğunu hatırlatmalıdır.
Resmi ve gayriresmi silahlı güç odaklarının iç hesaplaşması
Meseleye bu şekilde baktığınızda MİT’in, Hablemitoğlu cinayeti dosyasını raftan indirerek adı Engin Alanlarla anılan Özel Kuvvetler elemanlarını gözaltına aldırıp tutuklatmasını; Ankara’da Çakıcı’nın “dostum ve kardeşimdir, devletin dışında biri canına kastederse önce beni öldürmesi gereklidir” dediği Erol Evcil’e operasyon yapılmasını; bu mafya operasyonu sırasında Ankara adliyesi ile Ankara emniyeti arasındaki gerginliğin basında açıkça konuşulur hale gelmesini; yine MİT’in iktidarla kirli ilişkiler içinde olmuş, şaibeli ve mafyatik iş adamı Galip Öztürk’ü firari olarak bulunduğu Gürcistan’dan geri getirmesini, Kıbrıs’ta Falyalı cinayetinden sorumlu olduğu iddia edilen Sarallar grubuna yapılan operasyonun da aynı döneme denk gelmesini bir iktidarın farklı güç odaklarının hesaplaşmasının parçası olarak değerlendirmek gerekir. Bir mahallede beş on torbacıya operasyon yapıp bunu medyada Escobar yakalanmış gibi lanse eden Süleyman Soylu’nun, söz konusu ünlü suç örgütü liderlerinin yakalanmasıyla ilgili sus pus halde oluşunun da manidarlığını burada aramak lazımdır.
Tüm bunlar olurken varlığıyla yokluğu bir olan, kimsenin ismini dahi bilip hatırlamadığı Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler için özel yasa çıkartılıp yaş haddinin 67’den 72’ye yükseltilmesi herhalde orduda bu görevi yapacak başkasının olmadığından ya da Yaşar Güler’in kimsenin bilip görmediği üstün meziyetlerinden değildir. Bu özel yasal ile görev uzatmanın Jandarma komutanının emekliye ayrılıp değişeceği sene olması, Genelkurmay’ın (Milli Savunma Bakanlığının) jandarmayı İçişleri Bakanlığından geri almak istediği sağır sultan tarafından dahi duyulmuşken tesadüf olabilir mi? Halka seçimleri bekleyin diyen, sandık dışındaki her türlü siyaseti gayrimeşru ilan eden siyasi güç odaklarının sandığa değil her türden silahlı güçlere dayanarak yaptığı siyasi hesaplaşmalarıdır bunlar.
Düzen muhalefeti de yarı askeri rejimden azade değildir
Muhalefet farklı mı? Kılıçdaroğlu neden videolar çekip “namuslu bürokratlara” seslenip duruyor? Ümit Özdağ neden sabah akşam MİT’te öğrencilerinin olduğundan bahsediyor? Bir dönem iktidar tetikçisi ve tedhişçisi rolü oynayan Sedat Peker besbelli ki devletin içinden akan bilgilerle nasıl muhalefet cephesinin en meşhur figürü haline gelebiliyor? Yani muhalefet de emekçi halka aman sokağa çıkmayın (CHP’nin gaz alma mitingleri hariç!), sandığı bekleyin derken kendi siyasi hesaplaşmasını pekâlâ sandıkla ilgisi olmayan ve silahlı güçlerle ilişkili alanlarda yürütüyor.
Düzen muhalefeti (Millet İttifakı, Altılı masa, Ümit Özdağ ve Muharrem İnce gibileri…) zannedildiği gibi Erdoğan’ı ve istibdad rejimini devirmek bir yana değiştirmeye bile gerçek anlamda, tam olarak niyetli değil. Akşener ve Özdağ için Bahçeli’nin yerini almak, Davutoğlu ve Babacan için fabrika ayarlarına dönmek her zaman masanın üstündeki seçenekler. Kılıçdaroğlu ise en kritik dönemlerde iktidarı Erdoğan’a altın tepsiyle sunmanın örneklerini vermiş (2014’te Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterildiğinde Erdoğan’ı devirmeyi değil Türkiye’yi “geçiş hükümeti” adı altında onunla birlikte yönetmeyi hedefleyen yaklaşımı, 2015’te azınlığa düşmüş bir AKP’yi devirmek için çalışmak yerine onu bir koalisyon kurarak kurtarma girişimi, 2016 başarısız darbesinden sonra millî birlik atmosferi içinde Yenikapı’ya da giderek Erdoğan’a en zayıf anında destek vermesi, iktidarın dokunulmazlıkları kaldırmasına destek vererek Erdoğan’ın dişli muhalifi Selahattin Demirtaş’ın hapse atılmasının yolunu açması, “Ekmek için Ekmeleddin” skandalından sonra Muharrem İnce vakası, 2010 referandumunda oy dahi verememiş olması skandalı, Adalet yürüyüşünü Ankara’ya doğru değil Ankara’dan çıkarak yapması vb.) müstesna bir şahsiyettir. Bunlara güvenerek bel bağlayarak istibdadın yenileceğini, hürriyetin geleceğini ummak safdillik değildir de nedir?
Anketlere bakarak rehavete kapılma! Bir anda değişir bütün işler…
Kimse anketlere bakıp bu iktidar gidiyor rehavetine kapılmamalıdır. Emekçi halkın bu iktidardan beklentisi kalmadıysa da düzen siyasetinin beklentileri ve bu beklentileri gerçekleştirmek üzere kurduğu ilişkiler çoktur. Bir bakmışsınız istibdad cephesinin iç çekişmelerinde Soylu ve Bahçeli yılmış yıpranmış ve kenara düşmüş, bir bakmışsınız Erdoğan’ın yeni müttefiki olmak için rekabet kızışmış, Cumhur İttifakı çatlamış, altılı masa darmadağın olmuş, kâh türlü türlü açılımlarla umut dağıtarak kâh türlü türlü provokasyonlarla korku salarak mevcut kartlar yeniden dağıtılmış… Kim bilir belki de Suriye’de İran’la Rusya’yla NATO vekilliğinde savaşa girilmiş, seçimlerin yapılması bile tartışmalı hale gelmiş…
Çözüm düzen siyasetinin dışında… Sınıf siyasetinde!
Bugünden uyarıyoruz, bilhassa solda düzen içi siyasetten medet umanlara, yaklaşan seçimin bir referandum niteliğinde olacağını zannedenlere sesleniyoruz, Erdoğan’ı yenmek için bel bağladığınız, oylarını üst üste toplayarak hayaller kurup güvendiğiniz dağlara kâr yağdığında her şey çok geç olacaktır. Ekonomik kriz altında, hayat pahalılığı ve işsizlik kıskacında inim inim inleyen ve hangi partiye oy vermiş olursa olsun ya da hangi partiye oy vermeyi düşünürse düşünsün bugün, şimdi çözüm isteyen milyonlarca işçi ve emekçinin karşısına gerçek bir siyasi odak olarak çıkmak için önce düzen siyasetinden kopmak ve sonra ayrı gayrı demeden sınıf siyaseti ekseninde güçleri birleştirmek şarttır. Bunu yapabilecek güç sosyalistlerdir. Sosyalistlerin kaç oy toplayacağı en önemli mesele değildir. Çünkü düzen siyasetinden kopmayan sosyalist sıfır hükmündedir. Her tarafı çürümüş ve çivi tutmayan bir düzene karşı işçi sınıfının devrimci siyaseti ise her şeydir! Bu siyasetin araçları işgaldir, grevdir, direniştir, emekçin oylarını ayaklarıyla yollarda meydanlarda vermesidir! Bu siyaset pisliğe batmış düzen siyasetinin aksine meşru olan siyasettir! Seçimlerde bağımsız bir sosyalist odak, işte bu siyasete çağrı olmazsa hiçbir faydası yoktur.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2022 tarihli 154. sayısında yayınlanmıştır.