Başkanlık mı, yarı başkanlık mı, partili cumhurbaşkanlığı mı? Hiçbiri! Cumhurpatronluğu sistemi geliyor!

AKP ve MHP, başkanlık sistemi sözünün fazla tepki topladığını düşünerek, Bahçeli'nin geçmişte başkanlık sistemi için olmadık hakaretlerde bulunmuş olduğunu hatta Erdoğan'ın da vaktiyle başkanlık sistemini özenti ve Amerikan işi olarak nitelediğini hesaba katarak, yeni rejimin adını "partili cumhurbaşkanlığı" olarak koydular. Ancak yeni anayasa uygulamaya geçerse yetkinin tek elde toplandığı, denetim mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı bir istibdad rejimi kurulacak. Rejimin başındaki cumhurbaşkanı da firavun yetkileriyle donatılmış olacak. Mısır'da firavunlar toprak sahibi soyluların çıkarlarını koruyordu, modern firavun patronların çıkarlarını koruyacak. Erdoğan'ın kendi sözleriyle ülkeyi nasıl yönetmeyi istediğine bakalım: "Yeni Türkiye sizlerin, sivil toplum örgütlerinin, işadamlarımızın ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım yeni Türkiye, başkanlık sistemi ve yeni anayasayı her fırsatta millete anlatın. Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir." İşte böylece Türkiye bir anonim şirkete dönüştürülecek, başkan da millete patron olacak. Yani rejim en doğru ifadeyle bir cumhurpatronluğu rejimi olacak. Başımızdaki patronlardan çektiğimiz yeter! HAYIR!

Madem sandık her şeyin üstünde, işçinin menfaatine olduğunda neden hiç sandık kurulmaz?

İktidar ve patronlar işlerine gelmediğinde ya sandık kurmaz ya da sandık sonucunu tanımaz. Yıllardır “fabrikalarda sandık kurun, isteyen işçi istediği sendikayı seçsin çoğunluğun tercih ettiği sendika toplu sözleşme yapsın” deriz. Bir kere bile bu tür bir sandık kurulmuş değil. Ama işçi grev dese patronlar hemen grev oylaması için sandıklar kurar. Grev kapsamında olmayan personele oy kullandırır. Grev aleyhinde sonuç almaya çalışır. Grev kararı çıktığında da Şişecam, Pirelli, Goodyear, Brisa, MESS ve en son Asil Çelik ile EMİS grevlerinde olduğu gibi bakanlar kurulu kararıyla grevi yasaklarlar. Mesela İstanbul Üniversitesi'nde taşeron çalıştırmayı kaldıracağım, iş güvencesi sağlayacağım diyen rektör sandıktan birinci çıkar ama taşeron işçilerin temsilcilerini işten attıran rektör sırf iktidara yakın olduğu için atanır. Genel seçimlerde de AKP çoğunluğu kaybedince seçimin yenilendiğini görmedik mi? Eğer işçinin emekçinin menfaatine bir durum olsaydı bu sandık kurulmazdı! HAYIR!

Tek parti iktidarlarında hep patron kazandı, işçiler ve emekçiler kaybetti!

Koalisyon dönemlerini karalayıp duruyorlar. Kime ve neye göre? İşçi ve emekçinin gözünden bakarsak manzara çok farklı görünür. Öncelikle tek parti de olsa koalisyon da olsa hepsi patronların iktidarı. Bunu biliyoruz. Ama koalisyon dönemleri, işçilerin taleplerini daha fazla dayatabildiği, patron partileri arasındaki çatlaklardan yararlanabildiği dönemler. Mesela Özal’ın tek başına iktidar olduğu yıllara bakalım. 1983'ten 89'a kadar enflasyondan arındırılmış reel ücretler saat başına yüzde 20 azalmış. ANAP'ın tek parti iktidarını takip eden SHP-DYP koalisyonu 1991-92-93 yıllarında ise reel ücretler 2 katından fazla artmış. Meşhur "Erbakan zammı" da RP-DYP koalisyonu zamanında yapıldı.

AKP'nin tek parti döneminde ise yine reel işçi ücretleri yerinde saydı. İşçi emekçi ekonomik büyümeden payını alamadı. Oran olarak en yüksek zam 7 Haziran seçimlerinden sonra AKP tarafından vaat edilen, asgari ücretin 1.300 liraya çıkartılmasıydı. Ancak AKP'nin meclis çoğunluğunun, kaybettiği 7 Haziran'dan sonra asgari ücrete zam sözü verip, iktidarı tek başına aldıktan sonra bu sefer iğneden ipliğe zam yaparak, vergilerle yaptığı zammı geri aldığını, işçiyi açlık sınırının altında bıraktığını görmedik mi? Özelleştirmelerde Özal'ın tek parti döneminin rekorlarını AKP 14 yıllık tek parti iktidarında kırdı. Devlette satacak hiçbir şey bırakmadı. İşçi düşmanı yasalar en çok tek parti olarak AKP döneminde çıkartıldı. İş cinayetleri rekor kırdı. İşçinin gözünden bakarsak tek parti iktidarlarında daha fazla yoksulluk, işsizlik ve hak gaspları olduğu açıktır. Belki demokrasi karın doyurmaz, ama istibdad aç bırakır! HAYIR!

Referandumda evet çıkarsa ilk işleri kıdem tazminatını kaldırmak olacak

Çalışma Bakanı Müezzinoğlu açıkladı: referandumdan sonra ilk işleri kıdem tazminatını kaldırarak fona devretmek olacakmış. Bunu bir de işçiye de işverene de müjdeli haberi veriyoruz diye anlatıyor. Gayet basit. Madem kıdem tazminatının kaldırılması işçinin lehine o zaman referandumdan önce yapın puan toplayın. Hâlbuki kendisi de kıdem tazminatının kaldırılmasının işçi sınıfının elinde kalmış olan son iş güvencesini yıkmak olduğunu biliyor. Kıdem tazminatının kaldırılıp fona devredilmesiyle işten atmanın maliyetsiz hale geleceğini, işçilerin özel istihdam bürolarının eline düşeceğini, işçinin patron karşısında gücü kalmayınca zaman içinde tüm ücretlerin eriyeceğini biliyorlar. Türk-İş ve DİSK'in kıdem tazminatına dokunulması halinde genel greve gitme kararları olduğu yerde duruyor. İşte tüm bu sebeplerden AKP iktidarı patronlara bu güzel ve pahalı hediyeyi vermek için referandumda evet çıkmasını bekliyor. İşçi ve emekçiler için ise kazanımlarını korumak ve yeni saldırıları durdurmak için tek seçenek var! HAYIR!

Kamu emekçisine kapı kulluğu dayatılacak!

Erdoğan ve AKP'nin kamu emekçilerinin iş güvencesini tamamen kaldırmak istediği biliniyor. Ancak yaratacağı tepkiden çekinerek onu da belli ki referandum sonrasına bıraktılar. Şu anda OHAL'i fırsat bilerek KHK'lar ile kıyım yapıyorlar ama bu onlara yetmeyecek; tüm kamu emekçilerinin iş güvencesini kaldırıp milyonlarca çalışanı kamuya hizmet veren emekçiler olmaktan çıkarıp iktidarın kapıkulu haline getirmeyi hedefliyorlar. Bu sadece kamu emekçileri açısından hak gaspı anlamına gelmiyor, aynı zamanda kamu hizmeti alan emekçi halkı da yakından ilgilendiriyor. İş güvencesi olmayan kamu çalışanının parti memuruna dönüşmesi tüm vatandaşların eşit ve nitelikli şekilde alması gereken kamu hizmetlerini de alamaması demek. Kapı kulluğu sistemine HAYIR!

Emperyalizm tek adamla daha kolay anlaşır!

Vatan, millet, Sakarya edebiyatı ile istibdad rejimini pazarlıyorlar. Tarihimize baktığımızda İngiliz emperyalizminin padişahla anlaşıp İstanbul'u aldığını, Anadolu'ya da Yunanistan ordularını saldırttığını biliyoruz. Milli mücadele ise Ankara'da kurulan meclis eliyle yürütüldü. Adnan Menderes'in tek parti iktidarında Amerikan emperyalizminin yanında savaşmaya Kore'ye gittik. NATO'ya Adnan Menderes döneminde girdik. İncirlik üssü emperyalistlerin hizmetine Menderes döneminde açıldı. Özal'ın tek parti döneminde Körfez Savaşı'na destek verildi. Türkiye topraklarına ABD emperyalizminin çekiç gücü yerleştirildi. Şimdi ABD'den aldığı icazetle Erbakan'ın partisini bölüp AKP'yi kuran, ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi peşinde olduğu dönemde Medeniyetler İttifakı denen, Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen bir kuruluşun eşbaşkanı olmakla övünen, İsrail'i korumak için Kürecik'e füze kalkanı inşa eden, Özal'ın Birinci Körfez Savaşı'nda baba Bush'a verdiği hizmeti, Irak'ı işgal eden oğlu Bush'a vermek için meclise tezkere getiren Erdoğan'ın tek adam olduğu bir düzende mi emperyalizme karşı mücadele edilecek? Erdoğan'ın ABD'yle birlikte Irak Savaşı'na girmesi 1 Mart tezkeresinin mecliste reddedilmesiyle engellendi. Bugün yeni 1 Mart'lar yaşanmasını engellemek için, tüm rejimin yeniden düzenlendiği açıktır. Bugün ABD emperyalizmi için Türkiye'yi NATO'da tutmak, İncirlik üssünü açık bırakmak için tek adam Erdoğan'ı ikna etmek -hele ki Rıza Zarrab'ın tutuklu yargılandığı, Erdoğan'ı yakından ilgilendiren bir yolsuzluk davası Amerikan mahkemesinde görülmeye devam ediyorken- halkı ikna etmekten kolaydır! HAYIR!

Tüm kuvvetler yüzde 1'lik sömürücü azınlığın elinde birleşiyor

Anayasa değişiklikleriyle cumhurpatronu, hem yasamanın hem yürütmenin hem de yaptığı atamalarla yargının patronu oluyor. Düzen kapitalist oldukça, patronlar hâkim sınıf olarak kaldıkça yasama, yürütme, yargı kuvvetleri en sonunda cumhurpatronunun şahsında sermayenin elinde birleşecek demektir. Özellikle yargının tamamen kontrol altına alınması büyük bir tehdittir. Bugün işten atılan işçi iş mahkemesine gidiyor, grev yasaklarını ise anayasa mahkemesine götürüyoruz. Sendikal baskı uygulayan patrona, müdüre ceza davası açıyoruz. Bugün bile her işçi yasaların da mahkemelerin de nasıl paranın ve iktidarın gücüne doğru eğildiğini görüyor. Ama yargının cumhurpatronluğu ile tamamen kontrol altına alınması demek, mahkemelerin patronların noterine dönüşmesi demektir. Bugün kurulmak istenen istibdad rejimi ile yasama, yürütme ve yargı toplumun yüzde 1'lik sömürücü azınlığının çıkarları doğrultusunda, Türkiye'yi bir anonim şirket olarak yönetmek isteyen, grevleri yasaklayan, hakkını arayan işçiyi terörist ilan eden, maden işçisinin katledilmesini “fıtrat” olarak gören, korumasına işçiyi tekmelettiren, işçinin elindeki son güvence olan kıdem tazminatına bile tahammül edemeyen bir cumhurpatronunun şahsında birleştirilmek isteniyor. HAYIR!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Şubat 2017 tarihli 88. sayısında yayınlanmıştır.