Ahmet Davutoğlu Yüce Divan’dan kurtulabilir mi?

7 Haziran seçimlerinin en açık sonucu, halkın çoğunluğunun AKP’yi en azından tek başına iktidarda görmek istemediğini beyan etmiş olmasıdır. Ondan önceki üç seçimde, yüzde 10 barajı denen gerici engelin de katkısıyla mecliste çoğunluk elde etmiş bir parti, bu seçimde baraja rağmen çoğunluğu yitirmişse, bunun anlamı seçime giren hükümetin ülkeyi tek başına yönetme yetkisini yitirmiş olmasıdır. Nitekim, sabık başbakan Ahmet Davutoğlu seçimden sonra istifasını vermiştir. Davutoğlu, yeni hükümet kurulana kadar geçici olarak göreve devam etmekle görevlendirilmiştir. Vekâleten görev yapmaktadır. Hükümet maslahatgüzar konumundadır, geçici bir hükümettir. Nedenleri yıllar, hatta on yıllar öncesine dayanan birtakım çelişkilerle ilgili olarak savaş kararı alamaz. Bu karar hükümsüzdür! Davutoğlu hükümeti yetki gaspı suçunu işlemektedir! Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçildiği günden beri yetki gaspı uygulamaktaydı. Şimdi hükümet de aynı yola girmiştir!

Profesör Davutoğlu harikalar diyarında!

Davutoğlu, ustası ile aynı suçu işlemeye başlar başlamaz aynen ustası gibi hayali senaryolar imal etmeye başladı. Erdoğan Gezi ile başlayan halk isyanından beri her sıkıştığında “faiz lobisi” ve “darbe” safsatasına sarıldı. Şimdi Profesör Ahmet Davutoğlu da onun iyi bir öğrencisi olarak, 7 Haziran’dan sonra Türkiye’ye karşı “düğmeye basıldığı” hikâyesini anlatıyor. Savaşın başladığı gün yaptığı basın toplantısında bunu açık biçimde dile getirmiştir. 7 Haziran’da başarısını dünyanın takdir ettiği, yüzde 85 katılımın gerçekleştiği demokratik bir seçimin yaşandığını vurguladıktan sonra, “Demokratik seçim ortamında hükümet görüşmeleri sürerken, nereden çıktıkları, nerelerden talimat aldıkları bizce malum bazı çevreler üç terör örgütünü birden Türkiye’yi neredeyse kıskaca almak amacıyla harekete geçirmişlerdir.”

1) Profesör Davutoğlu, ustasını taklit ederken, Erdoğan’ın AKP’nin başarılarını çekemediğini iddia eden güçlere saldırdığını unutuyor. AKP, bu seçimden ise yenilgi ile çıkmıştır! Bu güçler ne kadar budala ki, AKP’nin hem başarılarını, hem yenilgilerini çekemiyorlar. Siz halkla alay mı ediyorsunuz?

2) Erdoğan’ın ima yoluyla suçladığı ABD bu sefer İncirlik üzerinde mutabakat sağlandığı için açık biçimde Davutoğlu hükümeti ile el ele yürümektedir. Davutoğlu kendi müttefikini karşıtlarının müttefiki olarak gösteriyor! Siz halkla alay mı ediyorsunuz?

3) Davutoğlu, bu sözde tezi kanıtlamak için 7 Haziran’dan beri 281 terör eylemi yapıldığını ileri sürüyor. İstatistikle yalan söylemek bilinen bir yöntemdir. 7 Haziran-24 Temmuz arası bir buçuk aylık dönemde 281 olay yaşanmış olduğunu kabul etsek bile, ondan önceki dönemlerle karşılaştırıldığında bu bir artışa tekabül ediyor mu? Cevabı, AKP’nin sadık destekçisi Yeni Akit gazetesi veriyor: 27 Temmuz tarihli nüshasında ana manşetten PKK’nin son bir yıl içinde 2.100 terör eylemi gerçekleştirmiş olduğunu açıklıyor. Akılsız dostun akıllı düşmandan bile daha büyük sorun olduğu bilinir. Böylece Yeni Akit sayesinde Davutoğlu ofsayta düşmüş oluyor. İstatistikler Davutoğlu’nun söylediğinin tersine 7 Haziran’dan beri bu tür olaylarda en ufak bir artış olmadığını kanıtlıyor. Bunun böyle olmadığını kanıtlamak Davutoğlu’na düşer.

4) “Profesör” Davutoğlu, birbiriyle amansız bir mücadele vermekte olan güçlerin, yani DAİŞ ve PKK’nin eylemlerini aynı kefeye koyarak halkı aldatıyor. Ayrıca, DHKP-C’nin Kandil’de PKK ile birlikte olduğunu söyleyerek gerçeğe ve kendisine karşı en ufak bir saygısı olmadığını da itiraf etmiş oluyor.

Gerçekler ortadadır: Seçimden bu yana Türkiye’yi tehdit eden özel ve acil bir gelişme olmamıştır. Suruç’un benzeri Cilvegözü’nde, Reyhanlı’da, Kırşehir’de yaşanmıştı. AKP hükümeti parmağını bile kıpırdatmamıştı. Davutoğlu’nun “terör olaylarının arttığı” tezinin uydurma olduğunu ise gördük.

Erdoğan’ın halka karşı savaşı

Olayın aslı şudur: 7 Haziran’da kendi partisinin tek başına iktidar olamadığını gören Tayyip Erdoğan, yolsuzlukların ve başka suçların meclis çoğunluğu tarafından ortaya dökülmesi korkunç riski karşısında kalmıştır. Yeniden tek parti iktidarını kurabilmek ve son yılların delil karartma rejimini sürdürebilmek amacıyla kendi lehine koşullarda erken seçime gitme stratejisini uygulamaya girişmiştir. Savaş çıkartıp “milli kahraman” konumuna gelerek oylarını arttırabileceğini hesaplamıştır. Bu savaş Erdoğan’ın savaşıdır.

Bunun tartışılmaz kanıtı, Erdoğan’ın ve AKP’nin DAİŞ’e karşı politikasını birdenbire değiştirmesidir. Bunu Suruç’un arkasına gizlemeye çalışıyorlar. Oysa DAİŞ’e yönelik politika Suruç’tan önce değişmiştir. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Christine Wormuth ile Obama’nın DAİŞ’le mücadele için kurduğu koalisyon için özel temsilcisi emekli general John Allen, 7-8 Temmuz günleri Türkiye’ye gelmiş, görüşmeler sonucu iki taraf İncirlik Hava Üssü’nün ABD ve koalisyon uçakları tarafından DAİŞ’e karşı saldırılarda kullanılması konusunda anlaşmıştır. Bu, Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu’nun uzun süredir reddettiği bir yaklaşımdı. Yani Suruç’tan 15 gün önce Türkiye DAİŞ politikasını değiştirmişti. 24 Temmuz günü yapılan Obama-Erdoğan telefon görüşmesi bile Suruç’tan önce gündeme girmişti. Neden? Bunun bir tek cevabı vardır: Tayyip Erdoğan savaş çıkartmak için kanat tahkimatı yapmak zorundaydı. Hem DAİŞ’le, hem PKK ile savaşacaksın, hatta Suriye rejimi ile savaş riskini üstleneceksin, aynı zamanda da ABD ile çekişeceksin. Bu yüzden ABD ile anlaşmaya girmiştir.

Yetki gaspı

Öyleyse, bir sonuç açıktır: Davutoğlu’nun iddia ettiğinin aksine, bugün yaşanan savaş, hükümetin acilen tedbir alması zorunluluğu sonucunda ortaya çıkmamıştır. Bilinçli ve soğukkanlı bir politika değişikliği kararının sonucudur. İstifa etmiş bir hükümet böyle bir karar veremez. Hükümetin bu kararı bir yetki gaspıdır. Zaten Davutoğlu da bu durumun fakındadır. Aynı basın toplantısında şöyle diyor:

“Bu zaman zarfında her ne kadar demokratik kuralların gereği olarak istifamızı vermiş ve görevi sürdürme talimatı almış isek de ülkemizin huzuru, güvenliği söz konusu olduğunda bir an dahi tereddüt etmeyiz, siyasi geleceğimizi değil, ülkemizin geleceğini düşünürüz.” (vurgu sonradan)

Bu cümle açık bir itiraftır, özür bulma çabasıdır. “Profesör” Davutoğlu, bu politikayı izleme yetkisi olmadığını bilmektedir. Bu yüzden de basın toplantısının tüm eksenini safsata ve fantezi yoluyla bu yetkiyi yaratmaya adamıştır.

Yarın bu ülkede despotların borusu artık ötmemeye başladığında Tayyip Erdoğan, 12 Eylül cuntasının kendi başkanı Kenan Evren ilk cumhurbaşkanı olarak görev yapacağı için anayasaya yerleştirdiği mutlak hukuki korunmadan yararlanmak için elinden geleni yapacaktır. Ama başbakan siyasi olarak baş sorumludur. Dolayısıyla, Davutoğlu bugün içine girdiği yetki gaspının kendisini Yüce Divan’a götüreceğini bilmektedir. Bu yüzden kendini savunmak için gerekçe imal etmektedir.

Ama bu sözde gerekçe, Davutoğlu’nu Yüce Divan’dan kurtaramayacaktır. Burjuvazinin siyasi güçleri uzlaşmaya razı olursa, o zaman da işçi sınıfı ve halk Davutoğlu’nu, hatta Erdoğan’ı mutlaka yargılamak için elinden geleni ardına koymayacaktır.