Erken seçim değil seçim kaçırma: Türkiye Üsküdar’a kaçırılacak at, Niğde’ye sürülecek eşek değildir!
Erdoğan ve Bahçeli’nin danışıklı dövüşle Türkiye’ye dayattığı 24 Haziran tarihi, bir erken seçim tarihi değildir. Seçimlerin kaçırılmasıdır. 16 Nisan’da mühürsüz pusulaların gölgesinde meşruiyet kazanamamış bir referandum yaptılar. Bunun sonucunda, “atı alan Üsküdar’ı geçti” ve “geçti borun pazarı sür eşeği Niğdeye” sözleriyle Cumhurpatronluğu rejimini Türkiye’ye dayattılar. Şimdi de aynı fütursuzlukla ve halkın iradesini hiçe sayarak milletin başına patron olmaya çalışıyorlar.
24 Haziran demek “baskın basanındır” demektir. Uyum yasaları çıkmamıştır. 100 bin imza ile Cumhurbaşkanı adayı göstermenin usul ve şartları dahi henüz belli değildir. Erdoğan aylardır AKP’nin il ve ilçe kongreleri vesilesiyle her gün ve her biri tüm kanallarda canlı yayınlanmak mecburiyetinde olan seçim mitingleri yapmaktadır. Diğer partilerden henüz adaylarını dahi belirlememiş olanlar çoğunluktadır ve dahası Erdoğan dışında kimse seçim kampanyasına başlamış değildir.
Erken seçim kararından hemen önce OHAL 3 ay daha uzatılmıştır. OHAL’in 16 Nisan referandumunda AKP tarafından kendi lehine ve rakiplerinin aleyhine kullanıldığı ortadadır. Erdoğan ve müttefiklerinin bu seçimde de en önemli kozlarından biri OHAL’dir. 16 Nisan’ı halk nezdinde şaibeli hale getiren başta mühürsüz pusulaların sayılması olmak üzere ne kadar uygulama varsa hepsini yasalaştırdılar. Üstüne bir dizi başka madde ile sopalı bir seçime yasal dayanaklar oluşturdular. Bu yetmedi Aydın Doğan’ın “satılmış medyası”nı Ziraat Bankası’nın 2 sene geri ödemesiz kredisi ile Demirören’e aldılar. Medya tekeli oluşturdular.
Afrin harekatı da seçim yatırımı olarak kullanıldı. Erdoğan, harekatı AKP’nin Kütahya İl Kongresi’nde duyurdu. Asker cenazeleri dahil parti propagandası için kullanıldı. Eleştiriler yoğunlaştığında AKP sözcüsü Mahir Ünal “Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı siyasi iradenin başarısıdır” diyerek siyasi propaganda yapmakta beis görmediklerini söyledi. Erdoğan ise Afrin’e girilmesinin ardından erken seçime gidileceği eleştirilerine AKP MYK (4 Nisan) toplantısında şöyle cevap veriyordu: “Bu fırsatçılık olur. Hiç bize yakışacak bir iş değildir.” Ve bu sözlerin ardından Erdoğan, olabilecek en erken tarihlerden birinde erken seçim yapılacağını açıklamış bulunuyor.
En önemlisi de Türkiye’nin hızla içine sürüklenmekte olduğu ekonomik kriz süreci kendini göstermeden “atı alıp Üsküdar’a geçmenin” derdindeler. Bunun için ağır ve kronik hasta olan ekonomiye aşırı dozda ağrı kesici enjekte ediyorlar. Tüm uygulamaları krizi ertelemek için. Sonunda hastalık daha da ağırlaşıyor ve halka işsizlik ve yoksullukla ödetilecek fatura günbegün kabarıyor. Bankalar, batan şirketleri ve müteahhitleri kurtarmak için seferber edilmiş durumda. Şeker fabrikaları haraç mezat satılıyor. Ormanlar peşkeş çekiliyor. Emekçi halktan esirgenen paralar teşvik adı altında sermayenin önüne seriliyor. Kendi seçim kampanyalarını halkın ekmeğinden çalarak, milletin birikimlerini yağmalayarak finanse ediyorlar.
Dolara ve ithalata bağımlı, Gümrük Birliği ile zincirlenmiş ekonomiyi dış etkilerden korumak için emperyalizme karşı her türlü tavizi vermeye hazırlar. Erdoğan yurtdışına yaptığı her ziyarette milyarca dolarlık ihalelerde para saçıp öyle dönüyor. Suriye’yi vuran emperyalist füzeleri hevesle ve ayakta alkışlıyorlar.
İşte bu koşullarda yapacakları baskınla milletin başına patron olurlarsa tüm faturayı halka ödetecekler ve halktan yükselecek haklı itirazları da, baskıcı yönetimi yani istibdadı daha da koyulaştırarak ezmeye çalışacaklar.
Burjuva partileri, “hodri meydan” repliklerini okuyarak Erdoğan ve Bahçeli’nin istibdad piyesinde figüran olmayı seçmişlerdir. Onlardan başka türlü hareket etmesi beklenemezdi zaten. Çünkü onlar da baskın seçime olumlu tepki veren borsanın ve doların partileridir.
İşçi ve emekçi halk ise bu ülkenin figüranları değil gerçek sahipleridir. Türkiye’nin başına patron kesilenlere, emrivaki ile seçim kaçırmaya çalışanlara, milletin “Üsküdar’a kaçırılacak at”, “Niğde’ye sürülecek eşek” olmadığını gösterecek olan da işçi sınıfıdır. Bu gerçeği görerek ve tüm olanaklar kullanılarak emekçi halk, ekmek ve hürriyet mücadelesinde seferber edilmelidir. Er ya da geç Türkiye’nin geleceği sınıf mücadelesi alanlarında belirlenecektir.