Taksim’de Tahrir Tadı
İstanbul, biber gazı ile kaplı bir savaş meydanına dönüşmüştür. Recep Tayyip Erdoğan ve başında bulunduğu AKP hükümetinin emri altında olduğu şüphe götürmeyen polis, şehrin merkezindeki Taksim Meydanı’nın çevresinde beş gündür protestoculara saldırıyor.
Normalde bu haber bile sayılmayabilirdi: Türk polisi, hükümetin hoşuna gitmeyen gösterilere gaddarca saldırmasıyla biliniyor. Daha bir ay önce, 1 Mayıs’ta binlerce işçi ve sendikacıdan oluşan topluluğu büyük miktarda biber gazı kullanarak dağıttılar. Yani polis cephesinde yeni bir şey yok. İçinde bulunduğumuz anın farklılığı başka bir nedenden kaynaklanıyor.
İçinde bulunduğumuz anın farklılığı protestocuların kararlılığı ve cesaretinde yatıyor. Protestoların ilk dört gününde giderek artan sayıda insan (protestocu sayısı 30 Mayıs günü birkaç bine ulaştı) Taksim Meydanı’nın yakınındaki Gezi Parkı’nda kamp kurdular. Polis her gece, sabaha karşı kamp yapanlara saldırdı ve çadırlarını dağıttı, üçüncü ve dördüncü günde ise çadırları yaktı.
Protestocular yaşamı, çok az yeşil alanı olan bir kentin merkezindeki ağaçların yaşamını korumaya çalışıyorlar. AKP’nin yönettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi, (tarihi bir binayı benzerine uygun şekilde yeniden inşa etme kisvesi altında) şu an Gezi Parkı’nın bulunduğu yere bir alışveriş merkezi yapmak için bir süredir hummalı biçimde çalışıyor.
Polisin (ve kendilerini belediye zabıtası olarak tanıtan sivil giyimli kişilerin, ki çadırları yakanlar da bunlardır) gaddarlığı, İstanbul halkını saldırıya uğrayan göstericilere yardım etmeye sevketmiştir. İstiklal Caddesi çok geçmeden bir ucundan diğer ucuna insanla dolmuştur. O esnada Taksim Meydanı polisin kontrolündeydi. İstiklal sloganlarla çınlıyordu ve hatta bazıları o anda büyük bir acelecilikle, hükümetin derhal düşeceği tahminini yapmaktaydılar.
Hükümetin Suriye’deki kriminal siyasetinin sorumlusu olan dışişleri bakanı ile (Saddam yönetiminin “Kimyasal Ali”sine referansla “Kimyasal Muammer” diye andığımız) içişleri bakanının görevden alınması bir süredir talep edilmekteydi. Bu sonuncusunun görevden alınması halihazırda bir olasılık olarak görünmektedir ve İstanbul emniyet müdürünün görevden alındığına dair doğrulanmayan söylentiler dolaşmaktadır. Çok iyimser görünen bu söylenti doğru bile çıksa ev temizliğinin duracağı yer burası değildir!
İşçi sınıfı, sol ve gençlik derin bir politik pasifliğin içinden çıkıyorlar. Kürt halkının aralıksız mücadelesi hariç tutulursa, son 15 yıldır Türkiye kitle mücadeleleri bakımından bir çöl olagelmiştir. 2008’de özelleştirilen Tekel’in işçilerinin 2009-2010 kışındaki grevi yalnızca kısa bir süre için bunu durdurmuştur ama maalesef sendika bürokrasisi bu grevi satmıştır.
Hareketin geri dönülmez bir noktayı halihazırda geçmiş olduğunu söylemek acelecilik olur. Ancak, kitlelerin özgüvenini geri kazanmasının hareketin ruhunu yansıttığı kesindir. Örgütlü işçi sınıfının buna nasıl cevap vereceği can alıcı bir sorundur. Sanayi işçileri son dönemde birkaç önemli eyleme imza atmıştır. Bu eylemler, Türk Havayolları işçileri de dahil olmak üzere işçi sınıfının bazı kesimlerini radikalleştirebilir. Türk Havayolları işçileri, sınırlı katılıma rağmen iki haftadır grevdedir.
Son yarım yüzyıldır yasalarla garanti edilmiş bir hak olan sivil havacılık sektöründe grev yapma hakkının kısmen yasaklanmasını protesto etmek amacıyla yasadışı greve katıldıkları için bir yıl önce işten atılan 305 işçinin işe geri iade edilmesi grevdeki havayolu işçilerinin merkezi talebidir. Grev yasağı getiren yasa iptal edilmiştir ama atılan işçiler hala işe geri iade edilmemiştir.
Ancak, hükümet açısından potansiyel yıkıcı sonuçları olan bir başka grev bir kenarda beklemektedir. Bu metal işçilerinin ilan edilen (grev ilanı yasal bir gerekliliktir) ama henüz başlamayan grevidir. İlgili tüm işçiler greve gittiği takdirde (yasal nedenlerden ötürü bu grevin Haziran ayı içinde başlaması zorunludur) son yıllarda ülke sanayisinin ana ihracat makinesi haline gelmiş olan bu sektörde 100 bini aşkın işçi iş bırakabilir.
Bu potansiyel grevi ele alırken (başta sektörde örgütlü olan en büyük sendikaya hakim olan bürokrasinin açıkça gerici duruşu olmak üzere) çok sayıda karmaşık faktörü dikkate almak gerekse de, ülke çapında gelişen patlayıcı durum göz önüne alındığında grevin çok ciddi sonuçlar doğurabileği bellidir.
Tarih, halk kitlelerine yardım ediyormuş gibi görünüyor. Emek hareketinin içindeki en militan sendikalardan birisi olan KESK, tüm kamu sektöründe 5 Haziran’da greve gideceğini halihazırda açıklamış durumda. Bu bir genel greve dönüştürülmeli ve sendika hareketinin tamamı tarafından benimsenmelidir. Bu genel grev, farklı sektörlerdeki ve sanayi kollarındaki işçilerin kendi sorunlarının ve şikayetlerinin yanı sıra siyasi talepler de ileri sürmelidir.
Hükümetin kibri ve baskısı bir halk hareketini uyandırmıştır. İsyancı bir işçi sınıfı hareketi buna eklendiği takdirde Türkiye için her anlamda devrimci bir değişim potansiyali açığa çıkabilir.
Türkiye’nin dönüşümünün Ortadoğu’nun geri kalanı ile Afrika’da ne kadar muazzam bir etki yaratacağından söz etmek abartı olmaz. Erdoğan liderliğindeki Türkiye, bölgenin etkili aktörlerinden birisi, ABD’nin “model müttefiki”, Mısır ve Tunus’taki yeni Müslüman hükümetlerin rol modeli, bölgede Sünniler ile Şiiler arasında felaket potansiyeli taşıyan bir mezhep çatışmasının parçası olarak Suudi ve Katar krallıklarının kurduğu Sünni cephenin önde gelen savaşçısı ve hegemonya projesine sahip, büyüyen bir ekonomik ve askeri güç haline gelmiştir.
Bu gerici aktörün dönüşmesi – ve NATO üyesi olan bu ülkede onun yerine ilerici bir gücün gelmesi- bölge çapında muazzam etkiler yaratacaktır. Türkiye’deki kitle hareketi ile dayanışma, Ortadoğu’nun tamamında ilerici ve devrimci amaçlara katkı sunacaktır.
İstanbul’un Taksim’e uzak olmayan, başka bir meydanından az önce ayrıldım. Burası ağzına kadar insanla dolu ve binlerce, hatta on binlerce araba korna çalarak yollarına devam ediyor. Aslında bu durum hiç de olağanüstü sayılmaz, eğer sabahın üçünde yaşanmıyor olsaydı! Başkent Ankara’nın sokaklarında protestolar sürüyor. Ege Denizi’nin kıyısında bulunan, ülkenin üçüncü büyük kenti İzmir’de sokak çatışmaları devam ediyor.
“Tayyip Erdoğan kibri sayesinde Türkleri, Kürtleri, Sünnileri, Alevileri ve laik güçleri birleştirmeyi en sonunda başardı!” diye yazan bir blog yazarı şöyle devam ediyor: “Bizim öteden beri söylediğimiz şey tam da bu. Tekel işçilerinin iki buçuk ay süren mücadelesinde bu yaşanmıştı. Aynı şey şimdi çok daha dev bir ölçekte yaşanıyor.”
Bu henüz Tahrir değil. Ancak, İstanbul’un üzerine kurulu olduğu iki kıtada (Asya ve Avrupa) birden sabahın üçünde gösteriler yapılması kesinlikli olağandışı bir durum ve bize Tahrir’in tadını veriyor. Bu henüz bir devrim değil ama İstanbul’un göklerinde yalnızca biber gazı değil, devrimci özlemler de asılı duruyor.