Ne isyanı?

Ne isyanı?

Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük eyaletinin (Kaliforniya) en büyük kentinin (Los Angeles) bir uydu kasabasında, deyin ki İstanbul’un Çatalca’sında bir isyan başladı. Bu satırlar yazılırken dördüncü günü yaşanıyor isyanın ve henüz durulmak bir yana daha da alevleniyor gibi görünüyor. İlk gün birkaç polis arabası yakılmıştı. Bugün sosyal medyada paylaştığımız bir videoda görülebileceği gibi sıra sıra polis arabaları, Amerikalıların “Waymo” olarak andığı otonom (yani sürücüsüz) araçlardan oluşan neredeyse bir filo araç cayır cayır yanıyordu. Üstelik isyan daha ilk günden bu uydu kasabadan Amerika’nın en büyük kentlerinden biri olan Los Angeles’ın şehir merkezine sıçramıştı isyan, eylemler orada da devam ediyor.

Paramount adlı uydu kentin nüfusu 50 binin biraz üzerinde ve (sıkı durun!) nüfusunun yüzde 80’i geldikleri kıtaya referansla Latino ve Latina ya da konuştukları İspanyolcaya referansla Hispanik. Kısacası Orta veya Güney Amerika’dan göçmüş bir nüfus. Kaliforniya 1850’ye kadar Meksika’ya ait olduğu için, aralarında 19. yüzyıl ortasından önce burada yaşamakta olan ve Amerika Kaliforniya’yı gasp ettikten sonra bu ülkenin vatandaşı haline gelmiş Meksikalıların torunları da olabilir. Yani büyük çoğunluk göç ederek Amerika’ya yerleşmiş. Bir bölümü ise Amerikan ordusu ve yasaları Meksika’ya “göç ettiği” için Amerikalılaşmış insanlar.

Bu 40 bin kişi (50 binin yüzde 80’i) ve belki de kasaba halkından onlara destek olan başkaları isyan halinde. Bunun dolaysız, somut nedeni, Amerika’da ICE olarak anılan kuruluşa, yani Göç ve Gümrük İdaresi’ne (Immigration and Customs Enforcement) bağlı, askerî tarzda giydirilmiş kolluk elemanlarının Cumartesi sabahından itibaren şehirde insan avına çıkması. Bilindiği gibi Trump, “kayıt dışı” göçmenleri yakalayıp bir kısmını kendi ülkelerine iade etmeyi, bir kısmını ise Amerika’ya düşmanlık için orada bulundukları iddiasıyla, Orta Amerika ülkesi El Salvador’da “merdiven altı” işkencehane gibi işlev gören, kötü şöhreti arşı âlâyı sarmış bir hapishaneye yollamayı genel politikasının en hassas ve önemli bileşenlerinden sayıyor. Bu bugüne kadar insanları teker teker arayıp bularak sınır dışı ederek ya da sürerek yapılıyordu.

Los Angeles’taki uygulamanın ayırıcı yanı, kayıt dışı göçmenlere özel hayat ya da günlük hayat ortamında değil, çalışma ortamlarında ya da iş ararken baskın yapılması. “Yakalanan” göçmenin kayıt dışı olduğu saptandığında bunlar da diğerleri gibi sınır dışı edilecek. Ama fark çok önemli. Çünkü ister çalışırken işyerinde baskın yapılıyor olsun, ister günübirlik amele olarak emek pazarında iş beklerken, baskın bu insanların bir kolektivitenin, ortak konuma sahip bir topluluğun bir bileşeni olduğu bir anda yapılıyor. Daha önceki baskınlarda isyan çıkmamasının, bu sefer ise çıkmasının nedeni tam da bu.

“Resimlerdeki ortak yanı bulunuz”

Eskiden çok daha yaygın olan, ama sanırız genç kuşakların da bildiği bir bilmece türü vardır. İki resim yan yana konulur, ikisi arasındaki ortak ya da farklı yanların bulunması istenir. Şimdi biz de okurumuzu yukarıdaki kolajda yer alan haberlerin ortak yanını (tek bir nokta) bulmaya davet ediyoruz. Bunlar kolayca anlaşılacağı gibi, bugünün (9 Haziran 2025 Pazartesi) sağlı sollu, tirajı yüksek ya da alçakgönüllü bazı gazetelerinin manşetleri. Başka hiçbir günlük gazete bu haberi birinci sayfadan manşet ile vermediği için beş gazeteyle sınırlı “bilmece”miz.

Cevabı hemen bildiniz! Haberi veren bütün gazeteler bu olaylara “göçmen isyanı” ya da “göçmen krizi” teşhisi koymuş. Bir tek gazete, daha spesifik ayrıntı vererek “Latin isyanı” demiş. Yani Latin Amerika’dan göçmüş göçmenler diyerek aslında aynı şeyi söylemiş.

Şimdi ikinci bir soru soralım: “Resimlerdeki ortak yanlışı bulunuz”. Bu ilki kadar kolay değil. Birçok okurumuz bu soruyla karşılaştığında “buna elbette isyan denebilir, ne var yani?” diyecek, Göç İdaresi’nin baskın yaptığı insanların da göçmen olduğunu düşünerek “göçmen isyanı”nı gayet doğru bir niteleme olarak kabul edecektir.

Bu Marksist diyalektiğin hiçbir şey göze göründüğü gibi değildir kuralının görmezden gelinmesi anlamına gelir maalesef.

“Küçük ölçekli bir işçi sınıfı isyanı”

Biz haberi alır almaz sosyal medya hesaplarımızda bu olayı yukarıdaki cümle ile (“küçük ölçekli bir işçi sınıfı isyanı” olarak) tanıttık sosyal medya arkadaşlarımıza. Peki, bu fark, bu karşıtlık nereden kaynaklanıyor? Hayır, bilemediniz, bizim Marksist dogmatizmimizden dolayı her şeyi sınıfa bağlamamızdan değil! Mesela Trump’ın birinci başkanlık döneminde yaşanan (ve Amerikan tarihinin belki de en kitlesel eylemleri olan) George Floyd isyanına bir “işçi sınıfı isyanı” demek aklımızdan bile geçmemişti. Fark başka yerde: Gazetelerin ilk gördüklerini (Göç İdaresi, Latino/Latina göçmenler ve ilkinin ikincisini sınır dışı etme niyeti) esas neden saymaları, bizim ise göze ilk çarpan bu verileri uygulanan politikanın gerçek anlamını ortaya koyan bütünü göz önüne alarak görünüşün ardındaki özü saptama konusunda dikkatli olmamız.

Trump’ın kayıt dışı göçmenleri sınır dışı etme politikası, mesela Trump’ın Ku Klux Klan tarzı Nuh Nebi öncesi ırkçılık hastalığına yakalanmasından mı kaynaklanıyor? Trump’ın, oy alacağı kitleleri yabancılaştırmamak için belli etmemeye çalışsa da gerek siyahilere gerek Latino/Latinalara, gerek Müslümanlara karşı ırkçı bir tutum içinde olduğu kuşku götürmez. Yani Trump, evet, gerici bir beyaz üstünlüğü ideolojisine kapılmış biridir (“white suprematism”). Ama bizim sorduğumuz soru bu değil. Trump bugünkü sınır dışı politikasını bu yüzden mi uyguluyor? Sorumuz bu.

Bu soruya verilecek cevap, içine girdiğimiz dönemin esas karakterini anlamanın anahtarını verecektir bize. Hayır, Trump ırkçı duyguların etkisi altında değil, işçi sınıfını bölmek için uyguluyor bu politikayı. Neden bölmek istiyor? Çünkü kapitalist sınıfın uzun zamandır uyguladığı neoliberal ve küreselci politikalar Amerikan (ve diğer emperyalist ülkelerin) işçi sınıfını mahvetmiş, işlerini ellerinden almış, oturdukları kentlerin ya da uydu kentlerin düpedüz çökmesine ve sınıfın bağrında görülmemiş bir yoksullaşma ve sefalet yaşanmasına yol açmıştır. Trump’ın MAGA hareketinden Avrupa’nın “aşırı sağ” ya da “popülist” olarak anılan bütün partilerine kadar bu doğrultudaki partilerin en önemli işlevi, kapitalizmin sorumlusu olduğu bu krizin suçunu, işçi sınıfının içindeki başka unsurların (ülkesine göre, göçmenlerin, azınlıkların, Müslümanların) üzerine atmaktır. Bu, faşizmin tanımlayıcı özelliğidir. Faşizm sadece ırkçılık değildir. Evet faşizm ırkçıdır, ama onun ırkçılığı işçi sınıfını bölmeyi amaçlar. Her ırkçılık faşizm değildir. Faşizmi basit ya da arı anlamda ırkçı partilerden ve hareketlerden ayıran budur.

Bunu anlamayan faşizmi anlamamış demektir. Bu doğruysa, Trump’ın bu politikasına isyan eden kitleler, kendileri henüz bu siyasi bilince kavuşamamış olsalar bile, bu politikaya isyan ettiklerinde birer göçmen olarak değil, birer işçi olarak hakları uğruna mücadeleye girişmektedir. Öyleyse bu isyan bir “göçmen isyanı” değil “işçi sınıfı isyanı”dır.

Maalesef Amerikan solu da dünya solu da işin bu yanını henüz kavrayamadığı için faşizmle mücadele için uygun bir strateji benimseyemeden olayların peşine takılmış sürüklenmektedir.

David Huerta’ya özgürlük!

SEIU-USWW (Service Employees International Union-United Service Workers West) 2 milyon üyesi olan Hizmet İşçileri Sendikası’nın ülkenin batısında örgütlenmiş bir alt bölümüdür. Bu sendikanın başkanı David Huerta, olaylar sırasında göçmen işçilerin gözaltına alınıp daha sonra sınır dışı edilmesine karşı çaba gösterirken ICE görevlilerince yaralanmış ve gözaltına alınmıştır. Şimdi hastaneden çıkmıştır ama hâlâ gözaltındadır. Hizmet İşçileri Sendikası’nın batı bölgesindeki yöneticisinin serbest bırakılması ve ICE’ın baskınlarına son verilmesi için kampanya başlatılmıştır. Biz de Türkiye’den bu kampanyaya destek oluyoruz.

Bir sendika başkanının bu isyan sırasında gözaltına alınması dolayısıyla kampanya başlatılması rastlantı mıdır? Mesela Otomobil İşçileri Sendikası’nın bir yöneticisi Paramount kentine uğradığı esnada tesadüfen göçmen işçilerin gözaltına alınmakta olduğunu görerek “yapmayın ayıptır” dediği için göz altına alınmıştır gibi mi düşünmeliyiz bu olayı?

Yoksa Huerta’nın polisten baskı görmesi, devletin, devlet başkanının, Trump’ın, işçi sınıfının resmî oturma ve çalışma izni olmadığı için zayıf konumda olan bir dilimini, Amerikan vatandaşı olan çoğunluğuna karşı suçlu göstererek sınıfın bölünmesini amaçlayan eylemine bir sendika başkanının görevini yaparak müdahale etmesinden mi olmuştur?

İşte görünüş, işte öz!