Syriza'nın ekonomik Varkiza'sı*

 

Yunanistan halkı 25 Ocak seçimlerinde AB ve İMF uşağı partilere ve onların dört yıldır uygulamakta oldukları kemer sıkma politikalarına ağır bir şamar attı. Ama şimdi de kendisi onların yerine seçtiği Syriza’dan ağır bir darbe yedi. Syriza’nın başında olduğu koalisyon hükümeti, 11 Şubat’tan 20 Şubat’a kadar AB kurumlarıyla yaptığı pazarlıklar sonunda AB’den var olan programın dört ay boyunca devam etmesini talep etmek zorunda kaldı. Bunun anlamı şu: Syriza seçimde halkın karşısında savunduğu programını bütünüyle terk etmiş oluyor. Haksızlık etmemek için hemen ekleyelim: Şimdilik ve sadece dört ay boyunca. Ama geçici olması AB ile Yunanistan arasındaki anlaşmanın tam anlamıyla bir teslimiyet anlaşması olduğu gerçeğini saklamamalıdır. Gelecekte, dört ay dolduğunda neler yaşanabileceğini şimdiden göstermiştir. Bu deneyimden öğrenmek istemeyen, eski yanlış tavırlarında ısrar eden siyasi odaklar ve aydınlar, kendi gururlarını korumak adına Yunanistan ve Avrupa halkının felaketine yol açma sorumsuzluğunun hesabını işçi sınıfının vicdanı ve tarih karşısında ödeyeceklerdir.

Tam teslimiyet

Önce Syriza hükümetinin teslimiyetinin nasıl bütünsel olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunu kanıtlamak aslında gerekmez de. Çünkü hükümetin uzatılmasını istediği program tam da Syriza’nın yıllardır lanetlediği, Yunanistan’da “insani kriz” doğurmuş olduğunu söylediği programdır. Dolayısıyla, Syriza’nın halka vaatlerinden çark ettiği yalın biçimde ortadadır.

Ama meseleyi genel düzeyde bırakmamak, somut verilerle konuşmak, hem hakkaniyet, hem de geleceğin eğilimlerini belirleme bakımından dakiklik açısından önemlidir. Syriza Yunanistan’a açılan kredi paketinin süresinin uzatılması karşılığında AB’ye ne vaat etmiştir? Burjuva basınında ya da haber ajanslarında yer alan ve taraflı ya da dikkatsiz olması ihtimali olan haberlerdense, Yunan hükümetinin AB kurumlarına yolladığı mektubun kendisine başvurmak çok daha doğru olur. Gösterişli spor kılığını 350 avroluk Burberry marka bir atkıyla taçlandıran havalı maliye bakanı Yanis Varufakis’in imzası ile “Avro-grup” diye bilinen avro bölgesi maliye bakanları topluluğuna yollanan mektuptan Yunanistan’ın eski programın uzatılması için somut olarak ne tür taahhütlere girdiğini anlayabiliriz. Altı sayfalık mektupta bir bölümü teknik olan, bir bölümü ise siyasi açıdan çok önemli olmayan birçok taahhüt var. Okuyucunun dikkatini işçi ve emekçiler açısından en önemlilerine çekelim. Önce işçi sınıfının hayat koşullarını doğrudan etkileyen konulara bakalım.

·         Syriza son yıllarda ciddi şekilde gerileyen asgari ücreti derhal yükselteceğini vaat etmişti. Mektup, asgari ücretin “modernleştirileceğini” (?) ve (1) derhal değil zaman içinde, (2) “rekabet gücünü ve istihdam olanaklarını muhafaza eden” bir tarzda ve (3) sadece Yunan işverenlerine değil, Avrupa kurumlarına ve uluslararası kurumlara (yani AB ve İMF’ye) danışılarak arttırılacağını taahhüt ediyor. Ölme eşeğim ölme!

·         Seçimlerde işçi sınıfına ikinci önemli vaat yüzde 25’i aşan, gençlerde ise yüzde 60’a varan işsizlikle hızla mücadeleye girişmekti. Mektup, işsizliğe karşı sadece zaten var olan geçici istihdam programını (sermaye bu “geçici istihdamı” ne çok sever!) devam ettirmeyi ve mali alan izin verdiğinde (bu hüsnü tabirin anlamı “siz izin verirseniz ve hükümetin eline biraz para geçerse” demek!) genişletmeyi ve en neoliberal ve sağcısı da dâhil bütün Avrupa hükümetlerinin uyguladığı, vasıfların güncel ihtiyaçlara uygun hale getirilmesi programlarını yine devam ettirmeyi taahhüt ediyor. Yani burada da yeni bir şey yok, geçmişte yapılmış olan vaatlerin yerine getirilmesi hülyalı geleceğe havale!

·         “İşgücü piyasasının bütün alanlarında AB çapında en iyi uygulamayı sağlamak”. Bunun anlamı, “öteki AB ülkelerinde işgücü piyasası esnekliğinde en ileri gitmiş ülkelerdeki uygulamaları biz de devralacağız” demek!

·         Kamu sektöründe ücret skalasını verimliliğe bağlamak (bizim kamu emekçileri kalite uygulamalarından, norm ücretten vb. bunun ne demek olduğunu gayet iyi bilir).

·         Sosyal harcamalarda yapılmakta olan kısıtlamalar (eğitim, ulaştırma, sosyal yardım ve sağlık ismen sayılıyor) sürdürülecek.

·         Emeklilerin dört yılda canı yeterince çıkmamış gibi, (1) erken emeklilik yolunda boşluklar ortadan kaldırılacak, (2) emeklilik kurumları tasarruf amacıyla birleştirilecek, (3) emeklilik katkı payları ile gelir arasında daha yakın bir ilişki kurulacak (yani işçinin ücretinin daha büyük bir parçası emeklilik katkısı olarak kesintiye uğrayacak).

Bir de daha genel ekonomi politikalarına bakalım.

·         Syriza iktidara gelir gelmez, Pire ve Selanik limanlarının ve elektrik enerjisi sektöründe bazı kamu kuruluşlarının başlamış olan özelleştirme sürecini durduracağını kahramanca açıklamıştı. Şimdi özelleştirme konusunda söylenenler şunlar: (1) Tamamlanmış özelleştirmelerde geri dönüş olmayacak, ihale süreci başlayanlar durdurulmayacak. (2) Henüz başlatılmamış özelleştirmeleri… durdurmak sandıysanız yanıldınız. Gözden geçirmek. Yine yanılıp da bazılarını listeden çıkartmak zannetmeyin. Devletin gelirini arttırmak, ekonomiyi modernleştirmek gibi daha teknokratik saiklerle gözden geçirmek. (3) Temel kamu mallarının özelleştirilmiş firmalarca tedarik edilmesi uygulamasını sürdürmek. Yani kamu hizmetlerinde bile özelleştirme!

·         Vergi gelirleri konusunda yetkili Gelirler İdaresi’ni politikadan bağımsızlaştırmak. Bu, dünya kapitalizminin son dönemde ekonominin yönetimini kitlelerin basıncından kurtarmak için yaptığı bağımsız kurumlar atağının bir başka ayağıdır.

·         Hükümet daha iyi bir “iş yapma ortamı” sağlamak için çalışmayı da taahhüt etmektedir. Bunun anlamı çokuluslu şirketleri rahatlatmaktır.

·         Hükümet ayrıca çok ciddi bir hatayla “düzenlenmiş meslekler” olarak anılan alanlarda kısıtlamaları kaldırmaya devam etmeyi taahhüt etmektedir. Bu meslekler genellikle küçük burjuvazinin (eczacılar, taksi sahipleri, balıkçılar vb.) faal olduğu ekonomik alanlardır. Küçük burjuvazinin bir bölümü, önceki hükümetlerin Troyka’nın basıncı ile kendi çıkarlarına yönelttiği bu saldırıya tepki ile yüzünü işçi sınıfı ve yoksullarla birlikte Syriza’ya dönmüştü. Şimdi Syriza bu katmanları kaybetme yolunda ilk adımını atmıştır. Bu politika sürdürülecek olursa, bu katmanlar, şimdi çareyi faşist Altın Şafak’ta aramaya başlayabilir.

Mektubun en çarpıcı yanı, Syriza’yı iktidara taşıyan “insani kriz” konusunda alınacak önlemlere ilişkin bölümdür. Bu bölüm en sona bırakılmıştır! Ve basitçe “hiçbir şey yapılamayacaktır” anlamına gelen bir yapıya sahiptir. Hükümet mutlak yoksulluğun arttığını saptıyor ama buna çözümü ABD’nin yoksulları isyandan uzak tutmak için kullandığı “food stamps” (yemek kuponları) dağıtmakta görüyor. Daha önemlisi, mektup, hükümetin insani krize karşı mücadelesinin “olumsuz mali etkisi olmayacağı” konusunda AB’ye ve İMF’ye güvence veriyor! Para harcamayacaksınız ver “insani kriz” dediğiniz devasa boyutlardaki yoksulluğu çözeceksiniz! Halka yalan söylemeyin!

Güle güle “Troyka”, hoş geldiniz “kurumlar”!

Bilindiği gibi, Yunanistan’a ve ekonomik kriz yaşayan öteki Avrupa ülkelerine (İspanya, Portekiz, İrlanda) kemer sıkma programlarını dayatan kurumlara, yani Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve İMF’ye, toplu olarak “üçlü” anlamına gelen “Troyka” adı takılmıştı. Yunan halkı Avrupa’nın yeni ekonomik çariçesi Angela Merkel ve Almanya ile birlikte Troyka’dan nefret ediyordu. Syriza da seçilene kadar sürekli Troyka ile iş yapmayacağını, onun görevinin sona ereceğini söylüyordu. Şimdi Syriza hükümetinin imzalanan teslimiyet belgesi ile Yunan ekonomisinin kontrolünü teslim ettiği otorite tam da aynı kurumlardan oluşuyor. Ama Syriza’cılar Troyka kelimesini artık kullanmıyorlar. Ne kullanıyorlar? “Kurumlar”! Üç kurumu tek kelimeyle anmaktan vazgeçtiniz, durum düzeldi! Halka yalan söylemenin her yolunu deniyor Syriza’nın sağ önderliği.

Yukarıda Syriza hükümetinin tam bir teslimiyet içine girdiğini tartışmasız biçimde gösterdiğimizi umuyoruz. Zaten bunun tersini söyleyen kimse yok. Bütün uluslararası burjuva basını bunu saptıyor. AB yetkilileri bunu saptıyor. Bir örnek olarak Almanya’nın güçlü maliye bakanı Schaeuble, Syrza ile alay etti: “Haydi gidin Yunan halkına bir anlatın bakalım bunu” anlamına gelen bir diplomatik sonuç çıkardı durumdan. İrlanda maliye bakanı, Varufakis’in “ödün sayılabilecek hiç ama hiçbir şey almamış olduğunu” söyledi. Yunanistan’da sağdan en sola herkes aynı saptamayı yapıyor. Eski sağcı başbakan Samaras, “biz bu aşamada ne yapacaksak onlar da yaptı” dedi ve ekledi: “Biz artık Memorandum’dan (kredi ve kemer sıkma paketi böyle anılıyor) çıkacaktık, onlar kaldı”! Pasok lideri Venizelos ise “halka yalan söylediler, hayal tacirliği yaptılar” dedi. Haydi, bunlar burjuva. Solda Syriza milletvekili, İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi karşıtı direnişin kahramanlarından Manolis Glezos, “bu yanılsamanın bir parçası olduğum için Yunan halkından özür dilerim” dedi. Syriza merkez komitesi üyesi, Londra’da iktisatçı Stathis Kuvelakis, hükümetin tam bir teslimiyet içine girdiğini söyledi.

Bizim bir şey eklememize gerek var mı? Bazıları diyecektir ki, son günlerde Yunan bankalarından günde ortalama 5 milyar avro çekiliyordu. Banka paniğine ramak kalmıştı. Yunan devlet tahvillerinin faizi göğe yükselmişti. Borsa sarsılıyordu. Hükümet boyun eğmeseydi, ekonomi iflas ederdi. Doğru. Peki bunları önceden öngörmek çok mu zordu? Biz Syriza’yı eleştirirken, Syriza’nın bir yandan kemer sıkmaya meydan okuyan ama öte yandan AB’den anlayış bekleyen politikasının iflasını tam da bu tür bir olasılığa bağlamıştık. Bakın, Syriza hakkında seçim öncesinde yazdığımız bir yazıda müstakbel Syriza hükümetinin AB kurumları ile inatlaşmasının sonucunu nasıl açıklamışız:

Bu da Syriza iktidarının yol açacağı düşünülen bütün piyasa dinamiklerinin hareket geçmesi için yeterli olacaktır: devlet tahvili faizlerinin yükselmesi; spekülatörlerin CDS’ler (bir ülkenin iflası üzerine spekülasyon türev araçları) yoluyla Yunanistan’ın iflasına oynaması; her tür yabancı sermaye akışının durması; iflas eşiğinde Yunanistan’ın avrodan ayrılmak zorunda kalması. 

İşte tam bu süreç gerçekleşti. Syriza hükümeti Yunanistan’ın iflasını ve avrodan ayrılmak zorunda kalmasını istemediği için havluyu attı!

Ne yapılması gerekirdi, yanlış anlaşılmaması için yeniden ve kısaca söyleyelim: halkın çıkarları uğruna, “insani kriz”e son vermek için, işsizliği yenmek için bütün krediyi kamunun eline vermek, yani banka ve finans sistemini (işçi denetiminde) kamulaştırmak, borsayı kapatmak, dış borcu reddetmek gerekirdi. Biz Syriza’yı AB’ye kafa tuttuğu için değil, yeterince tutmadığı için eleştiriyoruz. AB ile tartışmaya giriştiğinizde kazanacak gücünüz olmazsa böyle yenilgiye uğrarsınız. Kazanacak güç ise krediyi kamulaştırma ve dış borcun reddinden geçer.

Umut bitti mi?

Bizim Syriza’dan bir umudumuz yoktu. Syriza’ya oy veren halktan umudumuz ise henüz bitmiş değil. Halk şimdilik yanılıyor olabilir. Kendi çıkarlarına uygun program önüne doğru yöntemlerle getirilirse hatasından dönebilir. Ama Syriza önderliği hatasından dönmez. Çünkü düzene angajedir. Syriza içindeki güçler arasında zinde bütün güçler de zamanla başka bir programı ve başka bir birliği aramak zorundadır.

Biz Syriza’ya karşı baştan uyarı yaptığımız halde bugün Syriza’nın kesinlikle ve geri dönülmez biçimde teslim olduğunu ilan etmek için erken olduğunu düşünüyoruz. Mektup bir kâğıt parçasıdır. Taahhütler sadece taahhüttür. Uygulamayı beklemeliyiz. Syriza önderliği AB ile ilişkisini bozmayı elbette istemez. Ama Syriza bileşenleri arasındaki dengeler ve daha da önemlisi halkın mücadeleciliği devam ederse onun basıncının bu dengeler üzerinde bırakacağı etki, uygulamayı taahhütten farklı kılabilir. Ayrıca, dört ay sonra pazarlık yeniden başlayacaktır. Syriza hükümeti bu dört ay içinde olmasa bile dört ayın sonunda, halkın baskısı ile yeniden AB ile çekişme içine girebilir. Yapılması gereken halkın seçimlerde beklentisi neyse o doğrultuda mücadelesini yükseltmesi için dur durak bilmez bir çalışmadır.

Şimdi talep edilmesi gereken “taahhüt mektubunu yırt”tır. “Koalisyonu boz, KKE ile birlikte bir işçi hükümeti kur”dur. “Sağcı cumhurbaşkanı seçtin,bir daha bunu tekrarlama”dır.

Halkın mücadelesi yüksek düzeyde seyrederse er geç daha has bir sınıf mücadelesi odağı, daha devrimci bir önderlik belirecektir. Bu da evrelerle olabilir. Her evreye uygun somut politikalar izlemek gerekir. En kötü olasılık, seçimden önce sürekli vurguladığımız olasılıktır: Halkın işçi ve emekçi kesimlerinin cesaret ve mücadele azmini yitirerek evine dönmesi, kaderine razı olması; küçük burjuvazinin ve işsiz gençliğin lümpenleşen bir kesiminin yüzünü Altın Şafak’a dönmesi.

Mücadele henüz gelecektedir. Komşumuza ilişkin bizim görevimiz ise her zaman doğruyu söylemek, Syriza’nın bir ihanet odağı haline gelebileceğini görerek ona bağlanmaktan kaçınmak, ama halkın mücadelesini desteklemektir. Türkiye’de Yunanistan halkıyla dayanışma amacıyla bir platform kurulmalı, her önemli dönemeç noktasında Almanya veya Yunanistan veya AB kurumlarının önünde gösterilerden imza kampanyalarına bir dizi faaliyetle Yunan halkına yalnız olmadığını hatırlatmalıdır.

Bizim düşmanımız Troyka’dır, Avrupa finans kapitalidir, emperyalistlerin bir birliği olarak AB’dir. Syriza bu düşmana karşı mücadelenin önüne çıktıkça onunla da mücadele ederiz. Halka verdiği vaatlere geri dönerse ve sistemle boğuşmaya razı olursa onunla birlikte mücadele ederiz.

Syriza ilk rauntta AB’den yediği yumrukla yere düşmüştür. Kalkıp kalkamayacağını zaman gösterecek. Görev o kalkamasa bile halkı ayakta tutmak, mücadeleyi başka kanallardan başarıya ulaştırmaktır.

 

*Varkiza Anlaşması, 1945’te Stalinizmin ihanetine uğrayan ELAS partizanlarının Britanya emperyalizmiyle imzaladıkları, silahsızlanmalarının yolunu açan anlaşmadır.