İşte emeğin Avrupası
Fransa’nın çakma Napolyon'u Emmanuel Macron, ilk kez seçildiği 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri gündeminde olan “emeklilik reformu”nun bir ayağını, emeklilik yaşını 62’den 64’e yükselten bir çeşit Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile hayata geçirdi. Halkın büyük kesiminin karşı çıktığı bu reformun meclisi es geçerek yürürlüğe konması bardağı taşıran son damla oldu. İşte böylece 19 Ocak’tan itibaren ülke genelinde toplamda 3,5 milyon işçi ve genç sokakları doldurdu ve bugüne dek geri çekilmedi.
Anketlere göre halk içinde destek oranı yüzde 22’ye kadar gerileyen Macron, siyasi intihar anlamına gelen bu değişikliği, “bunu yapmasaydım ülke iflasın eşiğine gelirdi” diyerek gerekçelendiriyor. Ülkenin 3 trilyon dolar borcu var ve sadece 2022’de 12 milyar dolar artmış durumda. Emeklilik sisteminin “sürdürülebilir” olmasını bu reformlara bağlayan Macron, burjuva siyasetçilerinde çok rastlanmayacak bir açıklıkta mesaj veriyor: artık refah dönemi bitti. Yani sürdürülebilir bir emeklilik sistemi için işçilerin ve emeklilerin süründürülmesi gerekli.
2022 parlamento seçimlerinde çoğunluğu kaybeden Macron’un, KHK ile reformu zorla geçirmeden önce parlamentoda yoğun bir iletişim trafiği içinde olduğu biliniyor. Öyle görülüyor ki, tüm bu uğraşın sonunda bu değişikliği geçirecek çoğunluğu elde edemeyen Macron çareyi KHK’da buluyor. Fransa anayasası başkana parlamento karşısında öncelik veren ve bir yasanın parlamentodan geçmeden yürürlüğe konulmasına olanak sağlayan bir anayasa. Zaten Fransa, Türkiye’deki başkanlık sistemi uygulamasının ilhamlarından bir tanesi.
İlk başkanlık döneminde Sarı Yelekliler adı verilen isyan hareketinin sarstığı Macron, yeni döneminde tekrar bir halk hareketi ile sarsılıyor. Buna verilen yanıt ise ilkine verilen yanıtla aynı: Polis zorbalığı yani gözaltılar, copla müdahale, göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanımı. Hepsi de bize ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Polis şiddeti öyle bir seviyede ki Uluslararası Af Örgütü ve Avrupa Konseyi bile bu konuda uyarılarda bulundu.
Fransa’daki gelişmelerden haberdar olmak, isyan eden Fransa işçisi ve gençliği ile duygudaşlık içinde olmak elbette önemli; ancak bu sadece farklı coğrafyalarda benzer mücadeleleri veren kitlelerin duygudaşlığı değil. Bizleri birbirimize bağlayan çok daha somut gerçeklikler var. Macron’un ne olduğu yeni anlaşılmadı, Fransa halkı ve özellikle işçiler ve gençler bunu uzun süredir biliyor. Ona seçim kazandıran kendi popülerliği değil, faşist rakibine duyulan tepki oldu. Peki faşist Marine Le Pen karşısında Macron’a seçimi kazandıran işçi ve gençler ne elde etti? Elde ettikleri şey, kazandığı seçim sonrasında lüks restoranlarda kutlamalar yapan çakma Napolyon’dan “artık refah devri bitti” söylevleri işitmek ve onun polisinden bolca dayak yemek oldu. Böylece Fransa halkı kendi gelecekleri için gerçek mücadelenin, ancak sokaklarda ve işyerlerinde yürütülebileceğini öğrendi. İşte bizim için en önemli ders de budur. Erdoğan istibdadından, yani ekonomik çöküntüden, hayat standartlarının günbegün düşmesinden, ülkenin KHK’larla yönetilmesinden, polis zorbalığından kurtulmak istiyorsak tıpkı Fransa halkı gibi gerçek dönüştürücü gücün 14 Mayıs’taki değil, 1 Mayıs’taki güç olduğunu görmeliyiz.