Fransa’da yeni bir mücadele dalgası ufukta görünüyor

fransa bantlı

Bir dönem, özellikle de 2016 yılından Korona salgınının başladığı 2020’ye kadar Gerçek sitesinin okurları düzenli olarak Fransa’daki eylemlerin haberini okur hale gelmişti. Adeta her sene yeni bir dalga ile ortaya çıkan bu eylemler, bir dizi biçim almıştı: küçük şehirlerdeki ve kasabalardaki küçük burjuvazinin başlangıçta başını çektiği Sarı Yeleklilerden üniversite işgalleri ve lise eylemleri ile sahneye çıkan öğrenci gençliğe ve işçi sendikaları konfederasyonlarının gövde gösterisi yaptığı neredeyse saf anlamıyla proleter mücadelelere kadar dalga dalga yükselen hareketler Fransız siyasetine damgasını vurmuştu. Vurmuştu vurmasına fakat bazı dönemler hükümet ve burjuvazi ile tutuşulan bilek güreşinde önemli başarılar sağlansa, hatta bazı hareketler hasmını kısmi tavizlere zorlasa da bir türlü belirleyici bir zafer elde edememişti.

İşten bile değil, Fransa gibi önemli bir Avrupa ülkesinde kazanılacak böylesi bir zafer, başta komşu Avrupa ülkeleri olmak üzere bir dizi büyük mücadeleyi tetikleyebilir, Avrupa’daki siyasî havanın değişmesine katkıda bulunabilirdi. Bunun başarılmaması ise (Korona ile de birleşerek) tam tersi bir etki yaptı ve geçtiğimiz beş senede Fransa’daki kitle mücadeleleri göreli bir duraksama sürecine girdi. Bunun nisbî istisnaları, 2023’te önce yeni emeklilik yasasına karşı verilen devasa mücadele, sonrasında ise yine aynı yıl banliyölerdeki çoğu Mağrib veya sahra altı Afrika kökenli olan yoksul gençlerin isyanıydı. Fakat özellikle emeklilik yasasına karşı başlayan ve çoğu beyaz Fransız olan örgütlü işçi sınıfının mücadelesi ile, sonraki aylardaki göç kökenli kent yoksullarının isyanının birbiriyle buluşamaması, dahası böylesi bir birlikteliği öne sürecek ve sesini duyurabilecek kuvvette herhangi bir örgütlü gücün dahi ortaya çıkmaması, 2023 hareketlerinin de başarı kazanmasına engel oldu.

Eylül ayında gerçekleşen iki önemli eylem, Fransa’nın yeni bir mücadele dalgasının eşiğinde olabileceğine işaret ediyor. Eylem dalgasını başlatan, yaz aylarından itibaren hem sosyal medya üzerinden hem de bazı yerel toplantılarla ufak ufak örülen Bloquons Tout yani “her şeyi durduralım” adını alan hareket oldu. Bloquons Tout’nun örgütlenme tarzına ve taleplerine dair gelen ilk bilgiler, Sarı Yelekliler benzeri, siyasi olarak heterojen ve tabanını küçük şehirlerde ve kasabalarda bulan bir hareket ile karşı karşıya olduğumuz düşüncesini güçlendiriyordu. Bu hareketin ilk eylemi 10 Eylül tarihinde gerçekleşti. Çok sayıda şehirde, oldukça kitlesel eylemler yapıldı. Üniversitelerde de uzun süredir görülmeyen güçte bir öğrenci hareketi oldukça dikkat çekiciydi.

18 Eylül için ise, 10 Eylül’deki çağrıyı desteklemeyi kabul etmeyen büyük sendika konfederasyonları, kendileri bir grev günü ilan etmişti. 10 Eylül çağrısını desteklememe kararının oldukça tepki çektiğini not edelim. Fakat buna rağmen, ülkedeki sekiz büyük sendika konfederasyonunun, özellikle de iki dev konfederasyon olan CGT ve CFDT’nin uzunca bir aradan sonra birlikte greve çıkabiliyor olması önemli bir dinamik yarattı. Nitekim 18 Eylül günü gerçekleşen eylemler 10 Eylül’ün üzerine çıktı. Polisin açıklamalarına göre 500 bin, CGT’nin açıklamalarına göre ise 1 milyon kadar kişi sokaklara döküldü. Dahası, başta Fransa’nın kalbi Paris ve bölgesinde çalışan toplu taşıma işçilerinde yüzde 80’i bulan grev oranı olmak üzere, bir dizi sektör önemli bir güç ile grevleri destekledi. Bu oran ülke çapında lise ve ortaokul öğretmenleri arasında yüzde 45’i, ilkokul öğretmenleri arasında yüzde 33’ü, ülkenin enerji devi olan Enedis gibi şirketlerde ise yüzde 27’yi buldu.

Eylemlerin önceki dönemlere göre belli avantaj ve dezavantajlara sahip olduğunun altını çizmek gerekir. Muhtemelen en büyük avantaj, ülkenin içinden geçmekte olduğu büyük siyasî kriz koşulları. 2024 yazında Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un büyük bir kumar oynayarak parlamentoyu feshetme kararı elinde patlamış ve cumhurbaşkanı kendi destekçilerinin azınlıkta kaldığı bir parlamento ile karşı karşıya kalmıştı. Bu parlamento içinden, Emmanuel Macron’un müttefiklerinden François Bayrou başbakanlığında güç bela bir hükümet oluşturuldu. Bayrou hükümetinin kurulabilmesi için Cumhurbaşkanı Macron, hükümeti kurma hakkını parlamentodaki en büyük gruba sahip olan sol ittifaka vermeyerek de açıkça Fransız siyasetinin normlarının dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Bir senedir, çeşitli badireleri atlatarak zorlukla ayakta kalan Bayrou hükümeti, tam da 10 Eylül ile 18 Eylül eylemlerinin arasındaki dönemde güvenoyu alamayarak devrildi. Güvenoyu çağrısını bizzat Başbakan François Bayrou’nun, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçtiğimiz yılki kumarına benzer bir hamleyle yapmış olması da hüküm süren siyasi beceriksizliğin bir işareti olarak görülebilir. Fakat daha önemlisi, Hükümetin daha önceki eylem dalgalarında görülmemiş bir istikrarsızlık halinde olması ve siyasi destekten mahrum kalması eylemlerin elini kuvvetlendiriyor. CGT Genel Sekreteri Sophie Binet de 18 Eylül eylemleri sırasında tam da bu duruma dikkat çekerek, daha önce hiçbir eylem döneminde hükümet ve cumhurbaşkanı bu kadar güçsüz durumda değildi diye belirtti ve sendika konfederasyonları, taleplerinin yerine getirilmesi için hükümete 24 Eylül’e kadar süre verdi. Yeni Başbakan Sébastien Lecornu’nün bu eylemler karşısında elinin zayıf olduğunu düşünen yalnızca işçi sendikaları da değil. Fransa’nın TÜSİAD’ı olan MEDEF de tam tersinden bir açıklama yaparak, eğer az görülmüş bir açıklıkla MEDEF taraftarı olan Bayrou hükümetinin politikaları tersine dönmeye başlar ve yeni hükümet patronların vergilerini arttırırsa eyleme geçmeye hazır olduklarını dile getirdi. Özellikle eylemcilerin milyarderlerden yüzde 2 servet vergisi alınmasını savunan genç bir Fransız iktisatçının adına referansla sık sık “Zucman vergisi” talebini dile getirmesi, patron örgütü MEDEF’i endişeye sürükleyen faktörlerden biri olsa gerek. Nitekim örgütün şu andaki başkanı Patrick Martin, bizzat bu Zucman vergisi ihtimaline karşı bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Böylesi bir servet vergisinin dile getirilmesi, eylemlerin doğrudan patronları da hedef alması açısından önemli bir veri.

Fakat hareketin hala ciddi zayıflıklarının olduğu da bir gerçek. Bunun bir işareti, 10 Eylül günü, şehirlerdeki önemli kitle eylemlerine rağmen, hareketin tam da “her şeyi durdur”mak için ülkenin önemli garları, otoyolları ve işletmelerinin çalışmasına engel olmayı denediği blokaj eylemlerinin kısa sürede başarısızlığa uğraması oldu. Polis tam da bu blokajlara engel olmak için, diğer eylemlerdekinin çok daha üzerinde bir saldırganlıkla davranarak en az 473 kişiyi gözaltına aldı. Fakat polis saldırganlığının böylesi başarılı olup, “her şeyi durduralım” eylemlerinin ana hattı olması beklenen blokajları bu kadar kolay yenilgiye uğratmasının temel sebeplerinden biri de bu seferki hareketin, Sarı Yeleklilerin aksine büyük şehirlerin ötesinde ülkenin kılcal damarlarına ulaşmakta daha başarısız kalmış görünmesi. Sarı Yelekliler döneminde, ülkenin hemen her köşesinde yüzlerce hatta belki binlerce döner kavşağı mesken tutan eylemciler, gerektiğinde bu yolları ülke çapında ve kontrol edilmesi çok güç olacak biçimde kesebileceğini göstermişti. Burada en büyük avantajlarından biri küçük kasabalara kadar yayılmış olan hareketin, hem normalde Fransız sağının kalesi olan küçük yerleşimlerdeki siyasi havayı değiştirmesi, hem de bu coğrafi yaygınlığın, kolluk kuvvetleri ile mücadelede de büyük bir avantaj sağlamasıydı. Bu sefer ise, ilk çağrının verdiği intibaya rağmen, hareket en başından itibaren büyük şehirlerden yürüyor. Özellikle Sarı Yeleklilerin bu kozundan yoksun olan bu seneki eylemlerin, önceki yıllardaki yalıtılmışlığı kırmak için, daha son banliyö isyanı yaşanmadan önce işaret ettiğimiz üzere, henüz iki sene önce önemli bir isyanla sahneye çıkmış kent yoksullarına el uzatabilmesi şart. Banliyö gençliğinin, Filistin’de devam eden soykırım ve soykırıma karşı gerçekleşen eylemler sebebiyle, belki de hiç olmadığı kadar politize bir dönemden geçiyor olması da böylesi bir ittifakı oluşturmayı çok daha mümkün kılıyor.

Eylemler ilerlerken bir yandan da her geçen gün büyüyen ön faşizm tehdidi hem hareketin geleceğini belirleyebilecek bir güç olarak, hem de hareketin sonuçlarından doğrudan etkilenecek biçimde sahnede. Bu seneki harekette, belki de tam olarak küçük şehir ve kasabalara ulaşamamasının da bir sonucu olarak, Sarı Yeleklilerin ilk döneminin aksine Marine Le Pen’in ön faşist RN (Ulusal Derleniş) partisinin ya da açıkça faşist olan daha küçük örgütlerin etkisi oldukça sınırlı gözüküyor. Bu, faşizmin hareketi manipüle etmesini zorlaştırdığı için siyasî açıdan bir yandan bir avantaj sağlasa da, Sarı Yeleklilerin aksine, faşizmin etkisi altındaki kitlelerin mücadeleye atılıp, mücadele içinde dönüşmesi dinamiğinin önünde bir engel de olabilir. Sarı Yelekliler eylemleri sırasında tam da böyle bir dinamik ortaya çıkmış, dahası bu eylemlerle geçen bir yıl boyunca, Le Pen’in partisi belki de en olumsuz anket sonuçlarını elde etmişti. Hareket büyük kitleleri mobilize etmeyi sürdürebilir, hele bir de bu eylemlerle küçük yerleşimlere de ulaşmayı başarırsa, son dönemlerde durdurulamaz gözükmeye başlayan Fransız faşizminin önüne de bir engel olarak dikilebilir.

Fakat o noktaya ulaşılabilmesi için doğru bir stratejiye ve ittifaklar politikasına ihtiyaç var. Büyük kitleleri harekete geçirebileceğini bir kez daha göstermiş olan işçi sendikaları, zaman kaybetmeksizin, Fransa’nın büyük şehirlerini çevreleyen yoksul banliyölerin gençliğine el uzatıp, Filistin konusuyla politize olan bu gençleri harekete katmalıdır. Şu ana kadar aynı zamanda harekete geçtiğine şahit olmadığımız bu iki gücün birlikte ayağa kalkması, merkezini sokaklarda, yoksul mahallelerde ve işyerlerinde bulacak yeni bir güç odağının Fransız siyasetine damgasını vurması sonucunu doğuracaktır. Böylesi bir güç, özellikle 10 Eylül’de sendika konfederasyonlarının yaptığı gibi spontane gelişen hareketi yalnız bırakmaz da onunla da el ele vermenin yollarını ararsa, henüz güçsüz şekilde kendini gösteren küçük yerleşimlerin yoksullaşmış küçük burjuvazisini de bir kez daha Sarı Yelekliler günlerine döndürebilir. Ancak bunu başararak, yani örgütlü işçi sınıfının kent yoksullarıyla ittifakını kurup, bu gücü yoksullaşan küçük burjuvazinin önüne takarak, önce Fransız faşizmini tepelemek, sonra ise eli nasırlı bir iktidar için kavgaya girişmek mümkün olabilir.