Hindistan'da barikatlar yıkılıyor: Önce COVID, şimdi polis ve sırada revizyonizm!
Ege Latifcan yoldaşımızın Hindistan’da sınıf mücadeleleri üzerine yazısı önce DİP’in uluslararası faaliyetinin mecrası RedMed sitesinde İngilizce olarak yayınlanmıştı. Yazının Türkçeye çevrilmesi tamamlandığı anda ABD’de Trump taraftarlarının Kongre’yi işgali, dünya gündeminin ağırlığının oraya kaymasına yol açtı. Tam bu arada Hindistan’da yeni bir gelişme olayları yeni bir evreye taşıdı. Ülkede bir ayı aşkın süredir devam etmekte olan dev köylü eylemleri, Modi hükümetini köşeye sıkıştırmıştı. Haftalardır ülkenin başkentini kuşatmış olan köylüler, tarımda kapitalist şirketlerin önünü açan, kendilerini ise o şirketlere tutsak haline getiren yasaların mutlaka iptal edilmesini talep ediyorlardı. Modi hükümeti ise ayak diretiyordu. Sonunda, bizde 15-16 Haziran 1970’teki işçi sınıfı ayaklanmasında olduğu gibi, Anayasa Mahkemesi kördüğümü çözmek için işin içine girdi. Hafta başında yasaları askıya aldı (iptal değil). Ama bizde o zaman alınan karar işçi sınıfının tam zaferini tescil ederken, Hindistan’daki bu karar eylemin çözülmesinden sonra hükümetin yasalarda ısrar etmesi olasılığını içeriyor. Köylülerin ilk tepkisi bu kararı yetersiz bularak eylemi devam ettirmek yönünde. Ama hareket bölünebilir ya da umutsuzluğa düşerek dağılabilir. Bu durum Ege Latifcan yoldaşımızın Hindistan’daki durumda işaret ettiği eksikliği daha da yakıcı hale getiriyor.
Hindistan’ın faşist hükümeti COVID salgını ile baş etmekte oldukça zorlanıyor. Modi’nin sermaye yanlısı ve bilim karşıtı tutumu kontrol edilemez bir durumla sonuçlandı, tıpkı ABD ve Brezilya’daki ülküdaşları gibi. Öyle ki, kısa süre önce Hindistan’daki günlük COVID vaka sayıları Brezilya’yı geçti. Üçüncü Büyük Depresyonun hemen sonrasında gelen bu felaketin, ülkede uzun süredir devam eden emek sorunları ile üst üste binmesi sonucunda burjuvazinin hegemonyasında büyük bir çatlak yaratacağı ve hatta devrimci bir duruma yol açacağı düşünülebilir. Ancak gerçeklik çok daha iç karartıcı, çünkü kendi hakimiyetine yönelen siyasi bir hattın yokluğunda burjuvazi zayıflamak bir yana, emekçilerin zorla kazanılmış haklarına karşı daha da cüretkar bir biçimde saldırıyor, ve bunu salgına ve siyasi bunalıma rağmen değil, onları kullanarak başarıyor! Diğer bir deyişle, kitleleri gerici bir ‘ulusal yeniden kuruluş’ masalı ile zehirleyen BJP ‘entellektüelleri’ bir yanda, her türlü başkaldırışı ve direnişi ezen RSS haydutları diğer yanda dururken, burjuvazi bu büyük krizi de fırsata çevirecektir!
BJP’nin iş güvenliği ve işçi haklarına saldıran, büyük devlet işletmelerinin kaynaklarını kısan, çiftçiyi büyük tarım sermayesine karşı koruyan uygulamaları kaldıran, ve özellikle de taban fiyatı uygulamasının altını oyan yeni yasa tasarılarını sunduğu ortamın arka planı işte budur. Son seçimleri belirgin bir çoğunlukla kazanmasına rağmen, BJP salgın öncesinde siyasi olarak zor durumdaydı. Vatandaşlık yasası (Citizenship Amendment Act) ile Müslümanlara karşı açıkça ayrımcılık yapan hükümet, kitlesel protestolarla karşı karşıyaydı. Ancak RSS (BJP’nin paramiliter kolu) haydutlarının ve güvenlık güçlerinin başaramadığını salgın başardı ve Mart sonrasında protestolar sönümlendi. İşte bu nedenle BJP, işçi ve çiftçi düşmanı yasaları geçirmek için bu dönemi paha biçilmez bir fırsat olarak gördü. Farklı bir dönemde, çiftçi intiharlarının rekor kırdığı ve tarımda büyük yapısal sorunlarla uzun süredir boğuşan ülkede bu yasa tasarılarının büyük protestoları tetiklememesi düşünülemezdi.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı, ve BJP güdümlü BMS sendikası hariç tüm sendikaların çağırıcılığını yaptığı bir günlük genel grev ilanı halkın, kestirimlerin 25 ile 250 milyon arasında değiştiği kitlesel katılımıyla gerçekleşti. Banka, finansal hizmet, ulaşım, demir çelik, liman ve denizcilik, iletişim, enerji üretimi, kömür ve benzeri madencilik, petrol ve doğal gaz üretimi gibi sektörlerde ve bazı kamu hizmetlerinde katılımın olduğu genel grevde Kerala, Pondiçeri, Orissa, Assam ve Telangana eyaletlerinin tamamında hayat durduruldu. Grevcilerin 12 maddeden oluşan talepleri arasında işçi ve çiftçi karşıtı yasaların iptali ve yeni COVİD yardımlarının getirilmesi de bulunuyor.
İşçiler grevdeyken, farklı eyaletlerden çiftçiler de eylemlerinin bir parçası olarak Delhi’ye yürüyordu. Şehrin sınırlarında polis barikatları ile karşılandılar. Çiftçiler BJP’nin oy tabanının önemli bir bölümünü oluşturur, eğer bu nedenle polisten ılımlı bir tavır bekledilerse yanıldılar, polis tıpkı daha önce diğer eylemcilere yaptığı gibi sert bir müdahale gerçekleştirdi. Göstericiler ve polis arasındaki çatışmalar devam ederken Modi de bu sırada göstericileri ‘Hint karşıtı’ ve eylemleri Pencap’lı Sih bölücülerin bir tuzağı olarak gösteriyordu. Ama burada da halk direndi ve yetkililerin Delhi’nin uzak bir bölgesinde göstermelik bir eylem yapma teklifini reddederek şehrin sınırında yerini korudu.
Genel grevin aksine çiftçi eylemleri bir günlük güç gösterisinin ötesine geçti ve halen devam etmekte. Hindistan’ın çiftçi eylemleri tarihinde bu bir istisna değil, tersine bağımsızlıktan itibaren Hindistan çiftçisi tarım arazilerinin sermaye eliyle birleştirilmesine karşı amansız bir mücadele verdi. Arkasındaki bütün momentuma ve prestije rağmen kurucu Nehru hükümetinin başaramadığı şey, çok daha sallantılı temellerde kurulan daha sonraki hükümetler için de imkansızdı. Kriz sonrasında şüphesiz ki baskısını artıran uluslararası büyük tarım sermayesinin ve eşsiz bir siyasi ortam yaratan salgının etkileriyle birlikte, BJP bugün daha önceki hükümetlerin pes ettiği bu zorluğun üzerinden gelebileceğine inanıyor. Eylül ayında meclisten geçirilen yasalar, tarım ürünlerinin satışındaki bölgesel kısıtları kaldırarak, tarım ürünlerinin stoklanmasına izin vererek ve taban fiyatının uygulandığı devlet pazarlarının dışında çiftçi ile tarım sermayesinin doğrudan pazarlık etmesinin önünü açarak, büyük tarım sermayesinin çiftçiler üzerinde egemenlik sağlamasını ve taban fiyatı uygulaması gibi çiftçiyi korumaya yönelik uygulamaların altını oymayı hedefliyor. Bunu net biçimde gören çiftçi ise bu kanunlar iptal edilene kadar Delhi sınırlarını terk etmeyi reddediyor.
Dolayısıyla elimizde salgın koşulları ve polis zoruna karşı yılmayan ve belirgin sınıf karakteri taşıyan bir kitle hareketi var. Aynı anda kendisini komünist olarak tanımlayan ve kitleler içinde köklü bir örgütlenme geleneğine sahip partiler de var. O zaman şu soru aşikar oluyor: devrimin nabzı neden duyulamıyor? Nasıl oluyor ki, öğrencilerin, işçi ve çiftçilerin yoğun biçimde katıldığı, her defasında ayrı bir katılım rekorunun kırıldığı iddia edilen sayısız eylemden sonra hayat tekrar ‘normal’ seyrine dönüyor? Aswath’ın burada paylaştığımız eseri bunun cevabı için bir ipucu veriyor olabilir. Lenin’i CPI(M)’ye bağlı AIKS sendikasının eyleminde gösteren bu eser belki de olanı değil de sanatçının olmasını istediğini gösteriyordur. O, belki de Hindistan siyasetinde noksanlığını hissettiği Leninizmi, gerçekte olmasa da, sanatında eklemek istemiştir.