Mustafa Karasu’nun serhildan yazısı
Aşağıdaki yazı 18 Kasım 2014 tarihinde Avrupa’da yayınlanmakta olan Yeni Özgür Politika gazetesinde çıkmıştır. Mustafa Karasu bu yazıda “çözüm süreci” ve Kobani serhildanı konularında, bütün kurumlarıyla birlikte geniş anlamda Kürt hareketinin yönetim kademelerinden gelen alışılmış yorum ve tespitlerin dışında kalan görüşler belirttiği için yazıyı okurlarımızın bilgilenmesi amacıyla yayınlıyoruz.
6-8 Ekim devrimci hamlesi meşru ve tarihsel bir eylemdir
Mustafa Karasu
Türk devleti hala Kürt sorununu çözüp Türkiye’yi demokratikleştirerek iç ve dış sorunlarını çözmeyi düşünmüyor. İçeride özel savaş, dışarıda ise jeopolitik konumunu kullanarak sorunların üstesinden gelmeyi hesaplıyor. Hala Rojava Devrimi'nin kaybetmesi için her yol ve yöntemi deniyor, Kürt sorunu konusunda ise oyalama ve zaman kazanma politikasını sürdürüyor.
AKP hala Kürt sorununa doğru bir bakış içinde değil. Kürtleri hakları olan bir ulus olarak kabul etmiyor. Bu nedenle dünyanın her yerinde bu tür sorunlar nasıl çözülüyorsa öyle yaklaşmıyor. Aslında ''milli çözüm'' dedikleri de Kürtleri ulusal bir topluluk olarak kabul etmeden; soykırımı yeni koşullarda sürdürebilecek bir siyasi düzen kurulmasıdır. Nitekim şu anda çözüm olarak ortaya koydukları, Kürtleri zamana yayılmış soykırıma uğratma stratejisinden başka bir şey değildir.
Kırk yıllık mücadeleden sonra hala Kürtlerin siyasi iradesini muhatap almıyor, Kürt Halk Önderinin çabalarını boşa çıkarıyor, Kürt Özgürlük Hareketi'ni de tasfiye etmeyi hedefleyen bir strateji ve siyasi programla hareket ediyor. Son dönemlerde Hükümetin politikaları bu gerçekliği daha açık bir biçimde gözler önüne seriyor.
Tüm olumsuz yaklaşımlara ve demokrasi güçlerine savaş açmasına rağmen HDP Heyeti yaptığı açıklamayla hükümete Kürt sorununun çözümü için bir şans daha tanımıştır. Eğer hükümet kısa sürede ciddi adımlar atarsa belki demokratik çözüm için bir süreç başlar. Yoksa Kürt halkının ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin hükümetin mevcut politikalarına tahammülü kalmamıştır.
Son iki yıldaki oyalama ve zaman kazanma politikaları hem Kürt halkı hem de Türkiye halkında büyük bir tepki yaratmışken, bu tepki Rojava Devrimi'ne yaklaşım ve Kobanê politikası nedeniyle büyük bir patlamaya yol açmışken, hala HDP’yi suçlaması gerçek anlamda bir pişkinliktir. Kobanê’yi sahiplenme serhıldanlarında kırk civarında HDP taraftarı ve Kürt yurtseveri katledilmiştir. Hala da katledilmeye devam ediliyorken, binlerce gözaltı ve tutuklama yapılıyorken hem suçlu hem güçlü misali HDP'yi suçlamaktadır. Öyle ki ''HDP özür diledi, süreç iyi gidecek'' diyerek kendi suç konumlarının üstünü örtmektedirler.
Davutoğlu da AKP Hükümeti'nin bir çözüm niyeti ve politikası olmamasına rağmen "HDP çözüm niyetini tazeledi” demektedir. Hükümetin psikolojik savaşı bu düzeyde yürütmesi, bir çözüm politikası olmadığını kanıtlıyor. Hegemon bir zihniyetle Kürtlere üstten yaklaşan ve suçlayan tutumunda ısrar ediyor. Böyle bir hegemon zihniyetle ne Kürt sorunu çözülür, ne Türkiye demokratikleşir, ne de barış, istikrar ve huzura kavuşur.
Şu açıktır ki, Kürtlerin özür dileyeceği hiçbir şey yoktur. Özür dileyecek ve Kürt sorununda çözüm iradesi ortaya koyacak bir taraf varsa, o da hükümettir. Onlarca Kürt insanını katleden de hükümetin polisidir, hükümete bağlı kontralardır ve faşistlerdir.
Hükümet kendi polisinin, kontraların ve faşistlerin gerçekleştirdiği cinayetlerin hesabını vermesi gerekirken, temcit pilavı gibi beş altı Hüda-Par’lının öldürülmesini öne çıkarıyor. Böylece onlarca cinayetin üstünü örtmeye çalışıyor. Halk Amed’te ayağa kalktığında Hüda-Par’lılar başta Bağlar olmak üzere onlarca silahlı adamla halka polisin gözü önünde açıkça saldırıyor, bu saldırıda birkaç Kürt yurtseveri katledilirken onlarcası da yaralanıyor. Hüda-Par’ın başta Amed olmak üzere her tarafta saldırması ve birçok Kürt yurtseverini katletmesi görülmüyor; ama buna karşı halkın gösterdiği tepki ve birkaç Hüda-Par’lının öldürülmesi üzerinden bu gerçekliğin üstü örtülmeye çalışılıyor. Hüda-Par geleneğinin yirmi yıl öncesi saldırılarını bırakalım, son yıllardaki birçok saldırısı bile unutuluyor. Bunun halkta yarattığı travmanın son olaylardaki saldırıyla birlikte büyük bir tepkiye dönüşmesi göz ardı ediliyor. Öyle ki, onlarca cinayet bile bir tarafa bırakılıyor. Kürt halkı onlarca kayıp vermişken, Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş Amed’e geliyor, herkesten Hüda-Par’ı sahiplenmesini istiyor. Ama aynı Hükümet başta Antep olmak üzere öldürülen onlarca Kürt yurtseverinin hesabını sormuyor, hesabını vermiyor.
Bir kere daha vurgulayalım ki, Kobanê direnişini sahiplenen 6-8 Ekim tarihi devrimci serhıldanları çok haklıdır. Hiçbir psikolojik savaş bu haklı eylemin büyük tarihsel değerini ve yarattığı büyük sonuçları inkar edemez, ters yüz edemez. Eğer bu eylemler sırasında öldürülenler için özür dilemesi gereken bir makam varsa o da AKP Hükümeti'dir. Hükümet bu cinayetlerin hesabını vermeden Kürt sorununun çözümünde de adım atamaz. Hükümet, bu ölümlerdeki sorumluluğunu görmeden ne Kürt sorunu, ne de Ortadoğu'daki yanlış politikalarını görebilir.
Hükümetin tüm politikası halkın sessiz kalması ve teslim olmasıdır. Hükümet istiyor ki herkes kendisinin politikasını kabul etsin ve boyun eğsin. Bu nedenle sürekli asayişten söz edilmektedir. Halbuki Türkiye'de bir asayiş sorunu değil, demokratikleşme sorunu vardır. Türkiye'de yüz yıldır yaşanan çalkantıların nedeni, Türk devletinin demokratik olmayan otoriter ve kurumsal faşist karakteridir. Bugün de Türkiye istikrara kavuşmamıştır. Sürekli çalkantılar yaşamaktadır. Çünkü devlet hala baskıcı ve otoriterdir. Halkın demokrasi özlemi ve mücadelesi karşısında daha da otoriter hale gelmiş bulunuyor. Demokratikleşme gerçekleşmediği müddetçe devletler her zaman daha fazla baskı, daha fazla asayiş diyeceklerdir. Halkın direnişi karşısında baskı politikalarını daha da arttıracaklardır. Nitekim yeni baskı yasaları çıkarılmaktadır.
Türkiye'de demokratikleşme olmaz ve Kürt sorunu çözülmezse halkın direnişi devam edecektir. Nitekim devam etmektedir. Kürdistan'da gençlerin ve halkın birçok yerde devleti ve polisi mahallelere sokmaması bu direnişin parçasıdır. Halk bu direnişi göstermezse devlet bu mahallelere girecek, terör estirecek, daha fazla tutuklama yapacaktır. Polis ve asker terör estirince bu meşru olacak, ama halk direnince asayişi bozma olacak! Bu mantık yanlıştır; devlet terörünü meşru görmektir. Sanki Türk devleti demokratikleşmiş, buna rağmen halk ve gençlik keyfi olarak direnişe geçmiştir! Olaylara böyle yaklaşılarak bir yere varılamaz. Her şeyden önce ters çalışan bu mantık değişmelidir.
Selahattin Demirtaş bile psikolojik savaşın etkisi altında "Gençler neden mahallelere polis sokmuyor, neden hendekler kazıyıp mahalleleri tutuyor” diyor. Devlet ve hükümete demokratikleş, Kürt sorununu çöz, soruna asayiş sorunu olarak bakma denilmesi gerekirken, gençler ve halk suçlanıyor. Asayişi sağlayacak, demokrasidir. Demokrasi olmazsa toplumsal gerilim sürer, daha da sertleşir. Bunu demokrasi karşıtları dışında herkes bilmektedir. Gençlerin ve halkın direnişi anlamsız biçimde olumsuzlanarak zalimden kurtulunamaz. Zalim karşısında aşağıdan alınarak sorunlar çözülemez. Sorunların köklü ele alınmasına ihtiyaç vardır. Kürdistan'da kültürel soykırımcı egemenlik vardır. Tüm sorunların kaynağı budur.
Eğer Kürdistan'da sorun yapılacak bir şey varsa, o da devletin işgalci politikalarıdır. Olaylara bu mantıkla bakılmazsa o zaman devletin politikası meşru görülür; devletin tezleri haklılık kazanır. Bu da devletin toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasının sürmesini ifade eder. Onlarca Kürt yurtseveri katledilmesine rağmen AKP’lilerin hala HDP’yi ve Kürtleri suçlaması bu nedenledir. Bu ideolojik hegemonyaya dayalı olarak bu tür suçlamalar yapılmaktadır. Devlet öldürürse haklıdır ama devlete ve çetelere karşı direnilirse bu suçtur! Bu mantıkla mücadele edilmeden, bu ideolojik hegemonya kırılmadan, Türk devletinin bu mantığı tersine çevrilmeden Kürt sorununun önü açılamaz.
AKP Hükümeti'ne iki yıldır çözüm şansı tanınmıştır. Kürt halkı ve demokrasi güçleri hükümetin çatışmasızlığı bozan, onlarca, yüzlerce uygulamasına rağmen sabırlı davranmıştır. Bu gerçeklik ortadayken hala Kürtlerden ve Kürt Özgürlük Hareketi'nden sabır beklemek yanlıştır. Devlet ve hükümet öldürecek ama buna sessiz kalınacak! Hiç kimse bunu beklememelidir. Hükümet ya çözüm için ciddi adım atacaktır ya da buna karşı direnilecektir. Hiç kimse Kürt halkından sessiz kalmasını bekleyemez. Devlet ve hükümet, demokratikleşme konusunda köklü adımlar atmadan, Kürt sorunu çözülmeden Kürt halkına "direniş yapma, mücadele etme” talebinde bulunamaz. Ne devlet ve hükümet bu talepte bulunabilir ne de başkaları! Bulunulsa da ciddiye alınmaz.
6-8 Ekim olayları, karşı devrime karşı bir devrimci hamledir. Aslında halkın kendiliğinden kalkışmasıdır. AKP'nin Kobanê politikası ve çatışmasızlığa karşı sorumsuz yaklaşımı böyle haklı bir direnişi ortaya çıkarmıştır. Bu direniş hem çok haklı hem de çok görkemlidir. Onurlu bir direniştir. Kürdistan'da serhıldanlar tarihindeki en büyük ve en onurlu ayağa kalkmadır. Her devrimci ayağa kalkışta bazı eksiklikler olabilir; ama hiç bir eksiklik ve yanlışlık devrimlerin haklı, meşru ve tarihsel karakterini küçültmez. Bu açıdan 6-8 Ekim devrimci ayağa kalkışında özür dilenilecek bir durum yoktur. Halkın bu görkemli ayağa kalışı sadece takdir edilir. 6-8 Ekim serhıldanlarına böyle bakılmadan, doğru mücadele ve demokrasi anlayışı kazanılamaz.
Devlet ve hükümet bu devrimci mücadeleyi küçültmek, kötülemek ve etkisini kırmak için her şeyi yapacaktır. AKP Hükümeti ve devleti tabii ki 6-8 Ekim tarihli devrimci mücadeleyi karalamak ve toplumun gözünden düşürmek için psikolojik savaşın tüm yöntemlerini kullanacaktır. Çünkü 6-8 Ekim devrimci hamlesi, büyük devrimci çıkış AKP’yi korkutmuştur, sarsmıştır. AKP ve yandaşları tabii ki bu devrimci hamleye saldıracaktır. Devrimin düşmanları tabii ki bu saldırıda AKP Hükümeti'yle kol kola olacaktır. Başka türlü davranmaları beklenemez. Öte yandan rahatlarının bozulmasını istemeyenler de bu devrimci hamleden hoşnutsuz olmuştur. Onlar için halkın özgür ve demokratik yaşamı değil, rahatı ve kurdukları düzenleri önemlidir. Eğer devlet ve hükümet Kürt sorununun demokratik yollardan çözümüne gelmezse tabii ki bundan sonra da devrimci mücadele gelişir. Devrimsel ayağa kalkışlar ve eylemler her zaman normal yaşamı sarsar. Bu gerçeklik devrimleri olumsuz kılmaz; daha büyük acıların çekilmesini engelleyen tarihsel hareketler olarak görülür. Demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi'nin büyük bedellerle geliştiği ve bugünlere geldiği sır değildir.
Kürt halkı tüm ısrarlara rağmen demokratik siyasal yollardan çözüm olmazsa devrimci mücadele ve hamleleri bundan sonra da gündeme getirecektir. Kürt halkı 2013-2014 yıllarında AKP Hükümeti'nin baskı ve tahriklerine rağmen sabırlı davranmıştır. Ancak AKP Hükümeti Rojava Devrimi'ne düşmanlığı sürdürünce ve Kürt sorununun çözümünde adım atmayınca toplum patlamıştır. Bu patlamayı yaratanları değil de, yanlış, eksik ve sorumsuz tutumlara karşı ayağa kalkanları suçlamak, olayları doğru ele alamamaktır; egemenlerin psikolojik savaşı altında kalmaktır. Nitekim bu tür tutumlar, söylemler görülmektedir.
AKP hükümeti "HDP özür diledi” diyerek kendini haklı, HDP’yi suçlu pozisyona düşürmektedir. Tam bir psikolojik savaş yöntemi! Halbuki ''Hükümet özür dilemeli, 6-8 Ekim serhıldanında ölenlerin hesabını vermeli'' denilerek, bu konuda ısrarlı olmak gerekirdi. HDP haklı olduğu halde sessiz kalınca suçlu gösterilmekte, hükümet şirretlik yaparak başkalarını suçlamaktadır.
Şu anda yapılması gereken, AKP Hükümeti'nin son iki yıl başta olmak üzere 12 yıllık iktidarı boyunca kendine tanınan demokratikleşme şansını kullanamamasını tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktır. Sadece Kürtler değil, liberaller dahil tüm demokrasi güçleri AKP'ye demokratikleşmesi için şans tanıdı ve destek verdi. Türkiye tarihinde hiçbir hükümet içeride ve dışarıda demokratikleşme için bu kadar destek görmedi. Hiçbir hükümet bu düzeyde demokratikleşme için imkan bulamadı. Ancak AKP Hükümeti bu desteği doğru kullanmadı. Bir taraftan demokrasi güçlerini oyaladı, diğer taraftan devletin derin güçlerini idare etti. İktidarını bu denge üzerinden sürdürdü. Halbuki demokrasi güçlerinin desteğiyle demokratikleşme için güçlü adımlar atabilir, Kürt sorununu çözebilirdi. Ama bunu tercih etme yerine, devletin politikalarını esas aldı. Demokrasi güçlerini ise özü değiştirmeyen palyatif bazı girişimlerle oyalayıp zaman kazandı. Şimdi ise tümden devleti esas alan, devletin hegemon gücü olmayı hedefleyen politikaya yöneldi. Demokrasi güçlerini ve Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmeyi hedefleyen politikayı pratikleştirdi.
Şu anda hedef Kürt Özgürlük Hareketi'ni tümden tasfiye edip "Yeni” Türkiye'nin kurucusu ve hegemon gücü olmaktır. Türkiye Cumhuriyeti'nde yüz yıldır iktidar olmanın kanunu: Kim Kürtleri egemenlik altında tutarsa o iktidar olmayı hak eder. Şimdi de AKP Türkiye Cumhuriyeti'nde iktidar olmanın bu kanununu yerine getirmektedir. AKP "Ben Kürtleri egemenlik altında tutarım, bu nedenle iktidar ve yeni hegemon güç olma benim hakkımdır” diyor. Politikalarını bu eksende uyguluyor.
Bu çerçevede AKP Hükümeti 2015 seçimlerine kadar ortamı biraz yumuşak tutup Kürt halkını ve demokrasi güçlerini mücadelesiz bırakmayı sağlayacak, 2015 seçimlerini kazandıktan sonra da saldırarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye edip 2023 hedefli yeni hegemonyanın şekillendiği Türkiye'yi yaratmayı hedefleyecektir. Evdeki hesap budur. Bu hesap tutar mı, ayrı bir konudur. Tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi dün olduğu gibi bugün de bu oyunu bozar. Bu defa Türkiye'yi demokratikleşme ve Kürt sorununu çözme mücadelesini geliştirir ve bu temelde demokratik Ortadoğu’yu yaratır. AKP'nin 2023 hesabı varsa, Kürt Özgürlük Hareketi'nin de böyle bir tarihi sorumluluğu vardır.