Ekim devriminin 102. yıldönümü, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 30. yıldönümü: Duvarlar Trump’lara yakışır, bize Ekim’in dünya devrimi gerek!

Ekim devriminin 102. yıldönümü, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 30. yıldönümü Duvarlar Trump’lara yakışır, bize Ekim’in dünya devrimi gerek!

20. yüzyılın başında insanlık büyük, vaatkâr ve yepyeni bir maceraya girişti. 1917 yılında Rusya’nın eski takvimiyle 25 Ekim’de zafere ulaştığı için “Ekim devrimi” olarak anılan, ama bugün kullanılan takvimle 7 Kasım’a rastlayan sosyalist devrim hızla dünyaya yayılıyordu. Devrim, bütün insanlığa sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir dünyanın kapılarını açmakla kalmıyor; aynı zamanda ulusun ulusu, erkeğin kadını, bir dinin diğerini ezmediği, ezemediği bir dünyayı hızla gerçekleştirmeye başlıyordu. Devrim 20. yüzyıl boyunca Asya’da, Avrupa’da, Latin Amerika’da yeni başarılar elde edecekti.

20. yüzyılın sonunda, sosyalist bir kuruluş yoluna girmiş bütün ülkelerde umutlar sönmüş, halk var olan sosyal, ekonomik ve politik yapılara yabancı hâle gelmişti. Bunun simgesi 9 Kasım 1989’da çöken Berlin Duvarı oldu. Bu duvar, İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen Soğuk Savaş döneminde Almanya, kapitalistlerin iktidarda olduğu bir bölge (Batı Almanya) ile bir işçi devletinin (Doğu Almanya) arasında bölünmüşken, Doğu Almanya tarafından iki ülke arasında insan ve mal dolaşımını durdurmak için 1961 yılında kurulmuştu. Çöküşü ise önce Doğu Avrupa’da, sonra Balkanlar’da, ardından 1991 yılı sonunda sosyalist inşa deneyiminin en ileri gittiği ülke olan Sovyetler Birliği’nde işçi devletlerinin çöküşü ile sonuçlanacaktı. Çin Halk Cumhuriyeti ile daha 1970’li yıllarda emperyalist kapitalizme karşı muazzam bir zafer kazanmış olan Vietnam da içten içe kapitalistleşince geriye, sosyalist inşa adına sadece Küba ve Kuzey Kore kalıyordu. Onların geleceği de içeriden ve dışarıdan büyük tehditler altındadır.

Sosyalizme kim kıydı?

Peki, arada ne olmuştu ki, işçilerin, emekçilerin, yoksulların o denli umut bağladığı; şairlerin, ressamların, romancıların, sinemacıların uğruna destanlar dizdiği sosyalist kuruluş deneyimi böylesine bir çöküş ile karşılaşmıştı?

Bunu anlamak bugün insanlık için, hele hele emekçi sınıflar için, su gibi, ekmek gibi gerekli. Çöken sosyalizm değildi. Devrimler sonrasında kurulmuş olan düzen; sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, üstelik her türden baskıdan arındırılmış bir dünyaya gidiş yolundan çoktan çıkmıştı.

Peki, buna yol açan neydi? Sosyalizmin teoride iyi olması ama pratikte işlememesi mi? Marksizmin doğasından kaynaklanan “totaliter” özellikleri mi? Ekim devrimini yapan Bolşevik partinin merkeziyetçi, disiplinli karakteri mi? Birtakım önderlerin yanlış politikalar izlemesi mi? Ya da, bazen söylendiği gibi, o dönemde çaresiz uygulanan pragmatik, günü kurtarmaya yönelik politikaların hatalı biçimde teori düzeyine yükseltilmesi mi?

Bunların hiçbiri değil! Devrim ilk beş-on yıldan sonra yalnız kalınca, Rusya gibi, sanayi merkezleri çok gelişmiş de olsa, esasen üretici güçleri yeni yeni gelişmeye başlayan bir köylü ülkesinde yalıtılınca, yavaş yavaş çıkarları proletaryadan farklılaşan bir grubun eline geçmişti. İşletmelerin başına çöreklenen, idari mekanizmayı eline alan, teknolojik bilgi gerektiren kadrolara yerleşen, devlet ve parti aygıtını kontrol eden bu güç bir sosyal katmandı: bürokrasi. Bu katman, işçi sınıfının planlı ekonomisinin hücreleri içinde kendine ayrıcalıklar elde ediyor, bunların sürekliliğini sağlamak için de devleti tekeline alıyordu. Rejim kendi içinden yozlaşıyordu.

Ekim devriminin iki önderinden biri teşhisi koyuyor

Devrimin en büyük önderi Lenin, 1924 başında erken bir ölümle 53 yaşında hayata veda etti. Devrimin tartışmasız ikinci büyük önderi Lev Trotskiy ise Lenin’den sonra açık açık devrime ihanet eden bürokrasiye karşı büyük bir politik mücadeleye girişti. Ama 14 emperyalist ülkenin desteğiyle kışkırtılan iç savaşın işçi sınıfını mahvetmesi ve diğer ülkelerde sosyal demokrasinin devrimlere rağmen (Almanya, Macaristan, Finlandiya vb.) iktidarı burjuvaziye teslim etmesi sonucunda mücadeleyi kaybetti.

Kazanan “tek ülkede sosyalizm” adı altında, Marksizmin temel düsturu olan proletarya enternasyonalizmini terk ederek emperyalizmle barışan bürokrasinin kadroları oldu. Böylece sosyalizmin bürokratik yozlaşması sistemleşti. Arkadan gelen ülkeler de Doğu Avrupa’dan Çin’e kadar aynı yolu tuttular.

Tek ülkede sosyalizm “milli komünizm” demekti. Berlin Duvarı işte o “milli komünizm”in simgesiydi. Sınıfsız toplumun tek tek ülkelerin sınırı içinde kurulabileceği uydurma gerekçesiyle dünya devrimine sırtını dönen, böylece sosyalizmin geri dönülmez zaferini olanaksız kılan bir yol.

Bu, Marksizm değildi. Çünkü Marksizmin programı dünya devrimidir. Öyleyse, Berlin Duvarı’nın ve yozlaşmış işçi devletlerinin çöküşü Marksizmin çöküşü değildir, tam tersine doğrulanmasıdır!

Trotskiy teşhisi erkenden koydu. Şayet işçi sınıfı ayrıcalıklı bürokrasiyi deviremezse, bürokrasi ayrıcalıklarını sağlam kazığa bağlamak için işçi devletini devirecektir. Moskova ya da Pekin bürokrasisinin bütün dalkavukları sosyalizm kuruldu, yakında komünizm kurulacak derken tarih maalesef Trotskiy’i haklı çıkardı!

Sosyalizm yeniden ayağa kalkıyor, ama bürokrasinin geleceği olmayacaktır!

Berlin Duvarı yıkılınca, bütün işçi devletleri kapitalizme dönünce, dünya kapitalist sınıfı zafer çığlıkları atmaya, “tarih bitti”, artık kapitalizm ebediyen var olacak demeye başladı. Ama sadece 30 yıl sonra bugün durum bambaşkadır.

2008’de kapitalist dünya ekonomisi büyük bir çöküntüye girdi. Kapitalizm ekonomik kriz içinde ırkçı ve savaş kışkırtıcısı yüzünü yeniden ortaya koydu. Buna karşılık, Arap dünyasında, Latin Amerika’da, Avrupa’da sayısız ülkede kitleler iş için, aş için, yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı muazzam mücadeleler vermeye başladı. Tarih, sosyalizmi yeniden göreve çağırıyor.

Ekim devrimi hakiki bir dünya devrimi başlangıcı idi. Önce Rusya’nın büyük kentlerinden ve sanayi bölgelerinden Müslüman halkların yaşadığı Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya yayıldı. Aynı anda Avrupa’da birçok ülkede devrimler patlak verdi. Ortadoğu, Türkiyesiyle, Mısırıyla, Irakıyla, Filistiniyle emperyalizme karşı patladı. Sonra sıra dünyanın nüfus bakımından en büyük ülkesi Çin’e geldi. Sonunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce İspanya’da yeniden Avrupa’ya döndü. Ekim devrimi ancak bu devrimler muzaffer sosyalist devrimler olabilseydi, geri dönülmez biçimde sosyalizmi kurabilirdi. Olmadı.

İkinci dünya savaşının son yıllarından 1950’li yılların başına dek bir şans daha doğdu. Avrupa’nın Akdeniz ülkeleri boydan boya, ta Çin’e, Vietnam’a, Kore’ye kadar dünya yeniden devrim dönencesine girdi. Ama Sovyet bürokrasisi kendi çıkarları dolayısıyla bir kısmının zaferini engelledi. Zafer kazananları da milli komünizmler olarak böldü.

Şimdi işçi sınıfı uluslararası bir sınıf olarak dünya devriminin zaferini hazırlamak zorunda. Yoksa kapitalizm insanlığı yeniden faşizmin, ırkçılığın, açlığın, işsizliğin ve savaşın kazanında mahvolmaya götürüyor.

Duvar, ırkçı Amerikan burjuvazisinin bencil çıkarları uğruna Trump’ın Meksika sınırına dikmek istediği engeldir. Duvar onlara yakışır! Biz bütün dünyayı kazanmak zorundayız. Ekim devriminin açtığı sosyal devrimler çağı devam ediyor. Zafer ancak dünya devrimiyle kazanılacaktır!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2019 tarihli 122. sayısında yayınlanmıştır.