Bakû Birinci Doğu Hakları Kurultayı’nın 100. yıldönümü (3): Bakû Kurultayı’nda Türkiye
Bakû Doğu Hakları Kurultayı’na ilişkin bu yazı dizimizin ilkinde kurultaya katılan delegasyonlar içinde Türkiye delegasyonunun en büyük sayıya ulaştığını belirtmiştik. Bunun elbette çeşitli nedenleri var: Azerbaycan’ın Türkiye’nin komşusu olmasından dolayı uzak ülkelere göre sehayat avantajından Bakû’nün o sırada Türkiye komünist hareketinin merkezi olmasına ve Kurultay’ın hemen ardından, 10 Eylül’de Türkiye Komünist Fırkası’nın kuruluş kongresinin açılacak olmasına kadar. Ama bunların hepsinden daha önemlisi kuşkusuz devrimci Rusya’nın yanı başındaki Türkiye topraklarında da hem anti-emperyalist bir mücadele yaşanıyor olması, hem de bu mücadelenin İstanbul’daki padişahlığa ve İngiliz kuklası hükümetlere karşı bir devrim biçimine bürünmüş olması. Türkiye’nin hemen ardından en yüksek katılımın İran’dan olması da bu yüzden: Orada da benzer bir süreç yaşanmaktadır o dönemde.
Enver Paşa ve Mustafa Kemal’in gölgesi
Bilindiği gibi, Anadolu’daki bu mücadele çeşitli kollardan yürüyordu. Bir kere, Anadolu’nun hemen hemen her yerinde ve o dönemdeki adıyla Rumeli’de (bugünün Trakyası) 1918 sonundan itibaren kurulmuş Müdafaai Hukuk (Hakları Savunma) cemiyetleri vardı. Sonra İttihat ve Terakki’nin kurduğu gizli Karakol cemiyeti önemli bir rol oynuyordu. Müdafaai Hukuk cemiyetlerinin kongreleri aracılığıyla örgütlenen ve mücadelenin merkezileşmesini temsil eden Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşu ve ardından 16 Mart 1920 tarihinde başkent İstanbul’un İngiliz emperyalizmi tarafından resmen işgali ardından Meclis’in tatili sonucunda Ankara’da 23 Nisan’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması Ankara’yı ülkede ikinci iktidar merkezi haline getirmişti. Ankara Sovyet Rusya ile zaman geçtikçe daha da sıkılaşacak ciddi bir ittifaka doğru yürüyordu.
Ama sadece Ankara yoktu. 1908’de 1918’e kadar ülkenin en güçlü adamı olmuş Enver Paşa da Avrupa’da, Rusya’da, Azerbaycan’da, her yerde örgütlenmesine devam ediyor, İslam dünyasının çeşitli ülkelerinde kendine sıkı müttefikler buluyor, Anadolu’da ise birçok kadroya hâlâ söz geçiriyordu. Sovyet Rusya ile de arasında bir ittifak kurulmuştu.
İşte komünistlerin dışında hâkim sınıfların birçok temsilcisi de Sovyet Rusya ile kurulmuş bu ittifaklar ağı dolayısıyla Bakû’ye davet edilmişti.
Komünistler yok, burjuvalar var!
1920, Türkiye’nin komünist hareketinin de hem ülke içinde hem de ülke dışında örgütlenmekte olduğu bir yıldı. Bir kere işgal İstanbulu’nda bir dizi sosyalist ve komünist odak işçi sınıfı içinde, her zaman başarılı olamasa da ciddi denebilecek çalışmalar yapıyordu. Sonra Anadolu’da geniş bir sol hareket vardı: Yeşil Ordu ve daha sonra onun bir yansıması olarak mecliste kurulan Halk Zümresi, içinde çok çeşitli eğilimler barındırsa da Bolşevizmden derece derece etkilenmişti. Yeşil Ordu’nun ve daha sonra Halk Zümresi’nin içine ayrıca has komünistler de sızmışlardı. Bunlar önce “Hafi Türkiye Komünist Partisi” (“hafi”, “hafiye” sözcüğünden anlaşılacağı gibi “gizli” anlamını taşır) diye bilinen bir partide örgütlenmişlerdi. Daha sonra ise Yeşil Ordu’dan ve Halk Zümresi’nden bazı unsurlarla birlikte Türkiye Halk İştirakiyun Partisi’ni kurdular. (“İştirakiyun”, o dönemde “komünizm”in yerli adıydı.) Ankara’da ve özellikle Eskişehir’de bir varlık gösteren bir akımdı bu.
Ülke dışında ise 1918’den beri Rusya içinde ve dışında Müslüman komünizminin içinden örgütlenmekte olan bir Türkiye komünist hareketi vardı. Bu hareket Mayıs 1920’de hareketin önderi Mustafa Suphi Orta Asya’daki görevinden Bakû’ye gelince kendini Türkiye İştirakiyun Teşkilatı olarak örgütlemişti. İşte bu teşkilat Bakû Kurultayı’nın hemen ardından 10 Eylül’de açılacak bir kongre ile tarihi Türkiye Komünist Fırkası’nı (TKF) kuracaktı.
Bakû’de çalışmakta olan Türkiye komünistleri elbette Kurultay’a katılacaklardı. Mustafa Suphi Kurultay’ın Divan heyetinde de yer alıyordu. Ama gerek İstanbul, gerekse Anadolu komünistleri Bakû Kurultayı’na katılamamışlardır. Her iki durumda da sorun finansman sorunuydu. Üstelik Bakû komünistleri yaz aylarında onları hem kongreye hem de kurultaya davet etmek üzere Anadolu’ya temsilciler de yollamışlardı. Ama İstanbul’dan sadece (daha sonra TKF Genel Sekreteri seçilecek olan) Ethem Nejad ve bir başka partiden bir delege gelebilecekti Bakû’ye. Güçlü bir merkez olan Ankara-Eskişehir bölgesinden ise kimse gelememişti. Salih Hacıoğlu, Ziynetullah Nevşirvanov gibi önemli komünistler ve Nâzım Bey gibi Anadolu solunun önemli şahsiyetleri ne Bakû Kurultayı’nda ne de TKF kuruluş kongresinde bulunamamışlardır.
Buna karşılık Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, en çok da Karadeniz sahilindeki kentlerden (en başta Trabzon’dan) ve Doğu Anadolu’dan (en başta Erzurum’dan) birçok burjuva milliyetçisi Bakû’ye katılma fırsatını bulmuşlardır.
Ama bundan daha önemlisi, Mustafa Kemal’in İbrahim Tali adlı bir temsilcisini resmi olarak göndermesi, Enver Paşa’nın ise Bakû Kurultayı’na şahsen katılmasıdır.
Burjuva ulusal devrimcilerinin propagandası
Kurultay’ın daha ikinci gününde Enver Paşa’nın adamı Bahaeddin Şakir söz almış, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki’nin ünlü “Triumvirası” (Enver, Talat, Cemal Paşalar) yönetiminde izlediği yağmacı ve yayılmacı politikayı mazur göstermenin ilk hazırlıklarını yapmıştır.
4 Eylül günü ise Türkiye burjuvazisinin iki kanadına birden söz verilmiştir. Enver Paşa’nın bildirisi okunmuş, Mustafa Kemal’in resmi temsilcisi İbrahim Tali de bir konuşma yapmıştır.
Enver Paşa, bu dönemde Pan-İslamizm (İslam birlikçi) politikasını Bolşevik bir terminoloji sosuna batırıp İngiliz emperyalizmine karşı bir mücadele olarak servis etmekle meşguldü. Bu yüzden bildirisinde Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla ittifaka girdiği için pişman olduğunu belirtmek zorunda hissetmiştir kendini. Ama Boğazları korumakla Ekim devrimini mümkün hale getirme konusunda daha sonra Kemalistlerin ve sol Kemalistlerin sahip çıktığı uydurma başarıyı da ortaya atarak kendini savunmaya girişmiştir. Emperyalizme karşı başka bir mücadelesi olmadığından 1911’de İtalya’nın Trablusgarb’a (bugünkü Libya) saldırısı karşısında başka Osmanlı subaylarıyla birlikte bir gayri nizami harp başlatmak üzere gitmesini ballandırarak anlatmıştır. Oysa Osmanlı da orada nihayet sömürgeci bir güç olarak bulunuyordu.
Mustafa Kemal’in temsilcisi ise Anadolu’daki mücadelenin sadece emperyalizmin emrindeki işgal ordularına karşı değil, aynı zamanda paşalara, beylere ve zenginlere karşı bir köylü mücadelesi olduğunu ileri sürerek 2.000 kişilik bir salona düpedüz yalan söylemiştir.
“Türkiye’nin kurtuluşunu sonuna kadar götürelim”
Kurultay bu kadar çok yalandan sonra hakikati bir karar alarak ortaya koymayı bir zorunluluk olarak görmüştür. Kongre Divanı (TKF önderi Mustafa Suphi’nin de divan üyesi olduğu hatırlansın) oybirliğiyle aşağıdaki bildiriyi kurultayın onayına sunmuştur.
“Enver Paşa’nın Türkiye’nin milli hareketi hakkındaki bildirisini dinledikten sonra Doğu Halkları Kurultayı aşağıdaki kararı kabul eder:
1) Kurultay, bütün dünyanın emekçilerini köleleştiren, Doğu halklarını ezen ve sömüren dünya çapında emperyalizme, özellikle de İngiliz-Fransız emperyalist haydutlarına karşı mücadele etmekte olan Türkiye’nn bütün savaşçılarına dayanışmasını ifade eder. Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi gibi, Birinci Doğu Halkları Kurultayı da Doğu’nun ezilen halklarını yabancı emperyalistlerin boyunduruğundan kurtarmaya çalışan ulusal devrimci hareketleri destekleyeceğini ilan eder.
2) Ne var ki, Kurultay, Türkiye’deki ulusal devrimci hareketin yalnızca yabancı sömürücülere yönelik olduğunu ve bu hareketin başarısının hiçbir şekilde işçi ve köylülerin her tür ezilmeden ve sömürüden kurtulmaları demek olmayacağı gerçeğini de ortaya koyar. Bu hareketin başarısı, Türkiye’nin emekçi yığınları için en önemli sorunlar olan toprak sorunu ve vergiler sorununun çözümünü getirmeyeceği gibi, Doğu’nun kurtuluşu için en önemli engel olarak duran ulusal anlaşmazlıkları da ortadan kaldırmayacaktır.
3) Kurultay, geçmişte emperyalistlerin bir grubunun çıkarları için Türkiye’nin işçi ve köylülerini kıyıma götüren ve böylelikle Türkiye’nin emekçi yığınlarını zenginlerin ve yüksek rütbeli subayların çıkarları uğruna iki kat tehlikeye sürükleyen hareketin liderlerine büyük ihtiyatla yaklaşılmasının gerekli olduğunu ifade eder. Kurultay bu liderlere bugün artık halka hizmet etmeye hazır olduklarını eylemleriyle kanıtlamalarını ve eski yanlışlıkları için kendilerini affettirmelerini önerir.
Kurultay bir yandan Türkiye’nin ve Doğu’nun bütün emekçi yığınlarını Türkiye’deki ulusal devrimci hareketi desteklemeye çağırırken, öte yandan da Türkiye’nin işçi ve köylülerini kendi bağımsız örgütlerinde toplanıp kurtuluş davasını sonuna kadar sürdürmeye ısrarla davet eder. Yabancı emperyalistlerin kurtuluş savaşının sonunda Türkiye’nin zenginleri, kulakları [zengin köylüleri], bürokratları ve generalleri (paşalar, derebeyleri vb.) arasında var olan ilişkileri ve onlar üzerindeki etkileri sayesinde kurtuluş davasını engellemelerine izin verilmemelidir. Yalnızca bu yoldan Türkiye’nin emekçi halkı sömürücülerden ve zalimlerden kurtulabilir; fabrikalar, topraklar, madenler, daha genel olarak ülkenin bütün zenginlikleri, emekçilerin çıkarları uğruna kullanılabilir. Yalnızca bu yoldan.
“Yalnızca bu yoldan”!
Burada Ankara hükümetinin temsilcisine açık bir cevap olduğu ortadadır. Hatırlanacağı gibi Mustafa Kemal’in sözcüsü Milli Mücadele’nin dış düşmanın yanı sıra köylünün sömürülmesine karşı düzenlenmiş olduğunu söylemişti. 2. madde açık açık “Türkiye’deki ulusal devrimci hareket yalnızca dış zalimlere karşıdır” demektedir.
Burada aynı zamanda Enver’e de açık bir cevap vardır. 3. madde gayet berrak biçimde “geçmişte Türk köylüsünü ve işçisini emperyalist gruplardan birinin çıkarları uğruna mezbahaya süren” liderlere karşı uyarı yapmaktadır.
Sonunda da Türkiye’nin işçi ve köylülerini kendi bağımsız örgütlerini kurarak kendilerini bütün zalim ve sömürücülerden kurtarmaya çağırmaktadır. “Yalnızca bu yoldan” diyerek bitirmektedir. Bu, toplumsal devrim çağrısıdır!
Yani Bakû Kurultayı bağımlı ve yarı-sömürge haline gelmiş bir ülkenin burjuvazisine, devrimci bir ulusal hareket oluşturduğu ölçüde emperyalizme karşı destek vermektedir. Ama esas hedefi, bütün Doğu halkları için olduğu gibi Türkiye halklarının da bir Sovyet cumhuriyetine ulaşmasıdır.