Türkiye Komünist Fırkası’nın 100. yıldönümü (3): 20. yüzyıl Türkiyesi’nin tek Bolşevik partisi

Mustafa Suphi TKF

TKF’nin Ekim devriminin ürünü ve Komintern’in seksiyonu olarak kurulmuş olması, karakterini her bakımdan belirlemiştir. TKF, Türkiye’de 20. yüzyılda kendinden önce veya sonra gelmiş bütün partilerden farklı olarak bütünüyle devrimci Marksist ve Bolşevik anlayışla kurulmuş bir partidir.

Her şeyden önce, bu parti Marksizmin dünya devrimi hedefini açık ve seçik biçimde programına yazan bir partidir. Programın “Esaslar” bölümünün 5. Maddesi şöyle demektedir:

“Sınıf mücadelesi ile özetlenebilecek olan işçi ve köylü devrimci hareketinin temel niteliği, bu hareketin toplumsal ve uluslararası olmasıdır.”

8. madde ise bunun devrim ve komünizmin inşası bakımından sonuçlarını çıkarıyor: “Sosyal devrim gibi, devrimin burjuvaziye üstünlük ve zaferinden çıkan komünizm uygulaması da dünya çapında bir niteliğe sahiptir.”

Partinin önderi Mustafa Suphi ise birçok yazısında ve konuşmasında bu kavrayışı dile getirmiştir. Biz en anlamlı örneklerden birine, Mustafa Suphi’nin Türkiye komünistlerini temsilen Komintern’in Birinci Kongresi’nde yaptığı konuşmaya başvuralım: “Türk proletaryasının bütün gücüyle dünya sosyalist devriminin savunusuna ve gelişimine katılacağı güvenci içindeyiz.”

Bu kavrayışla bütünüyle tutarlı biçimde, elbette aynı zamanda oluşum sürecinin doğası gereği, TKF bir ülkenin komünist partisinin mutlaka bir dünya partisinin seksiyonu olması gerektiğini de berrak olarak kavramıştır. Yine programının “Esaslar” bölümünün 11. maddesi şöyle demektedir: “Türkiye Komünist Fırkası yukarıda sözü edilen ilkelere dayanarak, son dönemin insanlık âlemine yeni ve her anlamıyla özgür hayat vaad eden sosyal devrim olduğu inancıyla ve her şeyden önce bir “amele ve rençber” partisi olarak dünyanın diğer komünist partileriyle beraber Üçüncü Enternasyonal’i oluşturma ve onun, kendisi de uluslararası olan burjuvazi ile mücadelesine faal bir organ olarak katılır.”

Proletaryanın burjuvazi üzerinde ikirciksiz sultası

Program “Şekl-i Hükûmet” başlıklı bölümünün 2. maddesinde, hiçbir ikircikliliğe yer vermeyen biçimde adını vermeksizin proletarya diktatörlüğünü savunmaktadır: “Amele ve rençber şûrâlar [sovyetler] cumhuriyeti ise, emek sarf etmeksizin yaşayan tufeylî [asalak] sınıflar hariç olmak üzere halkın çokluğunu etrafına toplayarak işçilerin işleticiler [kapitalistler] tarafından soyulmasına nihayet verecek her türlü çareleri temin eder. Şûrâlar cumhuriyeti hükûmet ve kızıl ordu teşkilâtıyla (…) sınıfları ortadan kaldırarak her türlü harp ve kıtal gailelerini [savaş ve silahlı çatışmalardan doğan güçlükleri], münevver ve mesut bir istikbale [aydınlanmış ve mutlu bir geleceğe] doğru götüren kapitalizm ile komünizm arasındaki devr-i intikale ait, muvakkat bir şekl-i hükûmettir.”

Devlet yapısını tanımlayan bu madde birkaç bakımdan olağanüstüdür. Birincisi, “emek sarf etmeksizin yaşayan tufeylî sınıflar”ın, yani kapitalist, büyük toprak sahibi, büyük tüccar, tefeci vb. sınıfların sadece ekonomik olarak mülksüzleştirilmekle kalmayacağını, siyasi haklarının da yadsınacağını açık şekilde ifade etmektedir. “Amele ve rençber şûralar cumhuriyeti”, yasal mülahazalarla proletarya diktatörlüğü olarak anılmamıştır ama proletaryanın (Türkiye koşullarında halk diliyle söylendiğinde işçi-köylü hükümetinin) eski hâkim sınıfları sultası altında tutacağı, demokratik hayallere en ufak bir taviz verilmeden vurgulu biçimde söylenmektedir.

İkincisi, “kızıl ordu”, proletaryanın baskı aygıtı olarak ismen anılarak burjuva devletinin baskı aygıtı olan ordunun karşısına dikilmektedir. Üçüncüsü, sınıfların ortadan kaldırılması Marksizmin programının asli hedefi olarak açıkça ifade edilmektedir. Dördüncüsü, daha sonra Stalinizmin etkisi altında Marksizmin ufkundan çıkmış olan proletarya diktatörlüğünün sadece sınıfların ortadan kalkmasına kadar geçici olarak (“muvakkat bir şekl-i hükûmet”) gerekli olduğu fikri burada açıkça dile gelmektedir.

Nihayet, Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisi” konulu çalışmasında, Lenin’in ise Devlet ve Devrim’inde bütünüyle berrak olduğu halde Stalinistlerin varlığını reddettikleri ve sosyalizmin ilk aşaması ile özdeşleştirdikleri “kapitalizm ile komünizm arasındaki devr-i intikal” burada pırıl pırıl parlamaktadır. TKF programının bu maddesi, Marksist devlet programının orijinal halinin sadık bir sergilemesi gibidir!

Bu maddeden sonra gereksiz görülebilir, ama programın aynı bölümünün 3. maddesi “Fırka, halkçılığın en yüksek bir şekli olan amele ve rençber şûrâlar cumhuriyetinin kurulması yolunda yorulmaksızın çalışmayı (…) kendine görev bilir” diye eklemektedir. Programı hazırlayanlar 2. madde bir devlet biçimi olarak proletarya iktidarını bütün açıklığıyla anlatmış olduğu halde 3. maddenin bu cümlesine neden gerek görmüşlerdir? Çünkü bu 3. madde proletarya diktatörlüğünü değil, partiyi tanımlamaktadır. Partinin “yorulmaksızın” proletarya diktatörlüğü için mücadele edecek bir parti olacağını vurgulamaktadır. Yani bu madde partiye görev vermektedir.

TKF ve ulusal sorun

Program açısından üzerinde durulması mutlaka gereken bir nokta, uluslar sorununa ilişkindir. TKF’nin Kürt sorunu ve Anadolu’nun yerlisi gayri müslim halklar konusundaki tutumunun dedikodusu sık sık yaplmaktadır. “Dedikodu” diyoruz çünkü bu gibi eleştirilere sarılanların TKF programına zahmet edip göz atmadığı her yazdıklarından ve söylediklerinden bellidir. Oysa TKF programının bu konuya yaklaşımı gayet ileri bir tavırdır.

Uluslar sorunu ayrıca o dönemde nesnel olarak da hayati bir önem taşımaktadır zira Anadolu daha yeni bir soykırım deneyiminden geçmiştir. Millî Mücadele ise yalnızca Müslüman halkların, en başta Türk halkının sömürgecilere karşı verdiği bir savaş değildir, aynı zamanda Müslüman halkları gayrimüslim halklarla (en başta Rum ve Ermeni halklarıyla) karşı karşıya getiren bir süreçtir. Yani Millî Mücadele aynı zamanda bir “milliyetler mücadelesi”dir.

TKF, Millî Mücadele’nin nesnel anlamda anti-emperyalizmi ile huzursuz biçimde bir arada var olan bu “milliyetler mücadelesi”ndeki eksiğini kapatan, yanlışını düzelten, yani Millî Mücadele döneminin ihtiyaçlarına en iyi cevabı veren programa sahiptir. TKF bu meseleye o kadar büyük önem atfetmiştir ki, bunu “Esaslar”dan sonra gelen ilk bölüm olan “Şekl-i Hükûmet”tin hemen ardından, “İktisadiyata Dair” bölümünden önce ele almıştır. Bu konunun ele alındığı bölümün başlığı, Anadolu gerçeğine uygun olarak, “Din ve Milliyet”tir. Bu bölüm (4. maddeden 7. maddeye) dört maddeden oluşur. Dördüncü ve beşinci maddeler geneldir: vicdan hürriyetini ve dini ve milli temellerde düşmanlıkla mücadeleyi öngörür. Altıncı madde daha somuttur. Osmanlı’daki “millet sistemi” icabı “muhtelif milletleri temsil davasında bulunan ruhani müesseseler” için bunların “hükûmetten ayrılarak cemaat teşkilâtı halinde bırakılmasını” öngörür.

En önemlisi 7. maddedir. Bugünün Türkçesi ile aktaralım: 7. TKF çeşitli milliyetlere mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki en kesin çareleri uygular: a) Dil ve kültür açısından her milliyetin tam özgürlüğünü sağlayarak şu ya da bu millete özgü her türlü ayrıcalığı ortadan kaldırır. b) TKF devlet örgütlenmesinde çeşitli uluslara mensup işçi köylü şuralar cumhuriyeti kurulmasını kabul ve “özgür ulusların özgür birliği” temelinde olmak üzere federasyon yöntemini tercih eder. c) Fırka işçi ve köylü sınıfları da tümüyle ayrı ve bağımsız yaşama akımlarına kapılmış olan ulusların arasında kanlı uyuşmazlıklar çıkmasına yer vermemek için bu gibi meselelerin “plebisit” [referandum] usulüyle, genel oya başvurarak çözülmesinin önünü açar.

İttihatçı emperyalizminin zulüm ve dehşetinden yeni çıkmış bir toplumda ne büyük bir ışık, ne büyük bir cesaret! Burada dil ve kültür alanında özgürlük tanınıyor, federasyon ilkesi kabul ediliyor, en önemlisi de bütün bu güvencelere rağmen hâlâ ayrılmak isteyen halka kendi kaderini tayin hakkı tanınıyor. Bugün Mustafa Suphi’yi eski İttihatçı olmakla, Ethem Nejat’ı eski Türkçü olmakla suçlayanların suratına fırlatılmış bir eldivendir bu!

Bolşevik örgütlenme yolunda

Bolşevik ya da devrimci Marksist bir parti, başka sosyalist partilerden, sadece programı ile değil, örgüt anlayışı ile de ayrışır. TKF bu açıdan da Bolşevizmin iyi bir öğrencisi olduğunu ortaya koymaktadır.

Partinin “Teşkilât Nizamnamesi”nin (yani Tüzüğünün) birinci maddesi, parti üyesini, 1903 RSDİP Kongresi’nde Bolşevikler ile Menşevikleri birbirlerinden kopmaya sürükleyen farklılık söz konusu olduğunda, bütünüyle Bolşevik kriterlere başvurarak tanımlar: “Fırka programını kendine meslek ittihaz edip [dünya görüşü olarak benimseyip] teşkilâtlardan birinde çalışan, fırka kararlarına tâbi olan ve verilmesi gereken kaydiyeyi [aidatı] ödeyen herkes fırka azası [üyesi] sayılır.”

Fırka bilinçli biçimde bir işçi partisi olmak amacını güder. Tüzüğün 3. maddesine göre, aday üyeler arasında ayrım uygulanır: İşçi ve köylülere esas üye statüsüne geçiş için üç ay bekleme süresi, diğer sınıflardan olanlara ise altı ay bekleme süresi uygulanır.

Merkeziyetçi ve disiplinli bir yapı anlayışı bütün tüzüğe damgasını vurur. Nizamnamenin 46. maddesi bu konuda açıktır: “Fırka üyeleri ve teşkilatları arasında disipline uyma sorununa fazlasıyla dikkat edilmelidir. Fırkanın yetkili organları tarafından verilen kararlar, teşkilatlarca hemen yürürlüğe konulmalıdır.” 47. madde ise bunu yaptırıma bağlar: “Üst organların kararlarını uygulamamak ve fırkanın fikirlerinehizmet etmemek bir suç oluşturur.”

Ama tüzük aynı zamanda parti içi demokrasiyi de vurgular. 46. maddenin son cümlesi şöyledir: “Bununla beraber, fırka içinde her meselenin tamamiyle serbest olarak müzakeresine [tartışılmasına] imkân verilir.” Yani merkeziyetçilik ama demokratik merkeziyetçilik.

Kongre örgütlenmeye ilişkin gündem maddesinde kapalı celse olarak toplanmış, bu oturuma yalnızca tam oy hakkına sahip delegeler katılmıştır. Bu kapalı oturuma rapor sunan Selim Mehmedof’un örgütlenme konusunda söylediği bazı şeyler, Bolşevik örgüt anlayışını bire bir yansıtmak bakımından dikkat çekmeye değer şeylerdir.

Selim Mehmedof konuşmasına şöyle başlar: “Biz işimizin nazariyat [teori] ve program cihetini [yönünü] bitirdik, artık teşkilât meselesine geldik. Teşkilât bizim içtimaın [toplantının, kongrenin] can ve en mühim bir noktası meselesidir. Çünkü teşkilâtın ne suretle kurulmasından, maksadımızın muzafferiyet veya mağlubiyetimize [amacımızın zaferle mi yenilgiyle mi sonuçlanacağına] bu delalet eder [yol gösterir].”

Burada örgüt meselesinin belirleyici karakteri vurgulanmaktadır. Bu, Bolşevik kavrayışı diğer bütün sosyalist partilerin anlayışından ayıran noktadır. Selim Mehmedof daha sonra şu tür noktalara değinmektedir: “Bize lâzım olan şey Üçüncü Beynelmilel’in fırka teşkili [örgütlenmesi] hakkındaki gösterdiklerini anlamak lâzım. (Biz Türkiye Fırkası’nı dahi o malum ve çizilmiş esaslara binaen [dayanarak] kurarız.) (…) Komünist Fırkası (…) (zahmetkeş [emekçi] sınıfın önünü çeviren en aklî [rasyonel], en ileri, binaenaleyh [dolayısıyla] en inkılâpçı [devrimci] bölüğüdür. (…) işçi sınıfı (ile) bu partiyi birbirine karıştırmamalıdır. (…) çünkü tarihî noktalarda işçi arasında türlü irticaî [gerici] haller olur. Bu bizim inkılâpçı komünist fırkası özünün (?) vazifesi [görevi] de kat’î olarak geride kalan bölükleri en ileri gelen bölük sırasına yükseltmek[tir].

Burada Bolşevik örgütlenme anlayışının en önemli ilkelerinin billur biçimde dile getirildiğini görüyoruz. TKF gerçek bir Bolşevik örgüt anlayışına bağlı olarak kurulmuştur.