Bir çelik aynadır gözlerimiz…

Sungur Savran: Bir çelik aynadır gözlerimiz…

100 yıl! Koskoca bir asır! Daha düne kadar katilin adını bile bilmiyorduk.

1848’den beri modern dünyanın en önemli üç-beş siyasi akımından biri olan komünizmin Türkiye topraklarındaki tarihî önderi olan Mustafa Suphi, bir çete tarafından haince ve canice öldürülüyor ve denize gömülüyor. Bir mezarı bile yok. Ama daha düne kadar katilin adını bile bilmiyorduk.

100 yıl! Koskoca bir asır! O zamandan bu yana başka olaylarla ilgili ne çok dava açıldı, ne çok yargılama yapıldı, sonra ne çok dosya rafa kaldırıldı, “delil yokluğu”ndan, “zaman aşımı”ndan, “muteber vatandaşlar”ın “hassasiyeti” gözetildiği için. Türkiye komünizminin tarihi önderi Mustafa Suphi ve on dört yoldaşı için yüz yıldır sadece Marksistler, sosyalistler, komünistler seslerini çıkarıyor, başka ne konuşan var, ne hesap soran.

Bu davanın zaman aşımı olmaz. Çünkü bu komünizm davasıdır ve bir gün gelecek bu dava kazanacaktır.

Yönetim biçimi: cinayet!

Biz Mustafa Suphi’lerin katilini zaten biliyoruz.

Mustafa Suphi’lerin katili, 6-7 Eylül olayları kışkırtıcılarından Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’dur.

Mustafa Suphi’lerin katili, 12 Mart’ta İstanbul Sıkıyönetim Komutanı olan Faik Türün’dür, Deniz’lerin idam kararını imzalayan askeri yargıç Ali Elverdi’dir.

Mustafa Suphi’lerin katili, Mehmet Ali Ağca’dır.

Mustafa Suphi’lerin katili, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önemli sendikacısı, DİSK ve Maden-İş başkanlığı yapmış Kemal Türkler’in suikast kararını, eliyle çim biçer gibi bir hareketle yandaşlarına anlattığı hakkında tanıklık olan Alparslan Türkeş’tir.

Mustafa Suphi’lerin katili, 12 Eylül döneminde Sol Yayınları sorumlusu İlhan Erdost’u cezaevi arabasında dövdürerek öldürten Ankara Mamak Cezaevi komutanı Raci Tetik’tir, Diyarbakır zindanında bütün Kürt devrimcilerine cehennem yaşatan Oktay Esat Yıldıran’dır.

Mustafa Suphi’lerin katili, Kürt halkına karşı “1993 konsepti” denen topyekûn savaşın uygulayıcılarıdır, Yeşil’dir, Abdullah Çatlı’dır, Sedat Bucak’tır.

Mustafa Suphi’lerin katili, Sivas davasının hiçbir zaman bulunamayan bir numaralı sanığı, Erbakan’ın Refah Partisi yöneticisi Cafer Erçakmak’tır.

Mustafa Suphi’lerin katili Hrant’ın güzel başına tetiği çeken Ogün Samast’tır.

Ama sadece bunlar mı?

Mustafa Suphi’nin katili, sözde solcu iken son anda dönen, 12 Mart cuntasının üyesi olan, Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbo’ların katlinden sorumlu olan, 1980’de ise CHP’nin cumhurbaşkanlığına aday gösterdiği Orgeneral Muhsin Batur’dur.

Mustafa Suphi’lerin katili, tarihe komünistlerin ve devrimcilerin kasabı olarak geçecek olan Orgeneral Kenan Evren’dir.

Sadece askerler mi?

Mustafa Suphi’lerin katili, Deniz’lerin idamına mecliste olumlu oy veren ve verdirten Süleyman Demirel’dir.

Mustafa Suphi’lerin katili, DİSK İlerici Deri-İş Başkanı Kenan Budak sokak ortasında arkasından kalleşçe atılan polis kurşunuyla öldürülürken Başbakan Yardımcısı ünvanını taşıyan Turgut Özal’dır.

Mustafa Suphi’lerin katili, Kürt halkına açılan kirli savaştaki faili meçhul cinayetlerin bilinen faillerini “Devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir” diye savunan Tansu Çiller’dir.

Mustafa Suphi’lerin katili, 2004 yılında Hrant Dink’le devlet görevlileri arasında İstanbul Valiliği’nde düzenlenen tehdit toplantısından sonra devletin çeşitli düzeylerinde, bu arada en önemlisi Trabzon’da MİT, Emniyet ve diğer kolluk kuvvetleri içinde cinayetin planlanmasına katılan FETÖ’cülerdir.

Mustafa Suphi’lerin katili, Aralık 2011’de çoğu çocuk yaşındaki 34 sınır ticareti yapan Roboski köyü sakinini emir komuta zinciri içinde soğukkanlı biçimde bombalatan dönemin Genelkurmay Başkanı’nı yüksek hizmet madalyasıyla onurlandıran bugünün iktidarıdır.

Sadece politikacılar mı?

Mustafa Suphi’lerin katili, 100 binlerce işçinin mücadele örgütü DİSK’i 12 Eylül’ün cunta başı Kenan Evren’e ihbar eden Vehbi Koç’tur.

Mustafa Suphi’lerin katili, 12 Eylül askeri rejimi iş ve çalışma ilişkileri yasalarını yeniden düzenleyince, “Bugüne kadar işçiler güldü, bundan sonra gülme sırası bizde” diyen dönemin Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Halit Narin’dir.

Mustafa Suphi’lerin katili, Soma Madencilik ocaklarında insan hayatını yüksek kâra kurban eden ve 13 Mayıs 2014’te 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan iş cinayetine yol açan Gürkan ailesidir.

Kısacası, Mustafa Suphi’lerin katili, Türkiye’nin burjuvazisidir.

Tetiği kim çekti?

Devrimci Marksizm dergisinin bugünlerde matbaadan çıkan 45-46. çift sayısında yazdığımız yazının başlığını “Mustafa Suphi’leri Kim Öldürdü?” diye attık. Sorunun esas cevabı yukarıda verilmiştir! Daha fazla söze gerek var mı? 100 yıldır bu ülkenin hâkim sınıfı haline gelmiş olan Türkiye burjuvazisi, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki sömürüsünü ve baskısını komünistlerin ve devrimcilerin katledilmesine dayandırmıştır. Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve on üç yoldaşlarının 28-29 Ocak gecesi Trabzon açıklarında öldürülerek Karadeniz’e atılması, bu yönetim biçiminin kuruluş anıdır! Katil bütün kanatlarıyla, ordusuyla faşistiyle, Demirelcisiyle Özalcısıyla, İslamcısıyla Kemalistiyle Türkiye burjuvazisidir.

Elbette, Devrimci Marksizm’de yayınlanan yazıya bu başlığı vermemizin bir nedeni var. Bilindiği gibi tarihçiler de, profesyonel tarihçi olmasalar da bu mesele üzerine haklı olarak eğilen sosyalist yazarlar da 100 yıldır Mustafa Suphi’lerin ölümüyle sonuçlanan katliamın kararının kimden kaynaklandığını tam olarak saptayamamış durumdalar. Biz, son dönemde hem genel olarak Millî Mücadele dönemi üzerine yaptığımız araştırmaların, hem de Türkiye komünizminin temellerinin atılışının 100. yılı dolayısıyla sürdürdüğümüz çalışmaların bir ürünü olarak 28-29 Ocak 1921’de işlenen alçakça cinayetin kimler tarafından işlendiğini ve kararının da kim tarafından verildiğini ortaya çıkaran bir belgeyi (yeniden) keşfetmiş ve (yeniden) yorumlamış bulunuyoruz. Be belge aslında yarım yüzyıldır bilinen bir mektup. Ama inanılmaz biçimde yanlış anlaşılmış, yanlış yorumlanmış, hatta gerçek anlamının tam tersi bir manaya çekilmiş bir mektup. Bizim yaptığımız sadece siyasi hayatı, devrimciliği ve karşı devrimciliği, konspirasyon uygulamalarını, örgüt meselelerini tanıyan biri olarak, mektubu tarihçilerden farklı biçimde doğru okuyabilmek. Başka hiçbir şey değil.

Yani 100 yıldır kesinleşmemiş olan katilin eşkâli artık ortada. Okumakta olduğunuz yazının konusu bu değil. Devrimci Marksizm’in 45-46. çift sayısındaki yazımız hem bunu bütün kanıtlarıyla ortaya koyuyor, hem de yazının Ek’i olarak mektubun kendisini yayınladığımız için okur iddialarımızı doğrulama (ya da bunlara itiraz etme) olanağına sahip. Katilin kim olduğunun burada açıklanması, o yazının onlarca sayfasının da bu yazıya dâhil edilmesini gerektirir ki bunun anlamsız bir tutum olacağı ortada. Yazı orada, isteyen okur.

Katilin kim olduğunun önemi nerede?

Esas mesele katilin kim olduğu değil. Mustafa Suphi’ler cinayeti, bir Agatha Christie romanı değil. Esas mesele, katilin kim olduğunun öğrenilmesiyle birlikte bundan sol, Marksizm, devrimcilik, sosyalizm, komünizm adına çıkarılması gereken dersler. 100 yıl önce uğradığımız büyük yenilgi uğrağının tekrarlanmaması için gelecek için çıkarmamız gereken dersler. Biz Devrimci Marksizm’deki yazımızda tam da bunu uzun uzun yapmaya çalıştık. Elbette bunun kolektif bir çabayla yürütülmesi daha da verimli sonuçlar sağlayacaktır.

Ama yazıda da belirttiğimiz gibi, Marksist-sosyalist-komünist hareketin bugüne kadar Mustafa Suphi’lerin öldürülmesi olayına özeleştirel ve eleştirel bir tutumla yaklaşmamış olması, gelecek için çok umut verici değil. Korkarız, bizim derinlemesine girdiğimiz eleştirel-özeleştirel çaba da ya görmezlikten gelinecektir ya da savunmacı bir tarzda savuşturulmaya çalışılacaktır. En büyük olasılığın ise yazıda ileri sürülen görüşlerin, bugüne kadar polemik karakter taşıyan bütün çalışmalarımızın başına gelmiş olduğu gibi, eskilerin deyişiyle bir “susuş kumkuması”na getirilmesi olduğunu belirtelim.

Ne mutlu Mustafa Suphi’yim diyene!

Bugün geçmişte yaşadığımız yenilgi dolayısıyla tarihî önderlerimizi anmak bir görevdir. Hiç girilmemiş sularda kulaç attıkları için kara ve karanlık denizlerde boğuldular, deniz yaratıklarına yem oldular, bir mezarları bile yok. Onlar bizim yakında 50. ölüm yıldönümlerinde anacağımız Deniz’lerimizin, Sinan’larımızın, Mahir’lerimizin, İbo’larımızın atalarıdır. Mustafa Suphi tarihî önderimizdir. Biz bugün Devrimci İşçi Partisi olarak, Lenin’in ve Trotskiy’in öğrencisi Mustafa Suphi’nin yolundan yürüyoruz.

Ama yas tutmayacağız! Tarihimiz bütün dünyada yenilgilerle doludur. Ama sonunda birçok ülkede kazandık da! Sonra yine yenildik. Yarın yine kazanacağız. Yas tutmak yok! Saygı var, sevgi var, öğrenmek var, ders çıkarmak var, bilenmek var!

Mustafa Suphi’lerin yolundan yürümek zorundayız. Çünkü 21. yüzyılın başında kapitalizm insanlığı yine “ya sosyalizm ya barbarlık” ikiliği karşısına taşımış bulunuyor. Üçüncü Büyük Depresyon ve Korona virüsün kapitalizmin artı değer açlığı dolayısıyla insanlığı içine soktuğu kriz, bir araya gelerek işsizi açlıktan, işçiyi bulaştan öldürüyor. Kapitalizm kendisini ayakta tutan doğrudan üreticileri öldürmeye başladığı andan itibaren bir uygarlık krizine girdi! Bu durumun yarattığı çaresizlik içinde faşizm yükseliyor. Trump’ın çetelerinin Amerikan politik sisteminin kalelerini topa tutması şimdilik ulaştığımız en çarpıcı düzey, ama daha neler göreceğiz! Üçüncü Dünya Savaşı derinden derine hazırlanıyor, ABD-Çin savaşı adım adım gündeme giriyor. İklim değişikliği insanlığı bağrında yaşanabilecek bir doğadan yoksun bırakmanın eşiğine taşıyor.

Tarih komünizmi çağırıyor. Biz de Latin Amerikalı yoldaşlarımızın saygıdeğer geleneğinde olduğu gibi tarihî önderlerimiz için, devrim şehitlerimiz için soruyoruz:

Mustafa Suphi? Presente!

Ethem Nejat? Presente!

Onbeş’ler? Presente!

Ne mutlu onları bedenen olmasa bile bütün taşıdıkları anlamla yaşatabilen partiye! Ne mutlu Mustafa Suphi’yim diyen militana! Ne mutlu Devrimci İşçi Partisi’ne!

Sonuç

Kazıdık Onbeşler’in ismini,

Kanlı kızıl bir mermere!..

Bir çelik aynadır gözlerimiz,

Onbeşlerin resmini

Görmek isteyenlere…

Nâzım Hikmet, 1925