Bütün dünya kötü, ABD ve AB ise sadece soykırımcı!
Dün, Ruanda’da 1994 yılında yaşanan soykırımın 30. yıldönümüydü. Dün aynı zamanda 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e sürpriz baskınından sonra başlayan Gazze soykırımının da altıncı ayının dolduğu gündü. Ruanda’da 100 günde bir milyon kadın erkek, yaşlı çocuk Tutsi etnik grubundan insan ölmüştü. Gazze’de altı ayda “sadece” 33 bin insanın ölümü saptanabilmiş durumda, bunun 13 bin kadarı çocuk. (“Saptanabilmiş durumda” diyoruz çünkü bombalamalarda yıkılan binalarda enkaz altında çok sayıda ceset hâlâ yatıyor.) Bu karşılaştırmadan ortaya Ruanda soykırımının süratine karşılık Filistin soykırımının çok daha yavaş yürüdüğünü anlıyoruz. Bu yüzdendir ki, biz soykırımın ilk gününden beri hep “yavaş çekim” soykırımdan söz ediyoruz. Siyonizmin daha çoook “işi” var. 2,5 milyon Gazzeli Filistinliyi öldürmek az buz iş değil!
İki soykırımın bazı yönlerden ortaklığı insanın kanını donduruyor. Biri, Ruanda, 1960’lı yıllara kadar Belçika sömürgesi olarak yaşamış, Belçika çekilir çekilmez Afrika’nın yeni-sömürgeci ağası gibi davranan Fransa’nın eline düşmüş bir “yamyamlar” ülkesi, Batı emperyalizminin gözünde. Öteki, Filistin, yüz yılı aşkın önce sömürgeciliğin başağası İngiliz sömürgeciliğinin eline düşmüş (“Manda” dönemi), Siyonist kadroların faaliyetiyle Yahudi toplulukların sızma operasyonu sonucunda başlayan bir mücadelenin sonunda 1948’de “Nekbe” denen olayla yerinden yurdundan edilmiş, 1967’de kendi topraklarında sürgün düşmüş bir “insansı hayvanlar” topluluğu, Siyonistlerin gözünden bakıldığında.
Birinde, Ruanda’da, Birleşmiş Milletler denen süfli kuruluşun, Ruanda’daki “barış gücü”nün, ülkede esas kudret elinde olan Fransız emperyalizminin gözleri önünde, bazı dürüst ve ahlaklı insanların soykırımı duyurmaya çalışması sayesinde bilindiğine göre, aslında bütün dünyanın gözleri önünde 100 gün boyunca kan düşkünü çetelerin “temizlik” işinin tamamlandığı bir felaket yaşamış. Öteki, Filistin halkı, şimdi altı aydır televizyon kanallarında ve dijital ortamlarda en ufak bir gizlisi saklısı olmayan bir tarzda, gözünü kan bürümüş İsrail ordusu katillerinin çoluk çocuk, yaşlı genç bütün bir sivil halkı “gördüğü yerde vurduğu” bir kan banyosunda temizleniyor.
Birinde, Fransa, “pays de la liberté”, kendi hâkim sınıflarının sabah akşam kibirle söylediği gibi “özgürlüğün ülkesi”, katillere tam bir “özgürlük” tanımış. Ötekinde, Amerika, “rule-based international order”ın, Biden’ın pek sevdiği terimle “kurala dayalı uluslararası düzen”in gardiyanı olan hegemonik ülke, hep “Ortadoğu’nun tek demokratik ülkesi” olarak yücelttiği İsrail’in Ortadoğu’ya “Öldürmeyeceksin!” kuralını çiğneyerek demokrasi dersi vermesini kollarını bağlamış seyrediyor.
Biri Avrupa Birliği’nin soykırımı. Öteki Amerika Birleşik Devletleri’nin soykırımı. AB ve ABD. Dünyaya en çok ahlak dersi verenler. Bunun bir de sentezi var: Her iki soykırım da daha geçtiğimiz haftalarda 75. yılını kutlayan NATO’nun soykırımı!
Yaşı yetenler bilir, emperyalist kapitalizm Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasından sonra bir Milenyum edebiyatıdır tutturmuştu. Bu dönemde en revaçta olan formül “Tarihin Sonu” idi. Francis Fukuyama adlı bir Amerikalı “düşünür”ün “Tarihin Sonu” tezinin anlamı sistemler arası yarışı “serbest piyasa”nın ve “demokrasi”nin kazanması, komünizmin yitirmesi idi. İşte tam da bu dönemde, biri 1994’te, diğeri 2024’te, artık neredeyse (Küba ve Kuzey Kore gibi istisnaların dışında) yalnızca kapitalist ülkelerin oluşturduğu bir dünyada yüzyılın ve ayrıca binyılın dönümünü, biri 20. yüzyılın sonunu, öteki 21. yüzyılın başını süsleyen iki soykırım simgeliyor! “Muasır medeniyet”in, “çağdaş uygarlığın”, emperyalist kapitalizmin soykırımları.
Tarihçiler Komisyonu’nun yargısı
Ruanda soykırımının üzerinden çeyrek yüzyıl geçtikten sonra Fransa’nın başına 2017’de gelmiş olan Emmanuel Macron 2019’da bir tarihçiler komisyonu kurdurarak sözde bütün belgeleri bu komisyona açtı. Bunlar arasında Fransa’nın CIA’sı DGSE’nin arşivinden belgeler de vardı. Bu komisyon, el yazması belge, diplomatik telgraf, danışmanların analizleri vb. türü 8 bin adet dokümanı inceleyerek 1.200 sayfalık bir rapor yayınladı. Raporun iki yargısı Fransa için yüz kızartıcı idi: Birincisi, yaşanan tartışmasız bir soykırım idi. İkincisi, Fransa, “en aşırı unsurları Afrika’da 20. yüzyılın son soykırımını hazırlayan bir rejimle koşulsuz bir ittifak içinde” idi.
Ama tarihçiler Fransa’ya suç ortaklığı atfetmemişti. Olan biteni suç ortaklığı yerine “hikmeti devlet” (raison d’Etat) ile açıklıyorlardı. Fransa, eski sömürgeci güç Belçika Ruanda’dan çekilir çekilmez bu ülkeye el koymuş, anlaşmalarla onu kendine bağlamıştı. Şimdi bu hâkimiyeti yitirmek istemiyordu. Bu da, saygın tarihçilere göre, birçok şeyi görmezlikten gelmeye, eleştirileri susturmaya yol açıyordu. Yani Fransa soykırıma katkıda bulunmamıştı kendi eylemleriyle. Okur en azından şu ana kadar edinmiş olduğu çok sınırlı bilgiyle bile, “peki Fransa Birleşmiş Milletler’in silah yasağını çiğnediğine, katiller ordusunun silahlandırılmasında rol oynadığına göre bu neden suç ortaklığı değil?” diye soracak olursa saygın tarihçilerin ne cevap vereceğini biz bilemeyiz. Onların da devlet ve hükümet yöneticileri kadar yüzsüz olduğu anlaşılıyor.
Tarihçilerin bir açıklaması daha çok dikkat çekici. Rapor, soykırımın başlangıcının 27. yıldönümü olan 7 Nisan 2021’de açıklandığında yazdığımız yazıda bunu anlatmıştık. Oradan alıntılayalım.
“Fransa’nın aydınlara hitap eden radyosu France Culture’e çıkan komisyon başkanı Vincent Duclert şöyle dedi: ‘Mitterrand’ın soykırım karşısındaki durumu ‘körlük’ olarak nitelenmeli. Ortada ‘bilişsel’ (kognitif) bir problem var.’
“Halkımıza bu ‘şık’ ve alçak sahtekârlığı şöyle anlatabiliriz: Değerli tarihçiler ekibinin başı, Fransız halkına diyor ki, ‘Mitterrand’ın kafası olan biteni almıyordu. Adam taşkafaydı’! Mızrak çuvala sığmayınca ne yapılıyor görüyor musunuz? Fransa her şeyi biliyor ama üç maymunları oynuyor, bunun da adı ‘anlayamadılar’ oluyor. Fransa’nın 2007-2012 arası görev yapan eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, Türkiye’nin AB’ye yakışmayacağını anlatmak için Fransızcada açık sözlülüğe ilişkin kullanılan bir terimi kullanmıştı: ‘Biz kediye kedi deriz.’ Aman efendim, siz kediye kaplan diyormuşsunuz, o kadar sahtekârsınız!”
İşte bu komisyon başkanı, soykırımın tam 30. yıldönümünde piyasaya bir kitapla çıktı. Kitabın başlığı Türkçe söylersek şöyle: Tutsilerin Soykırıma Tâbi Tutulması Karşısında Fransa. Beşinci Cumhuriyet’in Büyük Skandalı. Beyefendi burada da aynı hikâyeyi anlatıyormuş. Diyor ki, “rapor çok uzundu, halk okuyamaz, onun için daha ilk günden bir kitap çıkarmayı kafaya koymuştum.” Uzun raporun kısa kitabı kaç sayfaymış? 620! Anlaşılan komisyon çalışmasından aldığı hakkı huzur yeterli gelmemiş, aynı şeyi bir de kitap olarak yazmış. Halk da o 620 sayfayı okuyup aydınlanacak!
İkiyüzlülük ve çifte standart
Başka ülkelerin soykırımlarını arı kovanı gibi deşmeyi çok iyi bilen emperyalistler iş kendi soykırımlarına gelince rezil bir yüzsüzlüğe vururlar işi. Mesela Fransa’ya bakın: 1994’te üzerinde hâkimiyet kurmuş olduğu Ruanda’nın Amerikan-İngiliz ittifakının hâkimiyetine kaymasına engel olmak amacıyla dünyanın gözü önünde bir milyon sivilin machete denen pala tipi tarım aletleriyle doğranmasını teşvik eden ve destekleyen, 7 Nisan’da soykırım başladıktan sonra 8 Nisan’da bu soykırımın genelkurmayı gibi davranacak olan yeni hükümetin kendi büyükelçiliğinde yapılan törenle kurulmasını sağlayan, 17 Mayıs’ta, yani soykırımın 40. gününde, Birleşmiş Milletler’in Ruanda’ya silah satışını yasaklayan kararına engel olamayan Fransa bu kararı açıkça çiğneyecek, yani katilleri silahlandıracaktır.
İşte bu ülke, her şey dünyanın gözü önünde yaşanmışken ve hiçbir hesap sorulmamışken, sadece 7 yıl sonra, 2001’de Ermenilerin 1915 olaylarında kitlesel olarak katledilmesinin bir soykırım olduğunu ilan etmiştir. İkiyüzlülüğün, ulusal kibrin, “ele talkın verirken kendisi salkım yemenin” daha sefil bir örneği duyulmuş mudur? Siz neden daha yeni yaptığınız soykırımı meclise getirmiyorsunuz da başka bir ülkenin yüz yıl öncesinde yaşadığı bir tarihî olayla uğraşıyorsunuz? Bu ayrıntı düzeyinde bilemeyiz ama az çok eminiz ki kendine Fransız Komünist Partisi (FKP) adını takmış partinin milletvekilleri bile, Ermeni Soykırımı tasarısı mecliste tartışılırken bu çelişkiye dikkat çekmemiştir. Nereden biliyoruz? FKP’nin ünlü gazetesi L’Humanité, dünkü baskısında Fransa’nın da sorumlu olduğu artık kabul edilmiş olan Ruanda soykırımının 30. yılını ele alırken, Ruanda’ya yolladığı muhabirine o ülkedeki atmosfer hakkında sayfalarca yazdırıyor, ama Fransa’nın elinin kanını sadece başyazısındaki şu cümleyle gündeme getiriyor: “Elize Sarayı [Cumhurbaşkanlığı makamı] Kigali’nin [Ruanda’nın başkenti] soykırımıyla suç ortaklığını hâlâ reddediyor. Hakikate bu kadar sırtını dönüyor yani.” Soykırımın 30. yılında sadece bu kadar!
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 24 Nisan 2019’da Türkiye hükümetine ders vermek için “Fransa tarihle yüzleşir” demiş. O tarihte bırakın eski tarihi, Ruanda soykırımının üzerinden sadece çeyrek yüzyıl geçmişti!
Okur bu aşamada “ama” diyebilir, “yukarıda siz söylediniz, Macron Türkiye devletinin hiçbir zaman yapmadığı bir şey yaparak tarihçiler komisyonu kurdurmuş, onların ‘soykırım’ tespiti yapmasının yolunu açmış. Bu ‘tarihle yüzleşmek’ değil mi?” Ey, okuyucu, belleğini yokla, Fransa iki-üç yıldır Afrika’da nasıl bir durumla karşı karşıya kaldı? Sahil (Sahel) bölgesinde (Batı Afrika’da) Fransa karşıtı askerî darbeler yaşandı, halk sokaklara döküldü, Burkina Faso, Mali, Nijer üst üste Fransa askerini ülkeden kovdu. Şimdi Senegal’de geçtiğimiz haftalarda yapılan seçimleri açıkça Fransa karşıtı bir aday kazandı. Fransa’nın eski sömürgeleri arasında en büyüğü olan Cezayir’le arası çok bozuk. Bütün bunlar ne gösteriyor? Fransız yeni-sömürgeciliği Afrika’da yerlerde sürünüyor, belki de can çekişiyor. İşte Macron’un başa geldiği 2017’den iki yıl sonra Ruanda için bir tarihçiler komisyonu atamasının nedeni bu ilişkileri düzeltmekti. Yani saydamlıkla, tarihe saygıyla, açık zihinlilikle ilgisi yok olayın. Soykırımı yaptırırken hangi çıkarlar söz konusu ise soykırımı soruştururken de aynısı söz konusu.
Ama, üstelik, öyle anlaşılıyor ki, silah ters tepti. 2021’de rapor açıklandıktan sonra Fransa’dan kopuşlar hızlandı! Raporun açıkladığı kadarı bile Afrikalıların durumun vahametini görmesini sağladı. Biz ise gerçeğin tamamının ortaya dökülmesini talep ediyoruz.
Bütün siyasi yelpaze soykırımcı
Burada geçmişte yazmış olduğumuz Ruanda soykırımı yazılarında doğabilecek bir yanlış anlamaya ilişkin bir noktaya değinmek isteriz. Soykırım yapıldığında, sosyalizmle hiçbir bağı kalmadığı halde kendine “Sosyalist Enternasyonal” adını veren bizim ise “Sosyal Kapitalist Enternasyonal” olarak andığımız uluslararası siyasi odağa bağlı Fransa’nın Sosyalist Parti’sinin en önemli önderi François Mitterrand cumhurbaşkanı idi. 1981’de FKP ile “ortak program” temelinde başa geçmişti ve bir seçim daha kazanarak 1995’e kadar görev yaptı. Bilgiyi bununla sınırlı vermiştik. Ama 1994’e gelindiğinde güç dengeleri değişmiş olduğu için artık FKP ile birlikte değil Fransa’nın sağcı partileriyle ittifak içindeydi, ülkeyi bir koalisyon hükümeti yönetiyordu. Sağın büyük topları hükümetteydi. 2007-2012 arasında cumhurbaşkanı olarak görev yapacak olan sağcı Nicholas Sarkozy hükümet sözcüsüydü. Daha sonraki dönemde en önemli görevlere getirilecek olan sağcı kadrolar Édouard Balladur, Alain Juppé, Dominique de Villepin, Charles Pasqua, François Fillon, hatta kendine “ılımlı” süsü veren, kurduğu partinin adı MoDem (yani “Ilımlı Demokratlar”) olan “ılımlı soykırımcı” François Bayrou, hepsi hükümette çeşitli bakanlıkları paylaşmış durumdaydı. Komünist Partisi de Mitterrand’ın müttefiki olduğuna göre aslında soykırım suçunu Fransa’nın bütün parlamenter partileri paylaşmışlardı.
En acıklısı da şu: Sol liberallerimiz ve postmodernlerimiz faşizme ve Nazizme karışmış birçok düşünürü (Carl Schmitt ve Martin Heidegger en önde gelen örneklerdir) birçok durumda yüceltip duruyorlar. Şimdi de sıraya Fransa’nın burjuva politikacısı Simone Veil girdi. İkide bir de övgüler duyuyoruz bu konuda. Fransa’da kürtaj hakkının elde edilmesini onun sağcı iktidar partisi içinden yaptığı çalışmalara bağlayanlar var. Oysa bu ülkede kürtajın yasallaşmasının kahramanı bir Simone varsa o Simone de Beauvoir’dır, bizim Simone’dur. Şimdi öğreniyoruz ki bir milyon Ruandalının katledilmesini boş ve soğuk gözlerle izleyen hükümet üyeleri arasında işte bu yüceltilen Simone Veil de varmış! Kendisi Yahudi olduğu için Nazi kamplarına düşen birinin soykırımı böyle rahat bir vicdanla izlemesi, belki de Yahudilerin Filistin soykırımını örgütleyebilmesinin ardındaki sırrı da ele veriyor: Kapitalist düzenin çıkarları her şeyden ağır basıyor.
Soykırım uzmanlarımız ne yapıyor?
İnsan şöyle düşünmeden edemiyor: Bir aydın, bir araştırmacı, bir tarihçi soykırım gibi çok özel bir tarihî kategorinin uzmanı ise sadece kendi ülkesindeki soykırımlara ilgi duymaz. İçinde azıcık insanlık varsa başka yerlerde işlenen soykırım suçlarına ilişkin de bir çift laf eder. Hele hele bu öteki soykırımlar, sizi kendi ülkenizde yaşanan soykırımı ya da soykırımları incelemeye, araştırmaya, teşhir etmeye teşvik etmek için elinden geleni ardına koymuyorsa, insan sırf onlara karşı borcu varmış da o yüzden ses çıkaramıyormuş gibi görünmemek için de olsa, üç-beş kelime yazar. Ermeni soykırımına tarihin tek önemli olayıymış gibi dört elle sarılan uzmanlardan Türkleri doğaları gereği aşağılık katiller olarak göstermeyi kendine görev edinen büyük tarihçilere kadar bazı ünlülerin Ruanda konusunda ne demiş olduğunu Google araması yoluyla bulmaya çalıştık.
İsimleri nasıl seçtik? Ermeni soykırımının 100. yıldönümünde kaleme aldığımız ve Devrimci Marksizm dergisinin 23. sayısında yayınlanan çok uzun yazımızda, Türkiye’de bu mesele ile en çok sol liberallerin ilgilendiğini, “yiğidi öldür, hakkını yeme” ilkesine bağlı kalarak belirtmiştik. Orada bazı isimler saydığımızı hatırlıyorduk. Onlara baktık. O isimlerle “Ruanda”yı Google’a teker teker birlikte yazdık: Taner Akçam, Ayhan Aktar, Halil Berktay. Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır. (Taner Akçam, bir yazısında, mahkeme usulü açısından Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne değinmiş. Bizim burada konuştuğumuz konuyla ilgisi yok.) Kendi adımızı da aynı işleme tâbi tutunca elbette bazı sonuçlar çıktı. Yarın yayınlayacağımız yazı bu konuda kaleme aldığımız en kapsamlı yazı olduğu halde Google’da çıkmıyor çünkü 20 yıl önce, Ruanda soykırımının 10. yıldönümü vesilesiyle yayınlandığı için dijital ortama aktarılamamıştı.
Bizim Türkiye’deki soykırım(lar)a çok düşkün ama kendilerininkini gizlemekte çok mahir emperyalist ülkelerin bu ikiyüzlü tavrı konusunda ne dediğimizi okur mesela şu yazıdan okuyabilir:
“Sungur Savran konuşmasına ilk olarak Türkiye’de ve dünyada devam eden soykırım tartışmasına, Vatikan’dan Papa’nın yaptığı konuşmada ‘soykırım’ kelimesini kullanmasıyla dahil olmasına değinerek başladı. Savran, Yahudi soykırımında açık bir şekilde parmağı olan Vatikan’ın yaşananlara ikiyüzlüce yaklaştığını ifade etti. Konu ile ilgili olarak Avrupa Parlamentosu’nda kararlar alan ülkelerin önemli bir bölümünün soykırımcı olduğunu, Portekiz ve İspanya’nın Güney Amerika’da 25 milyon yerliyi katletmiş olduğunu, Fransa’nın Cezayir’de 1,5 milyon insanı katlettiğini, Ruanda’da ise 1 milyon insanın katledilmesine sebep olduğunu, zaten Ermeni soykırımında parmağı olan Almanya’nın Herero katliamının sorumlusu olduğunu, ABD’nin kendi yerlilerine uyguladığı soykırımın da bunlara dahil edilebileceğini söyleyen Savran, emperyalistlerin Ermeni soykırımı meselesini tamamen kendi iç politikaları doğrultusunda ele aldıklarını ifade etti.”
Bizim ayrıca parti olarak emperyalist ülkeler arasında sadece Almanya’nın meclisinde soykırımın tescil edilmesini neden talep ettiğimizi açıklayan bir metin de şurada okunabilir.
Bu sefer izin vermeyelim!
İnsanlığın geçmişte yaşadığı büyük acıların tek bir faydası olabilir. O türden olayların bir daha yaşanmasına engel olmak için elinden geleni ardına koymama ruhu aşılayabilir bu tür olaylar. Öyleyse, haydi hepimiz bu sefer seyretmeyelim.
Filistin soykırımını durdurmak için dur durak bilmeden çalışalım. Ruanda soykırımı kurbanlarına en büyük saygı böyle gösterilebilir.
Yarın Ruanda soykırımında Fransa’nın rolünü ayrıntılarıyla ortaya koyan yazımız Gerçek sitesinde yayınlanacak.