Sendika bürokrasisinin 1 Mayıs “bölücülüğü”

İşçi sınıfının ve bazı sendikaların ve meslek örgütlerinin ve elbette sosyalistlerin uzun yıllardır vermiş olduğu sebatkâr mücadele, sınıfın ve devrimcilerin canıyla, kanıyla ödenen bedeller sonucunda 1 Mayıs’ın 2009 yılında resmi tatil ilan edilmesinden ve 2010’da Taksim’in kazanılmasından sonra sermayenin topyekün saldırısının bir parçası olarak 2012’de yeni bir aşamaya gelindi. Bilindiği üzere bu sene Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Memur-Sen ve Kamu-Sen 1 Mayıs’ın ortak kutlanması konusunda hemfikir olduklarını kamuoyuna deklare etmişler, bunun ardından pek çok ilde 1 Mayıs’ın ortak kutlanması için birliktelikler sağlanmıştı. Ancak daha sonra son derece ciddi ve sermaye ve iktidar güçleri tarafından dikte edildiği açık olan aşağıda ele alacağımız nedenlerle Türk-İş, Hak-İş, Memur-Sen ve Kamu-Sen kendilerini DİSK ve KESK’ten ayırarak merkezi kutlamaları Ankara ve önce İzmir’de daha sonra da Bursa’da yapacaklarını açıkladı. Bunun üzerine, DİSK ve KESK de TMMOB ve TTB ile her ilde ortak kutlama yapacaklarını beyan etti. Bu nedenle 1 Mayıs’ta İzmir ve Ankara’da iki farklı alanda kutlama yapılacak. Bir istisna olarak Türk-İş içindeki 10 sendikanın oluşturduğu Sendikal Güç Birliği Platformu’na bağlı sendikaların şubeleri de KESK, DİSK ve diğer emek örgütleriyle birlikte yapılacak kutlamalara katılacaklarını bildirdi.

Gelelim sermayenin ve özellikle iktidarın doğrudan yönlendirdiği Türk-İş, Hak-İş ve Memur-Sen’in ayrışma gerekçe, daha doğrusu bahanelerine. İlk bahane başlangıçta birlikte hareket ettikleri DİSK ve KESK ile birlikte okunacak olan 1 Mayıs metninde var olan iktidarın, yani AKP’nin politikalarına yönelik eleştiriler bulunması imiş. Yani iş cinayetlerinden kıdem tazminatının ortadan kaldırılması planına, taşeronlaştırmadan bölgesel asgari ücret uygulamasına, özel istihdam (yani kölelik) bürolarına, esnek çalışmanın kural hale getirilmesine kadar sermayenin işçi sınıfına saldırısının güncel ve dönemsel uygulayıcısı olan iktidara hiçbir eleştiri getirilmeyecekmiş! Hem de ne zaman? Artık devlet kayıtlarında bile “Emek ve Dayanışma Günü” olarak geçen, tam 126 yıldır tüm dünyada İşçi Bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs’ta! Bu anlayışı en veciz şekilde bir işçi dostumuz ifade etti: “Tek kelime ile soytarılık!”

 

İkinci ve çok daha tehlikeli bahane ise okunacak metinde Kürt sorununa ilişkin mesajlar olması imiş. İşte senelerdir sermayenin ve onun polislerinin, savcılarının, hâkimlerinin, Kürt halkının her düzeydeki temsilcilerine, enternasyonalist sosyalistlere, onurlu aydınlara, gazetecilere suçlama olarak yönelttiği “bölücülük” böyle yapılır. Ülkede, artık genelkurmay sözcülerinin bile “savaş” olarak tanımladığı savaş, can kayıpları, köy yakmalar/boşaltmalar, faili meçhuller, tecavüzler, gözaltında kaybedilenler, asit kuyularına atılanlar gibi insani felâketler bir yana, 30 yılda on milyarlarca dolara mâl olmuş, bu paralar Türkiye işçi sınıfının cebinden çalınmış, asgari ücretin, işçi ücretlerinin, memur maaşlarının bu kadar sefil düzeyde olmasının neoliberal saldırılarla birlikte ikinci nedeni bu savaşmış ne gam! Asıl “bölücü” olan bütün bu gerçekleri saklamaya çalışan sermaye ve onun işçi saflarında görünen işbirlikçi sendika bürokratlarıdır!

İşçi Bayramı’nda Kürt sorunundan bahsedilmemeliymiş! Kürt sorununun birinci dereceden muhatabı, Kürt halkının İmralı’dan TBMM’deki vekillere, BDP’li belediye başkanlarına kadar her düzeydeki temsilcileri ise ikinci derece muhatabı Kürdüyle, Türküyle, Arabıyla, Lazıyla, Çerkeziyle bir bütün olarak Türkiye işçi sınıfının bizzat kendisidir. Zira sermayeyi ve emperyalistleri zengin eden ve bütün sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin üzerini örtmeye yarayan savaşın bedelini her iki cephede de evlatlarını kaybeden ve bu kirli savaşın maliyetini çocuklarının sütünden, sofralarındaki ekmeklerinden çalınan vergilerle, haraçlarla ödeyen esas itibariyle işçi sınıfıdır. Ama ne mutlu bize ki; o işçi sınıfı Tekel’in Sakarya Komünü’nde dosta düşmana halkların kardeşliğinin en güzel, en berrak, en gerçek olanını; işçi sınıfı kardeşliğini, mücadelede kendini yalnız bırakan sendika bürokrasisine rağmen dosta, düşmana göstermiştir. Savranoğlu’nda, Billur Tuz’da, TEDAŞ’ta da göstermeye devam etmektedir. 1 Mayıs tarih sahnesine çıktığı günden beri işçi sınıfı lügatında “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü”dür. “Mücadele” bugün emperyalizmin, sermayenin şu an AKP (unutmayalım ki bu yarın CHP, MHP veya herhangi bir burjuva partisi ya da koalisyonu olabilir) aracılığıyla işçi sınıfına yönelttiği topyekün sınıf saldırısına karşı sınıf mücadelesi ise, bu “Birlik ve Dayanışma”da, bütün sınıfı bölmeye yönelik saldırı ve aldatmalara karşı kirli savaşa dur demek için, evlatlarımızın, kız ve erkek kardeşlerimizin canını kurtarmak, soframızdaki ekmeği büyütmek için ezilen Kürt halkıyla kol kola, omuz omuza yürümektir!

Evet tam da 1 Mayıs’ta! Ve evet Kürt hevallerimizin harika ifadesiyle Newroz coşkusuyla!