Krizde en iyi yatırım sınıf mücadelesi
Kasım ayında Finansbank’ta çalışıyor olsanız, telefonunuz her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelirdi. Çünkü sadece birkaç hafta içinde 500’e yakın Finansbank çalışanı telefonunu açtığında ertesi gün işe gelmemelerini söyleyen bir sesle karşılaştı. Bazıları ise, “bir daha iş bulamama” tehdidi ile istifaya zorlandı. Önümüzdeki senenin ilk aylarına kadar işten çıkarmaların devam edeceği, sayının 1000’i bulacağı da banka çalışanlarının kulağına kaçırılmış durumda. Sesinizi çıkarmayın, işten çıkarılan arkadaşlarınıza sahip çıkmaya kalkmayın ki sıra size de gelmesin demek istiyorlar herhalde.
Ekonomik krizin kısa bir süre içinde Türkiye’yi de vuracağını söylemekten dilimizde tüy bitmişti. Bakın işte kriz daha Türkiye’yi bütünüyle etkisi altına almadan Avrupa’daki krizin etkisiyle krizin faturasını ödemeye başladık bile. Finansbank’ın hisselerinin yüzde 77,22’sinin sahibi Yunanistan’ın en büyük bankası olan Yunanistan Ulusal Bankası (NGB). Belli ki iflas bayrağını çoktan çekmiş, ekonomik krizin pençesinde boğuşan Yunanistan’da, NGB krizden çıkış için faturayı kendi ülkesindeki emekçilere olduğu kadar Finansbank çalışanlarına kesmeyi uygun bulmuş. Sermaye krizin faturasını emekçilere ödetmek için ulusal sınırları tanımıyor. İki halkın birbirine düşman belletilmesinin hâkim sınıfların çıkarları doğrultusunda ileri sürüldüğünü, sermayenin kendi çıkarlarını, her iki tarafın emekçilerine karşı savunmak için ittifak yapabildiğini zaten biliyoruz. Onların kurduğu bu birliğe karşı Ege’nin iki yakasında işçilerin birliğini sağlamak, verilecek en güçlü cevap olurdu.
Avrupa’yı saran krizin etkisi bu olursa, bu toprakları kasıp kavurmaya başladığında ne olacak? Bu sorunun cevabının kitlesel işten çıkarmaların artması olacağı daha önceki krizlerin deneyimleri ile sabit. Bu krizi en az zararla atlatabilmek ve faturasını işçi sınıfının omuzlarına yıkabilmek için sermaye boş durmuyor. Uzun süredir burjuvazinin gündeminde olan, 2011’in ikinci yarısında ise daha sıcak bir gündem olarak öne çıkarılan kıdem tazminatına yönelik saldırıların püskürtülmesi, kitlesel işten çıkarmalara karşı işçi sınıfının iş güvencesini savunma anlamındaki neredeyse son kozu. Henüz bu kozu kaybetmemişken bile işsizlikle karşı karşıya kaldığımıza göre, kaybettiğimiz durumda kitlesel işten çıkarmaların sermaye için ne kadar kolaylaşacağı ortada. Bugün kıdem tazminatı ödemekten kurtulmak için işten çıkarmak yerine istifaya zorladığı işçiyi, yarın bir dakika düşünmeden kapının önüne koyma lüksüne sahip olacak.
Banka ve finans sektörü çalışanlarının günlük hayatlarında karşılaştıkları kişilerden en fazla duydukları soru, neye yatırım yapmak gerektiği üzerinedir. Tabii bugünlerde buna bir de “sizin bankadan kredi kartı borcum vardı, ona bir şey yapmak mümkün olur mu?” ya da “sizin krediler uygun mu, kolay veriliyor mu?” gibi sorular da kaçınılmaz olarak ekleniyor. Hasbelkader kenarda köşede üç beş kuruş parası olanların, büyük yatırımcılar gibi hangi yatırım araçlarının iyi kazanç sağlayacağı üzerine kafa yormasının beyhudeliği bir yana, bugün banka çalışanlarından fabrika işçilerine, plazalardaki büro emekçilerinden merdivenaltı atölyelerde çalışan işçilere herkesin krize karşı yapacağı en anlamlı yatırım örgütlenmektir.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2011 tarihli 26. sayısında yayınlanmıştır.