Mısır: Devrimin ikinci görevi

Mısır’da anayasa referandumu iki aşamada tamamlandı. Sonuçta katılanların yüzde 64’ü evet oyu kullandığı için büyük ölçüde İslamcıların elinden çıkmış olan anayasa yürürlüğe girmiş oldu. İki ay sonra Temsilciler Meclisi seçimi yapılacak. Üst kamara olarak bilinen Danışma Meclisi (Şura) ise ondan bir yıl sonra yenilenecek. Ne var ki, bütün bu seçimlerin yapılıp yapılamayacağı bile kuşkulu. Çünkü devrim her an yeniden patlak verebilir.

Anayasa referandumu hiçbir demokratik meşruiyete sahip değil. Oylama, tasarı Kurucu Meclis’ten çıktıktan sadece iki hafta sonra yapıldı. İki haftada kimsenin ülkenin yüzlerce maddelik temel yasasını incelemesi beklenemez. Bu bir “geceyarısı anayasası”dır! Ayrıca, Yargıçlar Odası referandumu boykot edip görev kabul etmediği için birçok yolsuzluk olmuştur. (Zaten oylamanın iki aşamada yapılmasının nedeni de seçimlerde gözetim görevini üstlenecek yeterli sayıda yargıç bulunamamasıdır. Ama bu iki aşamalı referandum da aslında seçimin demokratikliğine gölge düşürmektedir.)

Ama bütün bunlardan daha önemlisi, halkın önemli bir bölümünün seçimleri boykot etmiş olmasıdır. Devrim Mısır’ında ortalama yüzde 50 olan katılım oranı referandumda yüzde 32’ye düşmüştür. Sonuçta anayasaya olumlu oy kullananların sayısı olan 10 milyon, 52 milyonluk toplam seçmen sayısının beşte biri bile değildir! Katılım oranındaki bu gerilemenin Kasım sonu-Aralık başı yeniden yükselen ve yüz binleri harekete geçiren devrim hareketinin sonucu olduğu tartışma götürmez. Bu 18 yüzde puanı 9 milyon seçmen demektir. Yani hemen hemen oy kullananlara eşit bir seçmen kitlesi! Boykotçularla hayırcıların sayısı toplanırsa, 16 milyon rakamına erişilir ki, bu da anayasanın yenilgisi anlamına gelir.

Müslüman Kardeşler ağlarını örüyor

Referandumun kabul ile sonuçlanması, elbette Müslüman Kardeşler (İhvan) ve partisi Özgürlük ve Adalet için bir kazançtır. İhvan ve Cumhurbaşkanı Mursi bununla da yetinmeyerek ülke üzerinde mutlak bir iktidar kurmak amacıyla ağlarını örmeye girişmiştir.

Mursi, Temsilciler Meclisi mahkeme kararıyla kapatıldıktan sonra tek yasama meclisi olarak kalan Danışma Meclisi’nin (Şura) 270 üyesinin 90’ını seçme yetkisini nihayet bu aşamada kullanmıştır. 90 kişinin 42’si İhvan dâhil dört İslamcı partiden, 19’u ise bağımsız İslamcı şahsiyetlerdendir. Özgürlük ve Adalet Partisi’nin Şura’da 103 seçilmiş temsilcisine, Selefi Nur Partisi’nin 44 milletvekili ve bu 61 kişi eklendiğinde 270 sandalyenin 208’i İslamcı olmaktadır. Bu, yüzde 75’ten yüksek bir orandır ve İslamcılara önemli bir hegemonya sağlayacaktır.

İhvan ve Mursi aynı zamanda Selefilerin Nur Partisi’nin içini de karıştırmaktadır. İhvan’ın Mursi’den önceki esas adayı, zengin iş adamı ve karizmatik politikacı Hayrat el Şatır’ın adının da karıştığı komplo sonucunda Nur’un “reformist” kanadının temsilcisi Emad Abdülgaffur parti başkanlığından istifa etmiştir. Nur’un içinin daha da karışacağı spekülasyonları yapılmaktadır.

İhvan aynı zamanda eski Mübarekçilere de el uzatmaktadır. Mursi’nin Şura’ya seçtiği vekiller arasında Mübarek döneminin iktidar partisi Ulusal Demokratik Parti’nin önde gelenlerinden Abdülhadi el Kasabi ve bugün liberal bir parti kurmuş bir başka eski parti sorumlusu da vardır. Nihayet, Mübarek’in Danışma Meclisi’nin başkanı Saffet el Şerif’in tam da referandum ertesinde tutukluluğunun kaldırılmış olmasının rastlantı gibi görülmesi saflık olur.

İhvan, ağını örmektedir. Bir yandan eski rejimin temsilcilerini yanına çekmeye çalışmakta ve orduya devrimci kitle hareketine karşı görevler vermekte, bir yandan da Selefileri bölerek daha da güçlenmeye çalışmaktadır. Özellikle ekonominin yönetiminde bütünüyle başarısız kalan başbakan Hişam Kandil’in yerine de Hayrat el Şatır’ın geleceği söylenmektedir. Devrimci kitlelerin karşısındaki düşmanın kolay bir lokma olmadığı açıktır.

“Halk rejimi devirmek istiyor” ama önderler istemiyor!

22 Kasım ile referandumun ilk ayağının yapıldığı 15 Aralık arasında, önce Tahrir’e dört defa yüz binleri çıkaran, ardından Başkanlık Sarayı’nı on binlerle kuşatan büyük devrimci kitle hareketi, Mursi’yi 22 Kasım’da açıkladığı ve kendisine diktatörlere uygun yetkiler tanıyan anayasal bildiriyi geri almaya zorlayarak büyük bir başarı kazanmış, ama anayasa referandumunu engelleyemeyerek kısmi bir yenilgi almıştır. Ancak, kitle hareketinin karşısındaki daha büyük sorun önderlik sorunudur.

Geçen sayımızda sol Nasırcı Hamdin Sabbahi’nin yanı sıra çeşitli eski rejim şahsiyetlerini (Amr Musa) ve Batı yanlısı liberalleri (El Baradey) içeren bir Ulusal Selamet Cephesi kurulduğunu, bu birleşik gücün devrimci yükseliş esnasında kitlelerden çok daha uzlaşmacı ve reformist bir tutum içinde olduğunu belirtmiştik. Referandum konusunda benimsenen “hayır” oyu yönelişi, kitle ile önderlik arasındaki bu çatlağın en ileri ifadesi olmuştur. Bütün mücadele boyunca hâkim eğilim boykot olduğu halde ve Yargıçlar Odası dahi boykot şiarını sonuna kadar muhafaza ettiği halde, Ulusal Selamet Cephesi’nin “sorumlu” önderliği rejimin sınırlarını zorlamamak için son dakikada “hayır” oyu çağrısı yapmıştır.

Ama yukarıda da belirtildiği gibi, rakamlar buna rağmen on milyona yakın seçmenin sandığa gitmediğini düşündürmektedir. Devrimci kitleler, Mübarek’i devirmiş olmanın yarattığı özgüven ile şimdi devrimin ikinci görevine yönelmişlerdir: İran’da 1979 devrimi sonrasında olduğu gibi İslamcı bir diktatörlüğün kurulmasını engellemek ve böylece devrimi ileri taşımak.

 

Bu yazı Gerçek Gazetesi’nin Ocak 2013 tarihli 39. Sayısında yayınlamıştır.