Kamu emekçisi tüm taleplerini tek bir talebe indirmeli: Grevli toplu sözleşme hakkı!

Kamu işçilerinin toplu sözleşmelerinin ardından dört milyon kamu emekçisini (İşçi sınıfının parçası olduğumuzu vurgulamak için kamu emekçisi kavramını kullanıyoruz ve emir alan anlamını içerdiği için memur kavramını tercih etmiyoruz) ve iki buçuk milyon emekliyi ilgilendiren Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı toplu sözleşme süreci başladı. Kamu işçisinin sözleşmesi devletin grev yasağı ve sendika ağalarının ihaneti ile sefalet koşullarında sonuçlandı. Kamu emekçilerini de farklı bir akıbet beklemiyor. Ama kamu işçisini memura, memuru kamu işçisine kırdırma politikaları bitmiyor. Bir taraf #MemuraKepçeyleİşçiyeKaşıkla diye etiket yapmış sosyal medyada memura sallıyor, öteki taraf #İşçiyeVarMemuraYok diye işçiye çemkiriyor. İşçiyi emekçiyi dibe doğru yarıştırmaya çalışıyorlar. Bunun sonunun sefalette eşitlenmek olacağı açık. Bizim etiketimiz olsa olsa #İşçiMemurEleleGenelGreve olur.
Sonuçta kamudaki tüm işçi ve emekçilerin kaderleri ortak. Kamu emekçisinin iş güvencesi büyük bir kazanım ve avantaj ama toplu sözleşme açısından memurun durumu kamu işçisinden daha iyi değil. Kaderler ortak. Çünkü memurlara ilgili yasada devletin yasaklayacağı bir grev hakkı dahi tanınmıyor. Masaya oturan sendika olan Memur-Sen’e gelince vaziyet Türk-İş’ten de beter… Bu sendikanın üst yönetimi doğrudan AKP’nin memur kolu olarak çalışıyor. Kamuda muhalif sendikalara üye olmak mobbing ve baskı konusu yapıldığı ve yandaş sendika doğrudan tepeden amirler eliyle örgütlendiği için Memur-Sen’i bu tahttan indirmek çok zor. Ama Memur-Sen değil de bizim sendikamız KESK de masaya otursa fark etmiyor. Çünkü sistem öyle kurulmuş ki uyuşmazlık halinde sözleşme doğrudan Kamu Görevlileri Hakem Kurulu tarafından bağlanıyor. Hakem derken bu kurulun 11 üyesinin 7’si doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından yani bir nevi en üst işveren tarafından atanıyor. Bitti mi bitmedi!
Yasada kamu emekçilerine grev hakkı tanınmıyor olsa da bu kamu emekçilerinin grev hakkı olmadığı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin taraf olduğu ve bağlayıcı olan ILO sözleşmeleri kamu emekçilerine grev hakkını tanıyor. Bu hak doğrultusunda sendikalar çok sayıda grev ve iş bırakma kararları alıp uyguladılar. Bu kararlara uyarak iş bırakan, greve giden kamu emekçilerine verilen disiplin cezalarını iptal eden, iş bırakmayı ve grevi bir hak olarak tanıyan çok sayıda yargı kararı da mevcut. Yani aslında toplu sözleşmelerde uyuşmazlık olduğunda kamu emekçileri fiilen greve giderek hizmet üretiminden gelen güçlerini kullanabilir. Ancak yasa bu olasılığa karşı kamu emekçilerinin kolunu kırıyor. Toplu sözleşme görüşmelerinin Ağustos’un ilk iş gününde başlaması ve son işgününde sona ermesi zorunlu tutuluyor. Yani kamu emekçilerinin en örgütlü ve güçlü olduğu eğitim işkolunda okullar tatilken yani kamu emekçilerinin büyük kısmının hizmet üretiminden gelen gücünü kullanması mümkün değilken sözleşme bağlanıp bitirilecek şekilde takvim önceden dizayn edilmiş.
Dolayısıyla karşımızda gerçek bir toplu sözleşme süreci yok; sendikası yandaş, hakemi taraflı, sonucu belli bir tiyatro sahnesi var. Dolayısıyla 7 dönem/14 yıl gibi bir süreci kapsayan toplu sözleşmelerde kamu emekçisi hep kaybetti ve yine kaybedilecek 8. döneme gidiyoruz. KESK bu sürecin başından sonuna kadar grevsiz toplu sözleşme olmaz diyerek meselenin özüyle ilgili doğru tutumu ortaya koymaktadır. Ancak bu tutumu mantıki sonucuna götürmekte problem yaşıyoruz. Toplu sözleşme dönemlerinde hem grevsiz toplu sözleşme olmaz diyoruz hem de toplu sözleşme ile ilgili uzun bir talepler listesi yayınlıyoruz. Toplu sözleşme süreci kamu emekçilerinin farklı sektörlerde çok kapsamlı sorunlarını dile getirmek ve gündeme taşımak için kullanılıyor. Nitekim bu dönemde KESK Çalışma Bakanlığı önünde alternatif TİS masası kurarak bu talepleri savunuyor. Gelgelelim KESK’in mücadele geleneği ve tarihsel mirası farklı bir yaklaşımı gerektiriyor. 1995’te sendika hakkını söke söke almak için meydanlara inen, baskılara rağmen mücadeleyi her aşamada daha da büyüten kamu emekçileri hareketinin karşısında duramayacağını gören iktidarlar sendika hakkını budayarak ve içini boşaltarak vermeye yöneldi. Kamu emekçileri bu sefer de “sahte sendika yasasına hayır” diyerek 1998’te direnişi yükselti. Sahte sendika yasasının bugünkü haliyle yerleşmesi 2012 yılını buldu.
KESK, sahte sendika yasasına karşı direnirken, bu işin sonunun böyle olacağını öngörmüştü. Bu aşamada talepler silsilesi açıklamanın bir esprisi yok artık. Tek çıkar yol var o da kamu emekçilerini bu çıkmaza sokan düzeni değiştirmek. Bunun için de yeniden mücadele bayrağına “sahte sendika yasasına hayır” yazmak! Bütün diğer talepleri bırakıp tek bir taleple yürümek. Ve grevli toplu sözleşme hakkını fiili grevle kazanmak. Ağustos takvimini reddederek fiili büyük grev için okulların başladığı tarih için sözleşmek, bu tarihteki büyük grev için ayrı gayrı demeden tüm sendikaları birleşik cephede toplamak, gelmeyenlerin tabanlarını yanımıza kazanmak… 8. dönem böyle geçecek. 9. döneme kadar KESK her günü böyle bir mücadeleyi inşa etmek için değerlendirmeli, tüm gücünü bu doğrultuda seferber etmeli. Yoksa dönemler geçer gider kamu emekçisi kaybetmeye devam eder.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2025 tarihli 191. sayısında yayınlanmıştır.