Fransa: Faşizmin tokadı, işçinin sillesi
Fransa’da son yıllarda iki eğilim öne çıkıyor. Bir yandan 2016’dan bu yana birçok vesile ile işçi sınıfı ve emekçi halk dev grevler ve kitle eylemleriyle sahneye çıktı. 2016 ve 2019-2020 grevleri sırasında hükümet ve patronlar ancak büyük tavizler ve yoğun polis şiddeti ile işçilerin zafer kazanmasına engel olabildi. 2018’de tüm dünyanın gündemine oturan Sarı Yelekliler eylemlerinin ilk birkaç haftasında, 2013 Türkiye’sini andıran bir isyan havası Fransa’nın ve Paris’in sokaklarında geziyordu. Çeşitli eşiklerde öğrenciler de üniversite işgalleri ile bu eylemlerin yanında yer aldı.
Diğer taraftan Fransa’nın faşistleri ve ön-faşistleri hızla yükseliyor. Fransız ön-faşizminin en büyük gücü olan eski adıyla FN (Ulusal Cephe) yeni adıyla RN (Ulusal Derlenme) en azından 2015’ten beri seçimlerde ve anketlerde ya birinci parti oluyor ya da ilk sırayı kıl payı kaçırıyor. Bu sebeple propagandasında “biz Fransa’nın birinci partisiyiz” diye övünüyor. Övünüyor övünmesine ama bu birinci partinin bir zaafı var. Ne zaman grevler başlarsa, emekçi halk beyazıyla, Arabıyla, siyahıyla sokağa dökülürse bu partinin sözcüleri sus pus oluyor, ne sesleri çıkıyor ne solukları! İşçi eylemleri bitip herkes evine döndüğünde tekrardan televizyon stüdyolarında her akşam arz-ı endam etmeye başlayıp Müslümanlara ve siyahlara nefretlerini kusmaya koyuluyorlar. Daha dün Arap kökenli işçilerle beraber işyerinde patronlara karşı şalter indiren Fransız işçisine “senin sıkıntının kaynağı Müslümanlardır” demeye dönüyorlar.
2020’nin ilk aylarına kadar süren grev ve eylem dalgası sona erdiğinden beri Fransa’da İslam düşmanlığı ve faşizm hamle üstüne hamle yapıyor. RN ve partinin lideri Marine Le Pen anketlerde hızla yükseliyor. Emmanuel Macron ve hükümeti ise RN’in artan oylarından pay kapmak için faşistten daha faşist olmaya çalışıyor. Örneğin İçişleri Bakanı Gérald Darmanin, İslam düşmanlığının Avrupa’daki simgelerinden biri olan Le Pen’i bir tartışmada İslam’a karşı yumuşak davranmakla suçlayabiliyor! Fakat Macron’un sırtını sıvazladığı bu gericilik artık açıktan Macron hükümetini de tehdit eder hale gelmiş durumda. Önce emekli askerler Macron’u açıkça darbe ile tehdit etti. Bunu muvazzaf askerlerin ve polislerin benzer çağrıları izledi. Le Pen ise muhtıracı generalleri kendi partisine katılmaya davet etti. Darbe çağrısına karşı durmak için hükümet hiçbir somut adım atmış değil.
Bu şartlar altında, Macron’un Fransa’nın güneyindeki seçime hazırlık gezisinde çarpıcı bir olay yaşandı. Bir genç, önce Fransız faşistlerinin kullandığı ve Orta Çağ’dan kaldığı rivayet edilen bir savaş narası attı, sonra “Kahrolsun Macronya (ya da Macronistan)” sloganıyla Cumhurbaşkanı’na bir tokat attı. Biz patronlara uşaklık edip, işçinin son lokmasını çalan Macron’a atılan tokada ah vah edecek değiliz. Fakat burada önemli olan Macron’a atılan tokadın Fransa’da yükselen faşizmin pervasızlığına dair bir işaret olması. Bugün işçi sınıfının siyaset sahnesinden geri adım atmasının faşizmin ve gericiliğin Fransa’da ortalığı boş bulmasına yol açtığı açıkça görülüyor. Macron hükümeti faşizmin tokatlarına karşı silahsız, kendini savunmaktan dahi aciz. Fransa’da son yıllarda yaşananlar açıkça gösterdi ki faşizmin hamlelerine karşı tek panzehir işçilerin grevlerle, işgallerle, kitle eylemleriyle masaya yumruğunu vurması. Bunu işçi sınıfı yapmazsa, kimse yapmayacak. İşçi sınıfı sahneye çıkmazsa, yarın faşizmin tokadı ve sopası önce sendikalı işçiyi, grevci işçiyi hedef alacak sonra belki de bütün Fransa faşizmin sopasıyla yönetilecek.
Fransız siyasetinden herkesin çıkarması gereken bir ders var. Faşizmin tokadını yemek istemeyen işçi sınıfının sillesini hazırlamak zorunda!