Güney Afrika, Lübnan, Irak, Haiti ve diğerleri… Ya devrim ya barbarlık!
Dünya kapitalizminin 2008’den beri devam eden krizi Koronavirüsle birleşince sistemin zayıf halkalarında aşırı yüksek bir gerilim yaşanmaya başladı. Kapitalizm Koronavirüsle başa çıkamadığı gibi ağır bir işsizlik ve yoksulluğun da bu toplumları kasıp kavurmasını engelleyemedi. Bu yüzden birçok ülke, açlığın, sefaletin, sağlık krizinin, yoklukların pençesinde kıvranıyor ve tek kelimeyle patlıyor.
Haiti, zaten Batı yarıküresinin en yoksul ülkesiydi. ABD ve Fransız emperyalizmlerinin iliklerine kadar sömürdüğü bu ülkenin başına 1990’lı yıllarda geçmiş olan tek ilerici başkan Jean-Bertrand Aristide iki defa darbe ile devrildi. Sonrası Birleşmiş Milletler sosuna batırılmış işgal, deprem, kolera, yoksulluk, sefalet. Halk isyan edip duruyor, ama Koronavirüs’ün de etkisiyle çıkış yolu bulamadı. Şimdi ülkenin cumhurbaşkanı, kökü Latin Amerika’da ABD’nin uşaklarından biri olan Kolombiya’ya uzanan bir komplo temelinde suikasta kurban gitti. Ülkenin sokakları çete kaynıyor, her yerde çatışma yaşanıyor, Haiti orman kanununun pençesinde…
Haiti cumhurbaşkanını uğurluyor
Ortadoğu’nun sefalet kuşağı
Petrol ülkesi Irak, halkına elektrik veremiyor! 2019 Ekim ayında başlayan devrim Koronavirüsle duralamıştı. Bugün ülke yine devamlı gösterilerle sarsılıyor. Ama İran yanlısı milisler göstericilere göz açtırmıyor. “Halk Seferberlik Güçleri” adını taşıyan bu milisler adım adım devletin yerini alıyor. Şimdi ABD işgal güçlerini bütünüyle çekeceğini açıkladı. Gelecek kaostan başka bir şey vadetmiyor.
Irak'ın elektrik şebekesi
Irak’ın komşusu Lübnan umutsuzluktan kıvranıyor. 2019 Ekim devrimi Irak’ınki gibi Koronavirüse kurban gitti. Sünnisi, Şiisi, Marunisi, Dürzisi, hâkim sınıflar “al gülüm ver gülüm” ekonomisinden vazgeçmiyor. Ülkenin para birimi lira iki yıl içinde değerinin yüzde 90’ını yitirdi. Bir zamanlar Ortadoğu’nun bankacılık merkezi olarak parmakla gösterilen ülke bugün sefalet içinde. 2020’deki Beyrut limanı patlaması yüzlerce insanın ölümüne ve sefaletin çığ gibi büyümesine yol açtı. O zamandan bu yana hükümet yok ve kurulamıyor. Sonunda başbakanlık görevi ülkenin en zengin adamına verildi. Hükümet kurup kuramayacağı belli değil. Ama kurarsa “Fransa çözümü”nü uygulayacağını açıkladı. Yani eski sömürgeci güç emperyalist Fransa ile Lübnan burjuvazisi el ele verecek, halkın daha da fazla canına okuyacak!
Lübnan'ın manzara-i umumiyesi
Güney Afrika: geleceğin barbarlığından sahneler!
Afrika’nın en gelişkin kapitalist ülkesi, modern tarihin gördüğü en ırkçı sistem apartheid’in siyah işçi sınıfını sefalete mahkûm ettiği Güney Afrika ise, Temmuz ayında kapitalizmin dünya halklarına nasıl bir gelecek vaat ettiğinin canlı bir gösterisine sahne oldu. 1994’te Nelson Mandela başa geçince hukuken ve politik olarak sona eren ırkçı sistem, sosyo-ekonomik olarak bütün rezilliğiyle devam ediyor. Siyahi işçi sınıfı, yüzde 40’lara varan bir işsizlikle boğuşuyor. Esnaf-zanaatkâr küçük burjuvaziyi Hint nüfus oluşturuyor. Büyük sermaye ve bütün ballı görevler ise beyazların elinde. Tek değişiklik, burjuvazinin içine bir hain siyahi grubun katılmış olması.
İşte bu toplum Temmuz sonunda orman kanununa geri döndü. Kargaşayı tetikleyen, bir önceki cumhurbaşkanı Jacob Zuma’nın yolsuzluk dolayısıyla yargılanması söz konusu olduğunda taraftarlarının isyan etmesi idi. Zuma, kimliğini hep kıskançça savunmuş olan Zulu kabilesinden olduğu için olaylar özellikle KwaZulu Natal eyaletinde ve onun başkenti Durban’da doruğuna ulaştı. Ama bu vesileyle başlayan isyan, tam bir kolektif yağma, yıkma, intikam ve cinayet cinnetine dönüştü. Yoksul siyahi grupları, sadece büyük mağazaları ve her türlü servet sembolünü değil Hint küçük esnafın dükkânlarını ve konutlarını da hedef aldı. Polis yetişemeyince Hint mahalleleri kendilerini korumak için silahlandı. Alışveriş merkezleri ve koskoca mahalleler yerle bir oldu. Şu ana kadar verilen resmi sayılara göre 337 kişi hayatını yitirdi. Güney Afrika son yıllarda dönemsel olarak kendisinden daha da yoksul komşularından gelen göçmenlere karşı saldırılara da tanık oluyor.
Tek umut ışığı, işçi sınıfının, Mandela’nın sattığı davanın izleyicisi olan kesimleri tarafından kurulmuş olan SAFTU adlı sendika konfederasyonunda yürüttüğü mücadeledir. Gazetemiz Mart sayısında “Güney Afrika Metal İşçisi Türkiye İşçi Sınıfına Yol Gösteriyor” başlıklı yazısında bu konfederasyonu tanıtmıştı. SAFTU, yaşanan kan banyosundan sonra bir genel grev yolunda diğer işçi sendikaları ve yerel örgütlenmeler nezdinde girişimlere başlamış bulunuyor. SAFTU işçilerinin kurduğu SRWP adlı sınıf partisi de siyasi alanda mücadele etmekte.
İleride başka yoksul ülkeler de burada ele alınan ülkeler gibi adım adım toplumsal kaosa sürüklenecektir. Mücadelelerin sertleşmesi, çatışmalar, hatta ağır şiddet toplumların en derininden yükselmektedir. Önemli olan, bu eğilimleri devrim yolunda seferber etmek için işçi sınıfı ve müttefiklerini hem sendikal hem siyasi düzeyde örgütlemek ve bütün emekçi ve ezilenlerin önüne düşmektir.