Suud Yemen’i felakete sürüklüyor
Yemen’in üzerinde bir felaket dolaşıyor. Dünyanın zaten en yoksul ülkelerinden biri olan Yemen’i, Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyon üç yıldan uzun bir süredir hava bombardımanıyla desteklenen bir savaşla perişan etmiş durumda. Ülkenin yüzde 80’i açlığın pençesinde, ancak gıda yardımıyla hayatta kalabiliyor. Küçük çocuk ve bebekler yetersiz beslenmeden dolayı çarpık biçimde gelişiyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, şimdi Yemen’in Kızıl Deniz ağzındaki limanı olan Hudeyde Suud’un kurduğu koalisyonun saldırısı altında. Bugün askeri olarak başı Birleşik Arap Emirlikleri çekiyor. Hudeyde Yemen’e gıda sevkinin ana giriş noktası. Şayet Hudeyde uzun bir abluka altında kalırsa, bu, 30 milyona yakın insanın tam bir açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalması anlamını taşıyacak. Gerek Birleşmiş Milletler’in insani yardım kurumları, gerek bu amaçla kurulmuş bağımsız kuruluşlar bu konuda söz birliği içinde. Korkulan senaryo gerçekleşirse, ilk elde 250 bin sivilin ölümünden söz ediliyor.
Bu savaşın neden verildiğini bilmek, çözüm konusunda berrak bir görüşe sahip olmak için gerekli. Yemen, 2011-2013 Arap devrimi dalgasında Tunus ve Mısır’dan sonra devrimin zaferine en çok yaklaşan ülke oldu. Bugün yaşanan her türlü kötülük, aynen Suriye’de de olduğu gibi, başta Suud olmak üzere Arap gericiliğinin emperyalizmle işbirliği içinde Yemen devrimini durdurmak için her türlü aracı kullanmasından kaynaklanıyor. ABD ve Suud (ve onun ardında Körfez İşbirliği Konseyi’nin, yani KİK’in üyesi ülkeler) devrimin yaşandığı öteki ülkelerde de uygulamaya çalıştıkları “düzenli geçiş” sürecini Yemen’e de uygulamaya çalıştılar. On yıllardır Yemen’i demir yumrukla yöneten Ali Abdullah Salih kitlelerin baş hedefi olduğu için, onu kitlelerin önüne yem olarak atıp rejimi devam ettirmek için 2012 Şubat’ında yardımcısı Mansur Hadi’yi başa geçirdiler.
Bu yöntem onu uygulayanlar açısından bir süre işe yaradı. Devrimci kitleler diktatörü devirmiş oldukları için geri çekildi. Bu aşamadan sonra liderini yitirdiği halde hâlâ ayakta duran rejime karşı mücadele çok daha kısmi çıkarlar üzerinden hareket eden, bir mezhebin (Şiilik) ya da bir bölgenin (Yemen’de Kuzey-Güney ayrımı önemlidir) çıkarlarını temsil eden gruplara kaldı. Devrimci kitlelerin birliği yerini en iyi örgütlenmiş güçlerin silahlı mücadelesine bıraktı. 2014’te Şii Husiler Mansur Hadi hükümetini devirerek başkent Sanaa’da hâkimiyeti sağladılar. Husiler Yemen’e özgü Şii bir gruptu. Bu yüzden olağan şüpheli olarak parmaklar İran’ı gösterdi. Başlangıçta Husilerle İran’ın ilişkisi hakkında hiçbir şey kanıtlanamadı. Belki bu ilişki zamanla kurulmuş olabilir, ama hiç unutulmaması gereken bir şey var: Yemen’de İran askeri yok, Husiler Yemen’in yerlileri, Mansur Hadi ise 30 yıllık eski zalim rejimin iki numarası idi. Ve Sanaa’da zaman zaman yüz binlerin katıldığı Suud karşıtı gösteriler Husi’lerin en azından yabancı işgalcilere karşı halkın epeyce bir bölümünün desteğine sahip olduğunu gösteriyor.
Suudi Arabistan Arap devrimine karşı her araçla, en çok da Mısır’a ve Ürdün’e (hatta bir ölçüde kendi halkına da) yaptığı gibi parayla satın alarak mücadele etti. Ama iki ülkeye doğrudan, bir ülkeye de dolaylı olarak vekâlet savaşıyla askeri olarak müdahale etti. Doğrudan asker yolladığı ülke, Arap devriminin dördüncü en önemli merkezi Bahreyn’di. KİK orduları Bahreyn Kralı’nın “daveti” ile devrimi boğmak üzere ülkeyi işgal etti. Vekâlet savaşı bizde en iyi bilinen ülkede, AKP hükümetinin de desteğiyle verildi: Suriye, emperyalizmin, Suud’un ve diğer gerici bölge hükümetlerinin paralı askerleriyle cehenneme çevrildi. Üçüncü ülke işte Yemen’dir: Suudi Arabistan emperyalizmin, yani ABD, Britanya ve Fransa’nın desteğiyle 2015 Mart’ından bu yana Yemen’i ateş kıskacına aldı, bombaladı, on binlerce sivilin bulunduğu meydanlara bile bomba attı!
Mazereti “uluslararası toplum”un (siz bunu emperyalizm diye okuyun) tanıdığı ve desteklediği Mansur Hadi hükümetinin meşruiyetine yaslanarak Yemen’i yeniden ona teslim etmek! Yani karşı devrim! Husilerin devrimin bire bir devamı olduğunu elbette söyleyemeyiz. Ama Mansur Hadi’nin 30 yıllık zalim rejimin bire bir devamı olduğuna, Suud’un Ortadoğu gericiliğinin İsrail’le birlikte ana kalesi olduğuna, emperyalizmin de Husilere karşı Suud’u ve Mansur’u desteklediğine yemin edebiliriz! İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin Norveç’i işgali sırasında onlarla işbirliği yapan Norveç başbakanı Quisling zalim işgalci ile işbirliğinin tarihi simgesi olmuştur. Mansur Hadi Yemen’in Quisling’idir! Husilerle Mansur Hadi arasında “tarafsız” kalınamaz!
Bugün ABD-İsrail-Suud işbirliğinin Ortadoğu’yu adım adım gerici bir mezhep savaşına taşıdığı bir iklimde Yemen savaşı geleceğin hazırlandığı savaş odaklarından biridir. Yarın Ortadoğu’nun tamamının ne hale düşeceğini anlamak için insanın bugünün Suriye’sinin yanı sıra Yemen’e de bakması gerekir. Yemen’de bir iç savaş yoktur! En önde Suud’un yürüdüğü bir gerici ittifakın Yemen’e karşı savaşı ve işgali vardır.
AKP hükümeti Yemen konusunda ağzını bile açmıyor. Yarın Hudeyde’nin içine düşeceği durum dolayısıyla Yemen’de, üç yıllık Suud savaşında şimdiye kadar can verdiği tahmin edilen 10 bin insana yüz binler katılırsa bütün dünya bundan sorumludur. Müslümanları başkaları öldürdüğünde ve ezdiğinde sesini (çoğunlukla sadece gösteriş için) yükselten AKP, Müslüman Müslüman’ı ezdiğinde sus pus oluyor.
Öyleyse, aynen Filistin halkı için, aynen Suriye halkı için olduğu gibi, Yemen için de görev işçi sınıfına ve onun uzun vadeli ve bütünsel çıkarlarının temsilcisi sosyalizme düşüyor. Suud’u sadece Yemen’den ve Suriye’den kovmakla yetinmeyeceğiz. Bütün Körfez’de bu ortaçağ hâkimiyeti sona erene, birleşik bir cumhuriyet kurulana, Körfez proletaryasının çok önemli bölümünü oluşturan yabancı işçiler köle statüsünden kurtulana kadar mücadele edeceğiz. Gerçek kurtuluş ise bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu ile gelecek.