Çatışma bölgesi İdlib ve yanlış üstüne yanlışlar
Suriye’deki siyasi duruma yönelik Astana’da yapılan toplantıların 6. Turunda, çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib’in askeri nüfuz alanlarına bölünmesi kararı çıktı. Buna göre İdlib’de Türkiye’nin, Rusya’nın ve Suriye ile birlikte İran’ın kontrol edeceği üç bölge oluşacak. AKP iktidarına yakın çevreler İdlib’in taksiminde Türkiye’ye Cebel Erbain, Taftanaz, Cisr’eş Şuğur, Eriha, Mar’at Numan, Han Şeyhun gibi bölgelerin düşmesini “aslan payını kaptık” edasıyla yansıtıyor. Oysa durum öyle değil. Adı geçen bölgeler, adını Heyet Tahrir Şam (HTŞ) olarak değiştiren ve birçok tekfirci mezhepçi çeteyi bünyesinde toplayan El Kaide/El Nusra güçlerinin yoğunlukla bulunduğu yerler. Rusya ve İran zaten İdlib’in çatışmasız olan bölgelerini kendilerine alıp Türkiye’yi kaynayan kazanın içine atmış durumda. Rusya ve İran diplomatları AKP medyasını okurken oldukça keyifleniyor olmalı.
Türkiye’ye biçilen rol bölgedeki Ahrar-uş Şam gibi mezhepçi çeteleri de kullanarak HTŞ güçlerini etkisiz hale getirmek. Yani bölge doğru adlandırmayla bir “çatışma bölgesi” olacak. Erdoğan açıkça çatışma bölgesine asker gönderileceğini de açıkladı. Bu temelde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde büyük bir askeri yığınak yapılıyor.
2011 yılından beri AKP iktidarının izlediği yanlış Suriye politikası dolayısıyla bölgedeki silahlı çeteler fazlasıyla semirmiş durumda. Halep düşerken Türkiye’nin Rusya ile anlaştığını ve düşük profilli bir tutum aldığını düşünen bu gruplarda, Türkiye’ye karşı ciddi bir tepki de söz konusu. HTŞ, bu tepkiyi TSK askerini işgalci olarak niteleyerek milliyetçi temelde yaygınlaştırmak isteyecektir. Yani bölge yoğun bir çatışma ortamı vaat ediyor.
Rusya, İran ve Suriye için, içten içe Türkiye’ye “eden bulur” deyip kenara çekilmek kolay. Ancak orada ölüme gönderilecek olanlar bir kez daha Türkiye’nin emekçi çocukları olacaktır. Dahası Türkiye’nin içine etkisi olacak önemli gerilimler kapıdadır. Öncelikle bölgede taşeron olarak kullanılacak olan suç çetelerinin, faaliyetlerini Türkiye içine taşımayacağının hiçbir garantisi yok.
Fırat Kalkanı’nda AKP iktidarının Mınbiç’i ve oradaki YPG varlığını göstererek aslında operasyonun Kürt oluşumuna karşı olduğu propagandası ile iç kamuoyundaki tepkileri yönlendirmeye çalıştığını gördük. İdlib’de de aynı senaryonun hazırlandığını görüyoruz. 25 bin askerin katılacağı bir operasyondan bahseden iktidar yanlısı medya bu operasyonun aynı zamanda YPG’nin kontrolündeki Afrin’i kuşatma amacı taşıdığını vurguluyor.
Halbuki Afrin’de ABD güçleri yok, Rus askerleri var ve bölgedeki Kürt güçlerini himaye ediyorlar. Eğer bir Afrin operasyonu olursa bu, ancak Rusların TSK’nın önünü açması şeklinde olabilir. Rus askerleri aradan çekilir ve TSK bölgeye girer. Rusya bunu ancak YPG ve ABD’nin Deyrezzor’de Suriye ordusu aleyhinde işbirliği yapmasının bedelini ödetmek için isteyecektir. Sonuç, iki kardeş halkın birbirini kırması, üstüne Kürtlerin ABD’den kopmak bir yana Rojava’nın geri kalanını korumak için ABD’ye daha fazla sarılması olur. Hem Türk hem de Kürt halkları kaybeder.
Yani AKP iktidarı yanlış üstüne yanlış yapıyor. İki yanlış da bir doğru etmiyor. Gerçek düşman ABD emperyalizmi dururken, halklar arasında düşmanlık yaratacak politikalar Türkiye’yi daha büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Bu yüzden İdlib’te katil HTŞ çeteleri hedefmiş gibi gösterilse de planlanan operasyon hiçbir ilerici ve olumlu sonuç vaat etmiyor.
PYD’nin Deyrezzor’da ne işi var?
ABD’nin desteklediği ve PYD’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri, DAİŞ’in başkenti konumundaki Rakka kuşatmasını sürdürürken bir yandan da Deyrezzor’a doğru yeni bir hamle başlattı. Söz konusu hamlenin Suriye ordusunun Deyrezzor’daki kuşatmayı yarmasından ve şehrin Fırat’ın batısında kalan kısmını büyük ölçüde kurtarmasından sonra gerçekleşmesi önemli. Zira SDG güçleri Fırat’ın doğusuna geçen Suriye ordusunun önünü kesti ve Deyrezzor eyaletinin iç kısımlarına doğru harekâtını sürdürdü. Deyrezzor Suriye’nin en önemli petrol bölgesi ve ABD, Suriye ordusunun bu bölgede hâkimiyet kurmasını istemiyor. DAİŞ bölgede savaşma kabiliyetini her geçen gün daha fazla kaybederken petrol bölgeleri için SDG ve Suriye ordusu arasında adeta bir köşe kapmaca oynanıyor.
Rakka’da ABD’nin kara gücü işlevini gören SDG, Rakka operasyonunu bir yere kadar “Rojava’nın askeri güvenliği” açısından gerekçelendirebilirdi. Yine de bu operasyondaki ABD güdümü ve Rakka’nın Rojava’nın bir parçası olmaması büyük bir sorundu. SDG’nin Deyrezzor’a yürümesi ise artık ABD’nin taşeronu olmak demek. Çünkü artık bu harekâtın hedefi DAİŞ değil, petrol bölgelerini Suriye ordusundan uzak tutmak. Hem de sadece ABD zırhlı araçları ile değil aynı zamanda ABD’nin siyasi öncelikleri ve yönlendirmesi ile yapılan bir harekât bu. Dolayısıyla PYD’nin de SDG’nin de Deyrezzor’da işi yoktur. Orada ABD’nin işi vardır ve PYD/SDG, ABD’nin kirli işlerini yapmaya soyunarak büyük bir suçun ortağı olmaktadır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2017 tarihli 97. sayısında yayınlanmıştır.