İlber efendinin sömürgeciliği!
Farketmiyor, komedi dizileri senaristi Gülse Birsel’miş, Yeni Akit gazetesinde bir kafatasçı ya da Gülen’in kapatılan Zaman gazetesinde bir “uzman profesör”müş... Hiç farketmiyor! Hürriyet’te “büyük Türk büyüğü” İlber Ortaylı’ymış ya da Yeni Şafak’ta “mütevazi” bir İslamcıymış... Sitcom dizi senaristinden profesörüne hiç fark etmiyor, mevzubahis Kıbrıs’sa, Türk egemenlerinin “cahil”, “şeriatçı”, “laik”, “aydınlanmacı”, “Kemalist”, “muhafazakâr”, “liberal” bütün aydınları üç aşağı beş yukarı aynı şeyi söyler!
Bir süre önce Gülse Birsel gelmişti buralara. Yapıtaş İnşaat’ın davetlisi olarak gelmiş yemiş içmiş, işgal turizminden pek memnun bir şekilde Kıbrıs’tan ayrılmıştı. İnsan Gülse Birsel gibilerin Kıbrıs yazılarını okuyunca Kıbrıs’ta yaşayası geliyor. Ne güzelmiş ne huzurluymuş şu işgal hâli, diyor insan. Böylelerini görünce memleketi yemek menüsü sanırsınız! Şeftali, hellim, böğrülce...
İki tık yukarı CHP kademesine çıkınca Kıbrıs’ta insan yaşamadığına ikna olursunuz. İngiliz için Kıbrıs “batmayan uçak gemisi”dir. CHP ise uçak gemisinde insan bile yaşadığının farkında değil, İngiliz kadar bile “insani” yaklaşmaz bize! CHP’nin Kıbrıs politikasından bir tık aşağı inince İlber Ortaylı’yı bulursunuz.
Ortaylı yine Kıbrıs’ı yazdı. Geçenlerde verdiği röportajdan memnun kalan çok Kıbrıslı vardı. Kıbrıs’a “yanlış” nüfus taşındı, bu yüzden yerli Kıbrıslılar Türkiye’ye tepki duyuyor demişti. Pek hoş karşılandı bu söylediği buralarda. Bizse demiştik ki, bu tutum sömürgeci yerleşim politikasının savunmasıdır! Çünkü adam açık açık diyordu ki: Nüfus taşıyalım, ama “doğru”sunu taşıyalım! Kürt nüfusun ve Hataylıların taşınmasına karşı çıkıyordu. Bu yazısında “doğru”sunu işaret etti: Bulgaristan Türkleri!
“Cahil” Ortadoğulu Kürtlerin ve Hataylı Arapların yerine Kıbrıs’a daha kolay ayak uydurabilecek “aydın” Avrupalı Bulgaristan Türkleri taşıyalım, taşınsın ve halihazırda 15 bin Bulgaristan Türkü’nün KKTC’de olduğunu söylüyor! Türk sömürgeciliğinin elitizmi akıyor her cümlesinden. Araplara ve Kürtlere olan düşmanlık...
“Yanlış” sömürgeci yerleşim politikasına karşı “doğru” sömürgeci yerleşim politikası uygulayarak yerlilerin gazını alalım ki Türkiye’nin sömürgeci varlığından Kıbrıs’ta rahatsız olmasınlar, diyor. Uzun vadede Kıbrıs’ı askeri-stratejik anlamda elde tutmak için nüfus planlaması gerekiyor, diyor. Askeri stratejinin ve savaşın önkoşulu demografik planlama! Kendi hizmet ettiği sömürgecilik açısından doğru şeyler söylüyor, ama bizi yok edecek şeyler...
Kıbrıs’ın işgali ve işgal sonrasında kolonileştirilmesi için nüfus taşınmasını gayet normal buluyor. Sadece bunu adabına göre yapmak lazım, yerli halkın tepkisini çekmeden. Bir de o yerli halk içerisinde Rumlar yok zaten! Rumların taleplerini de çok aşırı, “maksimalist” buluyor sömürgeci profesör. Rumun evine nüfus taşınınca tabii ki Rumun evine geri dönme talebi maksimalist bir taleptir. Otursun Rum oturduğu yerde!
Türk sömürgeciliğinin Siyonist karakteri ile tanışıyoruz! Etnik temizlik, köylerin ve yerleşim yerlerinin tarihinin silinmesi ve yeniden yerleşim politikasıyla tarihin baştan yazılması. Ve yerlilerin dönüş hakkının tanınmaması! İsrail’in Filistinlilerin geri dönüş hakkına baktığı yerden bakıyor Türk aydını da. Çünkü toprak artık Türk toprağı, nerede Rum geliyor...
Ortaylı geçen röportajında asıl sömürgeci niyetini gizli tuttuğu için Kıbrıslılardan gördüğü ilgiyi yazdığı bu yazıyla kaybedecek. Kurduğu cümleler öyle açık seçik Kıbrıslıların kendi kaderini tayin hakkına karşı saygısız ki “Binaenaleyh bizim Kıbrıs’ta bulunmamız gerekiyor” diyor, gerisi teferruat.
Gülse Birsel gibiler memleketi yemek menüsü sanır, İlber Ortaylı gibiler savaş gemisi...
Memleket isterim ne savaş gemisi olsun, ne yemek menüsü!
Dandik bir poşet gibi batmayan uçak gemisi
İlber Ortaylı’nın “Türkiye Türklerindir” ibareli gazetede yazdığı “Kıbrıs’tan vazgeçmek olmaz” başlıklı yazıyı irdelemeye devam edelim.
Yazının başlığı bile söylüyor aslında derdini: Kıbrıs Kıbrıslılara bırakılamayacak kadar değerlidir...
Ortaylı ayrıca Annan Planı’na kadar gidiyor. Kendisi o zaman da “hayır”cıymış. Hayırcıymış da neden “Türk tarafı”nın evet dediğini anlayamamış. Sen koca sömürgeci profesör, üzerinden bunca yıl geçmiş, Annan Planı’nın Türklere “evet” Rumlara da “hayır” dedirtmek için yapıldığını mı anlamadın?
Annan Planı sayesinde Türk devleti Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir kez daha altına aldı, salto ile minderin dışına savurdu ve 10 sene kazandı. Mehmet Altan bunu gördüğü için evetçi idi, İlber Ortaylı göremediği için histerik bir şekilde hayırcı...
Ne çekti şu Kıbrıslılar sömürgeci profesörlerden! Yalçın Küçük, Mümtaz Soysal, Mehmet Altan, İlber Ortaylı...
Kıbrıs Sorunu bir meslektir, yerli işbirlikçi ve sömürgeci aydınların da ekmek kapısı. Kimi ekmeğini kaba şovenizm ile kimisi de ince şovenizm ile kazanır...
Ortaylı’nın Hürriyet’teki bu yazısında kaba şovenist tonlar olsa da adam işinin ehli, ince şovenizmle öyle güzel nakış gibi işlemiş ki şaşarsınız!
Her Kıbrıslının yazıyı okurken gözüne çarpan birinci husus, sömürgeci profesör Türk devletinin buradaki istilacı varlığını ve sürdürdüğü politikaları öylesine sahipleniyor, öylesine içselleştirmiş ki sömürgecilik Ortaylı’da beden bulmuş: “Böyle bir ortamda bizim Kıbrıs adasını boşaltıp alanı tamamen başkalarına bırakmamızın hiçbir anlamı olmayacağı açıktır ve de büyük bir tehlike arz eder” diyor. Kendisini devlet yerine koyup “biz” diye konuşmaya başladı mı bir aydın vaziyet vahimdir...
İlber Ortaylı meseleye hem Osmanlı paşası olarak hem de NATO generali olarak yaklaşıyor. Kıbrıs’ta nüfus meselesine ve demografi mühendisliğine Osmanlı paşası olarak yaklaşırken, bugüne ve geleceğe dair jeopolitikaya ise NATO generali olarak bakıyor.
Nüfusun nasıl “silah” olarak kullanılacağı kafasında net olarak oturmuş. Diyor ki “Annan Planı’na biz ‘Evet’ reyi verdik. Bu rey verişi pek normal görmüyorum. Bu sonuçta sadece yerlilerin değil yerleşenlerin de payı var.” Sömürgeci bir aydın olarak çok iyi biliyor taşıma nüfusun ne işe yaradığını. Bu anlamda Kıbrıs’a Bulgaristan Türkleri gibi daha Avrupai bir nüfusun yerleştirilmesi konusunda söyledikleri önem arz eder. Kaldı ki Türk devletinin Bulgar politikasına müdahil olmak için kurdurduğu Türk partisi DOST’u da hatırlamak gerek.
“Gerici-İslamcı” Tayyip Erdoğan’ın Bulgaristan’da kurdurduğu parti ile “ilerici-aydınlanmacı-laik” İlber Ortaylı’nın Kıbrıs politikası bire bir örtüşüyor. Çünkü ikisi de Türk burjuvazisinin sömürgeci bilincini taşıyor! 1915’ten kalan Ermeni mallarından biriken sermayenin hafızası ile bakıyorlar “tebaaları”na...
Bunlar bildik şeyler. Başka yeni bir şey söylüyor Ortaylı. Doğrudan doğruya Rusya’nın Suriye ve Libya’daki varlığına ve hamlelerine karşı Kıbrıs’ı konumlandırıyor. Nükleer Rus donanmasına karşı Kıbrıs’ı askeri bir “cephe” olarak görüyor! Bir NATO generali gibi konuşuyor. Bizi ağır uykumuzdan uyandırması gereken budur. Ülkemizi İngiliz Üsleri’nden arındırmadığımız sürece hayali bir “Rus emperyalizmi”ne karşı gerçek bir savaşta bulacağız kendimizi.
Ortaylı’nın en az bir İngiliz, Amerikan, Alman generali kadar Rusya’dan nefret ettiği görülüyor. Ya da tedbirli davrandığı! O tedbir de Kıbrıs’ta bizim hayatlarımıza konuyor.
Yazıda yer yer kendisini kaptırıp Kıbrıs’ın kozmopolitizminden bahsetse de, hatta kendisini ev sahibi sanan bir işgalci olarak “Kıbrıs’ta biz kendi komşularımızla, komşu kültürlerimizle bir arada yaşamanın yolunu aramalıyız” dese de, bunlar işin mezesi. Asıl yemekte Rusya’ya karşı Kıbrıs var!
Ortaylı kendisini ev sahibi, Rum Kıbrıslıları “komşu kültür” sanıyor. Kıbrıs’ı da nükleer geçirmez poşet sanıyor, dandik bir poşet...
Kıbrıs’ta “eski statünün devamıyla mümkün” olan bir gelecekten bahseden İlber Ortaylı gibilerden gına geldi. Kırk defa söylesek de anlamazlar! Ama Ortaylı gibilerin elitizmine meydan okuyan Türk yazarlardan Emrah Serbes’in yarattığı Behzat Ç. karakterinin dediği gibi: “Burası sizin ne arka bahçeniz, ne de yavru vatan. Ülke burası, ülke!”
Bu yazı, Lefkoşa’da yayınlanmakta olan Afrika gazetesinde 10-11 Ağustos 2017’de yayınlanmış iki yazının birleştirilmesinden oluşmuştur.